VEDAT CAN (1940-6 Kasım 2018)
KENDİSİYLE GIRGIR GEÇMESİNİ BİLEN
TEPEDEN TIRNAĞA DUYGUSAL BİR DOSTU YAZMAK…
Bir insanı tanımak sanıldığı kadar kolay değildir. Tanıdığımızı sandığımız ya da tanındığımızı-bilindiğimizi sandığımız pek çok konuda aslında yeterince tanıyamadığımız-tanınamadığımız gerçeği de saklıdır. Onun için olmalı ki ‘’Her insan bir muammadır’’ sözü çok kullanılır. Tanımak-tanınmak deyince elbette çok yönlülük önemlidir. Hayatın çoklu ilişkiler, davranışlar yumağını çözebilmek, karşıdakini okuyabilmek bir yandan da zamana, ona ayıracak yaşam dilimi içinde özel ilgi ile çok yönlü tanımaya bağlıdır. Bu da günümüzün hay huyu içinde çoğu zaman öze inmeyen yüzeysel tanımalara kalmaktadır.
Hepimiz ‘’kimi ne kadar tanıyor ya da tanımıyoruz’’ diye sorguladığımızda pek çok insanı yüzde on bile tanımadığımız ya da anlık, kısa süreli tanımalarla yetindiğimiz gerçeği çıkar. Bu elbette o kişi hakkında verilecek değer yargılarını doğrudan etkiler. Örneğin, kişi sanatçı ise onun her çizgisinin, her renginin, yontusunun, her sözcüğünün, her nağmesinin altında, yaşamına, dünya görüşüne, hayat felsefesine dair neler yattığının bilinmesi önemli bir basamak. Bunun sorgusunu, hesabını veremeyen bir sanat eleştirisi bir ağacın sadece yaprağına bakıp geneli hakkında hüküm vermeye benzer.
Bu yazıda özel konum olan ressam, eğitimci Vedat Can’ı altmış yıllık kardeş, dost ilişkisi içinde kazandığım birikimle, çok yönlü tanıdığıma inanarak, ayrıca kim bilir tanıyamadığım ne yönleri vardır diyerek özetin özeti olarak yazmaya çalışacağım. Doğal olarak bu bir anılar demeti, diğer dostlarla birlikte üstelik. Bu nedenle bir sanat eleştirisi ya da sanat yazısı değil. Unutma özelliği çok yüksek bir toplumda 2018 Kasım ayında kaybettiğimiz bu değerimizi anımsamaya katkı sağlayabilmek.
*
Cumhuriyet’in kuruluş yılları ile yaşıt, özgün bir eğitim kurumu ve aydınlanma odağıydı Gazi Eğitim Enstitüsü. Bütün bölümleriyle Anadolu’daki Öğretmen Okullarından yetişen öğretmenlerin pek çoğunun mutlaka eğitim görmeyi hayal ettikleri, hedefledikleri, aynı zamanda daha sonra kurulan bütün eğitim enstitülerinin önderi bir üst eğitim kurumuydu. Bunun için yıllarca ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra; ne pahasına olursa olsun, istifa edip okumaya başlayan çok sayıda öğrenciye fırsatlar yaratıp yüksek eğitim olanağı sağlamıştır ki bu kadrolar eğitim-sanat eğitimi sistemimizin beyin takımını oluşturmuştur. Örneğin, Pedagoji Bölümü zaten belli bir süre öğretmenlik yaparak eğitim deneyimini şart koşuyordu öğrencilerine. Ama diğer bölümlerde de sözünü ettiğimiz gibi yıllar sonra öğrenci olmak duygusu hâkimdi. Bu özgün kurumlar ne yazık ki 1973’te Öğretmen Okullarının Öğretmen Liselerine dönüştürülmesi darbesi ile yok edildi. Öğretmen Okullarına dayalı öğrenci kaynağı kurutulan Gazi Eğitim ve diğer Eğitim Enstitüleri 1982 yasası ile de Üniversite yapısı içinde pek çok özelliğini ve eğitim iklimini kaybetti ne yazık ki.
