Bir Sanat Fuarı ve Düşündürdükleri
ABU DHABİ SANAT FUARI
‘’Sergiler, milletlerin maddi ve manevi zenginliklerini tanıttığı ve bunlar üzerinden ticari bir fayda sağladığı önemli teşhir mekanlarıdır. Tarihi oldukça gerilere giden sergilerin uluslararası bir nitelik kazanması 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Hangi alanda olursa olsun, sergiler, fuarlar ister ulusal, ister uluslararası önemli işlevler üstlenen organizasyonlardır. Tarihsel süreç içinde bunların çok etkili örnekleri vardır. Osmanlı devleti 1851 yılından başlayarak Dünya fuarlarına katılmış, 1867’de Sultan Abdülaziz Paris Fuarını ve bu arada Paris dünya sanat sergisini de gezmiştir. Cumhuriyeti kuranların ilk işlerinden biri de daha 1926’da Seyyar Sergi vapuru Karadeniz, 12 Haziran 1926 tarihinde başladığı Avrupa turuyla Türk sanayi ve el sanatları ürünlerini tanıtmak için 86 gün 22 saat süren sefer boyunca Akdeniz, Atlantik, Kuzey ve Manş denizleriyle Baltık Denizini dolaştı. Bu süre zarfında 12 ülkenin 16 limanı ziyaret edildi. Gemi, 40 gün 16 saatini seyretmekle ve 46 gün 6 saatini liman konaklarında geçirdi. 5 Eylül 1926 tarihinde İstanbul’da noktaladı.’’ 1
Zamanın gazeteleri, yazarları, karikatür dergileri konu ile ilgili çok sayıda yazılarla bu etkinliği değerlendirdiler.
Bu örnek kendini çağdaş dünyaya tanıtmak, kabul ettirmek amaçlı, zamanın koşullarına göre çok üst düzeyde çabaları gerektiren sadece ticari ve sanayi değil, moral değer olarak da tanıtım hamlesi. Elbette düzenleyen devlet erki de artıları ve eksileriyle gerekli sorgulamaları yapmıştır.
Her alanda çağdaş dünyanın gelişmelerini günü gününe izlemek, kendine ona göre yeni yollar, rotalar, ilkeler, idealler belirlemek hayati zorunluluk sayılır. Buna karşı olmak akıl işi değildir. Sanat alanı çok daha hassas terazilerin işlediği, çok daha elitist gibi algılanan bir özelliğe sahip. Bu nedenle ölçütlerin de özgünlüğü var.
Bu yazımızda doğal olarak sanat fuarı, sanat sergileri ve bunların yaşama katkıları konumuz.
Bu yıl 24 Kasım’da sona eren ve 16. sunumunu yenilenerek yapan Abu Dabi Sanat Fuarı. Fuar büyük piyasa alıcılarının Körfez'de sanata yatırım yapmasıyla dikkat çekiyor. Katılımcı sayısını 2022'de 80, geçen yıl 92 ve bu yıl 104 galeriye çıkaran fuar şimdiye kadarki ‘’en büyük ve tartışmasız en kozmopolit’’ sunum olarak belirtiliyor ve bu yıl galerilerin yaklaşık yüzde 40'ının ilk kez katıldığı açıklanıyor. 2
Jasem Alsanea'nın Bū-Daryā adlı eseri Bawa Gallery standında.3
Abu Dhabi Art 4
Açılış günü yapılan önemli satışlar arasında Dubai merkezli Efie Gallery'nin standında Malili sanatçı Abdoulaye Konaté'nin orta boy bir eseri de vardı; bu eser büyük bir uluslararası müze tarafından 200.000 ila 250.000 dolar arasında bir fiyata satın alındı. Ayrıca, Emirlikli heykeltıraş Dr. Mohamed Yousif'in üç eseri uluslararası bir müze tarafından rezerve edildi ve her biri 20.000 ila 25.000 dolar arasında bir fiyata satılıyor. https://news.artnet.com/market/abu-dhabi-art-revamped-2574278
Efie Gallery'nin standında Malili sanatçı Abdoulaye Konaté'nin eserlerinden 5
Burada yine çoklu sorular var. Bu sanatçının öne çıkmasının nedenleri neler olabilir, dilimizden düşürmediğimiz ne gibi çağdaş niteliklere sahip? Bana göre ilk ve önemli nedeni ‘’Tereciye tere satmamasıdır’’ Bu konu ayrı bir yazımızda ayrıntılı olarak ele alınacak.
Bu kısa bilgiden sonra yazımızda asıl değineceğimiz konu ‘’Bir şeyi yapmış ya da yapıyormuş gibi olmak yerine, adam gibi yapmaktır. Bu da atacağı taşı ve ürküteceği kuşu iyi hesap edebilmekten geçer’’ öz sözü gereği yapılanın ne getirdiğinin ve ne getireceğinin sorgulanmasıdır.
Bizde en çok tartışılan bir iki konuya değinerek başlamalıyım yazıma. Birincisi uluslararası ve ulusal alanda, oldukça iddialı projeler olarak düzenlenen ve sunulan sergilerde neredeyse her sergiden sonra sanatçı, eser ve sanatsal anlayış seçiminin tartışma konusu olması. Yeni bir durum değil bu, neredeyse kronik bir rahatsızlık. Bu konuda Utku Varlık’ın yazıları ta 1964 yılındaki Paris sergisinin vaziyet-i umumiyesini somut belgelerle anlatmaktadır. 6
Örneğin, yakın zamanlardan Zürih’te açılan Çağdaş Türk sanatı sergisinden sonra bazı eserlerin başka uluslardan sanatçıların benzeri olduğu konusu çok tartışıldı, sosyal medyada. Aynı şekilde İstanbul’da Beşiktaş MKM Çağdaş Sanatlar Galerisi’nde düzenlenen önemli bir seçki sergisi nedeniyle sanat portallarında yapılan tartışmalar iç açıcı değildi, bazı eserlerin kronikleşen polemik konusu haline gelmesi gibi. Biz bu polemiğe dahil olmak istemediğimiz için isimler üzerinde durmadan sadece kaynak adresi ile yetineceğiz. 7
İkinci konu, özellikle uluslararası düzenlenen sanat etkinliğinin amaca uygun getirisinin-götürüsünün hesaplanması. Bu konuda çok radikal bir savunumuz var; öncelik daima bizim ve bizden sanatçılara olmalı. Bu tavır bir tutuculuk sayılabilir, ama bunun en çağdaş ülkelerde bile örnekleri var. Her ulus önce kendi insanını, halkını düşünür.
Burada da yaşanmış örnekler vermek mümkün. Ben Alman Ressam Kathe Kollwitz’i İstanbul Alman Kütüpanesinde 1964 yılında açılan bir sergi ile tanıdım, orada dağıtılan küçük bir broşür yakın zamana kadar derslerimde öğrencilerimin önündeydi. Sonra Ankara Alman Kültür Derneği sık sık Alman sanatçıların sergilerini düzenlerdi. her sergide ilgili sanatçı için özlü tanıtım konuşmaları yanında o sanatçıyı tanıtan kaliteli basımlı kataloglar verilirdi. Sanat kitaplarının sınırlılığında bu görselli katalog-kitapların ne denli kalıcı öğrenme etkileri yaptığını çok iyi biliyorum. Bu kapsamda en az 50 sanatçıyı bugün de tek tek anlatabilirim. Bizim bu gibi öze inen tavırlar içinde olmamız şart.
Örneğin İstanbul’da bir müzemiz Heykeltraş Anish Kapoor’un kapsamlı bir sergisini düzenledi. “Anish Kapoor'un Türkiye'deki ilk sergisi British Council iş birliği ve ilgili bankanın sponsorluğunda Sakıp Sabancı Müzesi'nde Eylül 2013-Şubat 2014 döneminde gerçekleşti. Küratörlüğünü Sir Norman Rosenthal'in yaptığı sergide sanatçının daha önce hiçbir yerde sergilenmemiş eserleri yer aldı.” 8
Elbette kutlanacak bir etkinlik. Ama ben konuyu yukarıdaki savlarım nedeniyle bir başka boyutuyla düşünüyorum.
*Bu sergi ulusal ve uluslararası bağlamda Türk sanatına, Türk halkının sanat anlayışına, İstanbul bir yana Anadolu’daki Üniversitelerimizin Heykel Bölümlerinin hocalarına, öğrencilerine ne getirdi?
*Sergiyi düzenleyen ticari bir kuruluş. Elbette kendi reklamının, bundan ne kazanacağının hesabını yapmıştır, ama bu ülkeden kazandığıyla bir Türk kuruluşunun görevi Anish Kapoor’u Türk halkına, öğrencisine tanıtmak değildir. Onlar her yerde kendilerini tanıtma olanağına sahip. Bizim kurumların görevi kendi sanatımızı, sanatçılarımızı yurt dışında tanıtmaktır. Global kültürün piyonu olmak yerine global kültüre ne katabildiğimizin sorgusunu yapmaktır.
Bunun yerine Türk heykel sanatının ustalarının eserleriyle büyük bir Londra, Berlin, Viyana, Paris sergisi düzenleseydi. Örneğin hayatını buna adamış, ‘’tereciye tere satmayan’’, bir ya da birkaç heykelcimizle ses getiren bir sergi ve kapsamlı destekleyici etkinliklerle. Dahası içte-dışta ilişkilerini bu bağlamda yoğun olarak kullansaydı?