Eğitim Enstitülerinin Anadolu okullarında eğitimdeki başarılarını takdir edenlerden ve çeşitli konuşmalarında özellikle yer verenlerden biridir Sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı. "Bu memleket Köy Enstitüleri'ni yok etti. Eğitim Enstitüleri'nin mahvedilişinden bahsedildiğini ise hiç duymuyorum. Eğitim Enstitüleri kapatıldıktan sonra, oradan çıkan Türk öğretmen profiline bir daha rastlamadım." "Eğitim Enstitüsü mezunu öğretmenler çocuğu insan yerine koyan, birinci sınıf pedagog, görmüş geçirmiş profillerdi. Bugün bu yapıyı tekrardan diriltme ve bu model üzerinde düşünme çabası bile yok. " https://onedio.com/haber/nasil-olmamali-ilber-ortayli-nin-turkiye-deki-egitim-sistemiyle-ilgili-cahilsavar-15-dusuncesi-872273
Bu başarıda kuşkusuz köy kökenli öğrencilerin altı yıl yatılı okullarda öğrenciyi çok yönlü sarıp sarmalayan kimlik eğitimi içinde ‘’Sen öğretmen olacaksın’’ bilinciyle yetişmeleri vardı. Her öğrencinin ilgi alanında ilerlemesi, ilerleyeceği alanın köreltilmemesi için yeni açılımlar yaratılıyordu; Çapa Öğretmen Okulu bünyesinde Resim-Müzik Semineri, Yüksek Öğretmen Okulu ve yurt dışı uzmanlık eğitimi gibi. Sayın İlber Ortaylı’nın özellikle değindiği gibi bilinçli olarak unutturulan eğitim dizgeleri.
“Her çocuğun kendine göre yetenekleri vardır ve belirli dallarda yüksek yeteneği olan çocuklarımızı değerlendirmek zorundayız." Hiçbir toplum, yetenekli çocuklarını yeteneklerinden bağımsız olarak normalleştirecek lükse sahip değildir. Yetenekli insan her toplumda çok azdır ve bu çocukların yönlendirilmesi, eğitim alanında ayrıştırılmaları gerekir. İmtiyazdan değil, layıklıktan bahsediyorum." https://onedio.com/haber/nasil-olmamali-ilber-ortayli-nin-turkiye-deki-egitim-sistemiyle-ilgili-cahilsavar-15-dusuncesi-872273
Öğretmen Okulu mezunu olup yıllarca ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra sevdikleri alanda eğitim görebilmek için orada elde edebildikleri maddi birikimle ve yatılılığının verdiği olanaklarla amaçlarına ulaşma düşüncesi çok olumlu sonuçlar vermiştir. Bu yolla Eğitim Enstitülerinin ilgili bölümlerinden çok sayıda akademisyen; edebiyatçı, matematikçi, fizikçi, yazar, pedagog, müzisyen, ressam, heykeltıraşımız var, o yıllarda yetişen ve bugün de adlarıyla eğitim kültür ve sanat alanında yer alan.
Bu uzun girişi neden yaptım; çünkü Vedat Can dâhil, bizleri yetiştiren bu okullar bir eğitim dizgesiydi. Anadolu’da 6 yıl ilkokul öğretmenliğinden sonra Gazi Eğitim’in Resim-İş Bölümünde eğitim görenlerden biriydi Vedat Can; konumuz olan ressam-akademisyen eğitimci.
*
1953-1954 Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’nde öğrenime başlayan, buranın Köy Enstitüsü atmosferi içinde sanata ilgi duyan biri. Bu okulda öğrenci iken çok sevdiği babasını kaybetmenin yıkımını yaşamı boyunca hisseder. O bölgede görevli olan ağabeyinin desteğiyle Gönen Öğretmen Okuluna geçiş yaparak buradan mezun olur. Yukarıda değindiğim gibi maddi durumunu düzeltmek ve çok düşkün olduğu anasını yanına almak amacıyla ilkokul öğretmenliğine başlar. Kuşkusuz içindeki resim tutkusu ile alanında eğitim görme isteği devam eder. Ha bu yıl, ha gelecek yıl derken 6 yıl geçer.