Elbette en önemlisi Türk sanatının kendi içimizde ‘’al gülüm-ver gülüm oyunundan’’ başka uluslararası arenada temsiline yaptığı-yapacağı katkının boyutu ne olurdu, düşünmeye değmez mi?
Daha önceki yıllarda benzer şekilde bir Picasso sergisi düzenlendi, İstanbul’u donatan reklam kampanyalarıyla. Medyanın, iletişim olanaklarının sağladığı bütün görsellerin, bilgilerin ellerindeki telefonda olduğunu bilen Türk halkının, öğrencisinin, sanatçısının Picasso’yu burada dünyanın paraları ödenerek tanımasının artıdeğeri- getirileri nedir, ne olabilir? Ankara’dan gittik öğrencilerimizle sergisine. Picasso’nun Paris, Barselona, Malaga müzelerini gören biri olarak büyük beklentilerle, sonuç büyük hayal kırıklığı. İstanbul sergisi dokuzuncu, onuncu sırada bile olamayacak bir seçkiydi. Çok değil, kısa bir süre sonra Viyana Albertina Müzesinde yine bir Picasso sergisi izledik, İstanbul’daki sergiyi de izleyen bazı öğrencilerimizle üşenmeden saydık; 210 eser vardı. Desenlerle, baskılarla şişirilmiş bir sergi değil, dolu dolu bir sergi.
Benzer değerlendirmeleri İstanbul’da aynı şekilde düzenlenen Dali sergileri için de yapmak mümkün.
***
Savunduğum anlamda yapılanı adam gibi yapmak düşüncesi bağlamında; yıllar önce Paris’te açılan benzer bir kaliteli serginin de nasıl ‘’yapıyormuş gibi’’ düzenlendiğinin tanığı olduğumuz için konuya daha başka bir gözle bakma ihtiyacı duyuyorum.
Büyükelçi Sönmez Köksal Beyin özel çabalarıyla Paris’te Çağdaş Türk Sanatı diye bir sergi düzenlendi, 30 Mart 2000 günü yapılan kokteylle… Kutlanması gereken bir sanat olayı değil mi?
O günün ertesi sabah Paris’ta sanatsal gezi için bulunan bir büyük grupla Louvre Müzesi’nde Kaya Özsezgin’le karşılaştık. Aynı üniversitede görevli olduğumuz için bizim Paris’te olacağımızı da biliyordu. Burada düzenlenen bir sergi için geldiğini serginin dün akşam açıldığını, çok başarılı bir açılış olduğunu söyledi. Serginin açılışından haberimiz vardı, davetli olmadığımız için gidemezliğimizi söyledik. Ama grubumuzdan Zeki Şahin açılışa davetsiz de olsa katılmış ve bütün haberleri taşımıştı bize ve gecemizin söyleşi konusu bu açılıştı. En çok merak ettiğimiz, doğal olarak Paris sanat ortamının açılışa katılımıydı, ilgisiydi. Düzenleyiciler tarafından bütün masrafları karşılanarak İstanbul’dan davet edilenlerin dışında herhangi bir Fransız ilgisi göremediğini özellikle vurgulamıştı Zeki Şahin. Gazeteciler, sanat eleştirmenleri, TV. basın-yayın gibi. Açılışın ilk günü Louvre’dan sonra grubumuzla sergiyi geziyoruz. Zeki’nin anlattığı gibi, başarılı heykelcimiz Mehmet Aksoy dışında bizden başka kimsenin olmadığı bir sergi. Birkaç saat kalıyoruz, sergide. Bildiğimiz, tanıdığımız, değer verdiğimiz ressamlarla, başarılı eserlerle, maddi-manevi büyük emek ama sergide kimse yok. Ha bomboş bina, ha sergi. Sergi mekanı gezi parkuru, (Champs-Élysées) Şanzelize’de Konkord meydanına birkaç dakikalık yerde bulunduğu için bazı arkadaşlarımızla tekrar tekrar gidildiğinde yine bomboş salonlar.
Sergi için harcanan bunca emek, bunca güzel umutlar: büyükelçiliğin salon ve proje için ödediği yüksek ücret dahil, bu sergi epeyce konu oldu Paris’te bulunduğumuz bir hafta boyunca ve dönüşte ülkemizde.
Yurdumuza dönüyoruz. 12.04.2000 tarihinde Milliyet’te yayınlanan sergi ile ilgili bir yazı. Virgülüne dokunmadan.
Paris’teki ünlü modacının Espace Pierre Cardin/sergi salonu, Mehmet Aksoy, Hüseyin Yıldırım, Zeki Şahin ve gezi grubundan.