1926 yılında Konya’da eğitime başlayan ve 1927 yılında Ankara’da Mimar Kemalettin Bey tarafından yapılan muhteşem binasında eğitime devam eden Gazi Eğitim Enstitüsü’nde 1932’de Resim-İş Bölümü eğitime başlar ki Anadolu’da kurulan ilk sanat eğitimi kurumu olarak böylesi sanat tutkunlarının tek ideali, tek eğitim kapısıdır. Diğer bölümlerle birlikte Resim-İş, Müzik, Beden Eğitimi Pedagoji Bölümlerinin öğrenci kaynağının çok büyük bölümü zaten bu okullardır. 1960’lı yıllarda bünyesinde Resim-İş ve Müzik Eğitimi Bölümleri bulunan ve sanat eğitimi görmek isteyenlerin tek ocağı sadece Gazi Eğitimdir. Elbette 1883 yılında İstanbul’da kurulan Güzel Sanatlar Akademisi sanatçı yetiştirmek amacıyla kurulmuştu ama Öğretmen Okulları mezunlarının burada yasal olarak sınava girmesine olanak yoktu.
Bu nedenle Gazi’nin Resim-İş Bölümünün sınavlarını kazanmak, çok sayıda resim tutkunu arasından başarıyla çıkmaya bağlıydı. 1965 yılında yüzlerce istekli içinden birkaç gün süren zorlu ve aşamalı özel yetenek sınavlarını kazanarak bu amacına ulaşan 40 öğrenciden biriydik Vedat Can’la birlikte. Bir de yedi yıl İlkokul öğretmenliğinden gelen Arapgirli Yusuf Uludağ. Kesin olarak söyleyebilirim ki Gazi Eğitim olmasa Vedat Can ve Yusuf Uludağ dâhil bizler, pek çok resim ve müzik tutkunu ilkokul öğretmenliğimizle kalacak, alanımızda bir şeyler yapabilmemiz mümkün olamayacaktı.
Anadolu’da öğretmenlik deneyimi bir anlamda başta öğrenme isteği, arkadaşlık, dostluk kavramlarına daha olgun bakış açısı demekti. Buna hayatın başka alanlarındaki deneyimlerini, kazanımlarını da eklemek gerek. Böylece yurdun değişik bölgelerinden gelen, farklı yaş grubundan öğrencilerin oluşturduğu bir etkileşim ortamı. Öğretmen Okullarının yatılılığının verdiği bir temel geleneği çok etkendi; sınıf ve yaş farkına bağlı abla-ağabey saygınlığı. Bu nedenle Vedat Can ve Yusuf Uludağ gibi olanların ayrı bir yeri, ayrı bir önderliği vardı. Bu okul bir dostluk, arkadaşlık, kardeşten ileri kardeşlik duygularının yaşandığı bir hümanizma odağıydı. Biz üçlü olarak bu üç yıldan sonra da günümüze kadar bu duyguları hep birlikte yaşadık.
Gazi Eğitim’in genel atmosferi-eğitim-kültür iklimi kısa sürede dostluk-yakınlık yaratıverdiği için Vedat’la ve Yusuf’la iki ağabey-küçük kardeş dostluğu başladı aramızda. Öğretmen Okullarından yetişmenin temel kurallarından biri karşıdaki insanı-öğrenciyi çok iyi tanıma, tanımak için de özel çabalar harcama demekti. Çok söylenen ve beyinlere nakşedilen bir sözdü ‘’öğrencisini yeterince tanımayan bir öğretmen başarılı bir eğitimci sayılamaz.’’ Eğitimin temel ögesi ana malzemesi öğrencidir. Malzemesini tanımayan birinin, örneğin; tuğlayı-seramiği-çimentoyu tanımayan birinin, bu konuda usta olmasının beklenemeyeceği gibi. Bu ilke dost ve arkadaş seçiminden, çevre–toplum ilişkilerine kadar karşıdakini tanıma bilinci yaratır. Bir yatılı okulda gece-gündüz 24 saat birlikte yaşamak bir aile ortamı demekti. Derste, atölyelerde, Mimar Kemalettin Beyin görkemli salonunda; Siyasal Bilgilerde, ODTÜ’de, Dil Tarihte konferansta, konserde, eğlencede, yemekte, bahçede, sporda, gezide, Ulus’ta-Kızılay’da sinemada, tiyatroda.
Bu konuya neden girdim, Vedat ve Yusuf daha eğitim deneyimli biri olduğu için kısa sürede beni-kimliğimi analiz ettiler ‘’Kimim, neyim, nereden, nasıl geldim, maddi-manevi durum nedir’’ sorularını kendilerine göre çözümledikleri için üç yıl ve sonrasındaki yaşam boyunca hiç aksamayan bir dostluk gelişti. Öğretmenlikte biriktirdiklerinden benim okul harçlığımı düşünüp paylaşacak kadar… Sevgili Vedat’ın 55 yıl önce Eşim Şükran’la düğünümüzde anasıyla birlikte yer alacak kadar… Onun soyadını çocuklarımız Bilge Can ve Sevgi Can’a ad olarak verecek kadar…
Bir süre sonra eşi Azize Can ve ardından Emre ve Ozan da katıldı aramıza. Görev yerlerimiz bizim Arifiye Öğretmen Okulu; onun Bolu Öğretmen Okulu yakın olduğu için. Uzaklarda görevde olan Yusuf’un da zaman zaman dâhil olduğu bu üçlü ile karşılıklı ailecek ziyaretlerimiz. Bu nedenle onlar bizim çocuklarımızın; ben onun çocuklarının ‘’amcası’’ sıfatlarımız.
Bu üçlünün birlikteliğinin bir örneği de 1968-1969 yıllarında İstanbul’da Folklor Araştırmaları Seminerine davetti. Vedat Nedim Tör, Tahir Alangu, Cahit Öztelli, Enver Naci Gökşen gibi eğitimci yazarların öğrencisi olma onuruna eriştik.
Gazi Eğitim’in bir önemli özelliği de yetiştirdiği öğrencilerinin başarılarını takip ederek zaman içinde kendi kadrosunda yer vermekti. On yıl sonra yetiştiğimiz Gazi’de Resim-İş Bölümünde aynı yıl, aynı ayda birlikteydik Vedat Can’la. Çalıştığımız okullardaki başarılarımız nedeniyle öğretmenler kurulunca seçilerek. Bu kez öğretmen olarak görevde olmanın onuru ile. Türkiye’nin kaotik oyunlar içine sürüklendiği yıllarında, eğitimciliğimizle birlikte bir yandan da sanat alanında var olabilme mücadelemizde birbirimize destekliğimizle. Onun o şiirsel suluboyaları belki de bu yoğun stresli yıllarımızın iç dünyayı her şeye rağmen insani boyutta temsili. Gece yarılarına kadar polis gözetiminde stres içinde de olsa birlikte atölye çalışmalarımız.
Benim Devlet Galerisinde; onun, Galeri Z’de sergilerimiz ve aksamadan sonrası.
*
Sessiz, sakin, ciddi duruşu içinde her zaman zekice, ince bir espri sahibiydi Vedat; çoğunun bir ucu mutlaka kendisine. Kendi boyu her zaman gırgır geçtiği bir alandı. ’’Benim gibi 1.80 boyunda bir fidan’’ ya da ‘’benim gibi boy pos yerli yerinde’’
Eğitimciliğinde herhangi bir konuda kimseye sert bir söz söylemeyecek kadar düşkündü öğrencilerine. Öğrenciyi ‘’Velinimet’’ gören bir anlayışla yetişmenin özeti. Densiz davranışta bulunan bir öğrencisine en büyük cezası; sakin bir sesle ‘’Lütfen atölyenin kapısını dışarıdan kapatır mısınız’’ idi.
Gönen Öğretmen Okulunda öğrenci iken Hüseyin adlı bir arkadaşı varmış, çok uzun boylu ve kilolu. Vedat’la tam kontrast. O yıllarda yaygın olan Lorel ile Hardy karakterleri gibi. (Stan Laurel (1890-1965) ve Oliver Hardy (1892-1957). Yatılı okulun dikkat çekici maskotu iki can dost. 1960’tan sonra Anadolu yollarında, öğretmenlikte bağları kopar. Uzun uğraşlarla 60 yıl sonra arar ve adresini bulup İstanbul’da görmeye gider Hüseyin’i. Hüseyin, sağlık sorunları nedeniyle üst katta kapısının önünde beklerken, merdivenleri çıkmakta olan Vedat’ı görür. Eğilip, dikkatlice bakar, bakar ‘’Ula Vedat, sen altmış yılda hiç büyümemişsin.’’ der yüksek sesle. Kahkahaları inletir merdivenleri. Bu buluşmayı ve tanımlamayı çok anlatırdı Vedat, eski dostuyla duygusal anlarını, gözleri dolarak. Çok geçmeden dostunun son yolculuğuna katılmak için tekrar gitti İstanbul’a. Bu veda sonrası sıkça hayıflandığı konuydu; ‘’Neden çok daha önceleri peşine düşüp aramadım, biraz çabalasam bulurdum’’.
Kendisini eleştirebilen, kimliğiyle barışık bir insan olarak yaşamın ne olup olmadığını özümlemenin tipik örneğiydi.
Sanat elbette duyarlılık işi. Vedat Can, canı istediği, duygu yoğunluğu uygun olduğu zaman çalışan; satış, sergi, isim yapma, basında-medyada yer alma gibi konulardan hep uzak duran bir anlayışla yaşadı. Kimsenin sanatına yönelik afaki değerlendirmelere girmedi. Herkesi yüreklendirdi. Şiirsel bir birikimi, öykü yazma yetisi olduğu halde üzerine gitmedi. Ama beni bu konularda her zaman destekledi, beğendi, yüreklendirdi, bir ağabey gibi.
İnsanı tanıma alanlarından sayılır ya birlikte katıldığımız yurt dışı gezilerde, herkesle çok uyumlu dostluklar kurdu.
Gazi’de hocalığı sırasında Söbütay Özer ve İhsan Çakıcı ile yakın dostluklar yaşadı. Söbütay’ın genç yaşta kaybında en çok yara alanlardan biriydi.
Bir doğa ve doğa canlıları tutkunu olarak resimlerinde doğanın ve kendi duygu dünyasının şiirini betimledi.
Fotokopik çoğaltmaya itibar etmedi, az üretti. Çok sayıda sergi açma yarışına girmedi ama karma sergilerde, Devlet Resim Heykel Müzesi, Gazi Ün. Sanat Müzesi, Halkbank, Anadolu Ün. Sanat Müzesi koleksiyonlarında yer aldı. Kimliği ile uyuşan doğa betimlemeleri ile suluboya sanatımızda yer ederek.
Bir vefa örneği ile Karadeniz Ereğli’de Kültür Merkezinde bir sanat galerisine adı verildi. Günümüzde Vedat Can Sanat Galerisi çok sayıda sanat meraklısının eserleriyle ve halkla yaşıyor.
Gazi Eğitim. 1965.Ön sıra Vedat Can, Hasan Pekmezci, Veli Sapaz, Turan Bayer, Zeki Serbest. Arka sıra Şükrü Ergün, Erol Kınalı, Yusuf Uludağ.
İkinci görsel 1967. Gordion Gezimiz. Öğretmenimiz Kültür adamı Mehmet Önder Beyle. Vedat Can en sağda. 1974. Arifiye’de bizi ziyareti. 4. Resim. Paris gezimizde.1997..
Sevgili Vedat Can’ı 1965 yılından vefatına kadar en iyi tanıyanlardan biri sayılmamızın binlerce nedeni içinden anı kırıntılarıyla anmak istedik. Sevgi ve özlemle…
Hasan Pekmezci.
6 Kasım 2024, Ankara