Paristeyiz
Sergi salonu Paris'in mutena semtlerinden birinde. Concorde Meydanı'na elli adım. Üç katlı geniş bir mekan. Espace Pierre Cardin.(Resimdeki bina) Elli sanatçının ikişer işini yerleştirmek sorun olacak gibi görünmüyor. Ancak açılış gecesinde en çok konuşulan konu, sanatçıların yer kavgası. Serginin kurulduğu gün, galerinin Fransız yetkilileri polis çağırmayı bile düşünmüşler. Yer kavgası, pek yabancı bir durum değil, bizim için. Hele üç katlı bir mekan için, çok doğal. Bizde merdiven inme - çıkma alerjisi olduğundan, giriş katını tercih etmek normal bir durum. Fransızların da böyle olabileceği düşünülmüş anlaşılan.
Neyse ki, açılışta tüm bu kavgaların boşuna olduğu görüldü. Çünkü ortalarda Fransız falan yok gibi. Biz bizeyiz. Şaraplar Yakut, öteki seçenek Yeni Rakı. Yapıtların çoğu bildik şeyler. Bunda, sergiyi düzenleyenlerin bir suçu yok. Onlar Türk resmini Fransızlara tanıtmak için yola çıkmışlar. Böyle düşününce gayet iyi bir toplama. Ancak duyurmada sorunlar yaşanmış, besbelli. Fransa'da yaşayan ve sergide işleri bulunan birçok sanatçımız var. Onlar, hiç olmazsa kendi çevrelerini sergiye taşıyabilselerdi, diye düşünüyoruz.
Açılışta Paris Büyükelçimiz Sönmez Köksal konuşuyor, düzenleme komitesi adına Kaya Özsezgin de duygularını dile getiriyor. Duyduklarımız, gördüklerimizden sonra iyi niyetten kuşkumuz yok. Biz ortamdan gayet keyif alıyoruz. Bazı yapıtları yine, yeniden büyük bir keyifle izliyoruz. Bunları Fransızlar göremedi diye hayıflanmayı sürdürüyoruz.
Paris’te Biz Bize Türk Sanatı Sergisi. ‘’Yurt & Dünya Sanat Galerisi'nin Paris'te düzenlediği kapsamlı sergi, çağdaş Türk plastik sanatlarının iyi bir panoramasını çiziyordu. Ancak Fransızlar bunu anlayamadı’’ 9
Haber bu, anlatamadığınız bir şeyden ne beklentiniz olabilir ki. İstanbul’dan taşınan basın, sanat, eleştiri insanlarının sayısını ve listesini kaynaktan bulmak mümkün. Meydan savaşına gider gibi bir kadro ama ya sonuç? Şimdi soruları sıralamak istesek aynı kapıya çıkacak. Bu sergi niçin yapıldı, sanatımıza ulusal ve uluslarası sanat platformunda ne kattı, ne ekledi? Paris sanat müzeleri hangi eserleri kapmak için birbiriyle yarış etti? Paris galerileri sanatçılarla sergiler düzenlemek için sıraya mı girdi?
Bir başka haberde de ‘’Cumhuriyet tarihinin en büyük Çağdaş Türk Plastik Sanatları Sergisi, (Böyle Cumhuriyet tarihinin en büyük’’ gibi söylemleri çok anlamsız ve yakışıksız buluyorum) Fransa'nın Paris ve Amiens şehirlerinde açılıyor. 51 sanatçımız, Fransa'ya, çağdaş Türk plastik sanatlarından örneklerle çıkarma yapmaya gidiyor’’ gibi çok iddialı bir tanıtımla süslenen bu serginin finansmanını Paris Büyükelçiliğinin sağladığı da özellikle belirtiliyor. Bu sergilerin en olumlu yanı en azından ‘’Turkuvaz 2000 Çağdaş Türk Plastik Sanatlarından Bir Kesit’’ adlı kitapla kalıcılığı sağlamış olmasıdır.
Kitabın önsözünde ‘’Paris Büyükelçimiz Sayın Sönmez Köksal'dan, Paris'te Çağdaş Türk Plastik Sanatları Sergisi düzenlemesi teklifini aldık. "Sergi"yi, belgesi olacak "kitabı"yla birlikte projelendirerek çalışmalarımıza başladık’’, kaydı var. 10
Bu bilgiler yapılanların, Paris’e davet edilenlerin devlet olanaklarıyla düzenlenen bir etkinlik olduğunun belgesidir. Bu nedenle her kuruşun neleri getirdiği-getirmediği ya da getireceği sorgulanabilir bir etik değerdir.
İkinci serginin 25 Mayıs 2000-Fransa'nın Amiens şehrindeki Saint-Germain Kilisesi'nde Turkuvaz adıyla açıldığı yine gazete haberlerinde yer aldı. 11 Bu sergileri kaç kişi biliyor, ayrı bir merak konusu.
***
Yukarıda Malili bir sanatçı örneği verdim. Bu sanatçının adıyla birlikte öğrendim Mali denen devleti. Mali neredeydi, nüfusu kaçtı, fert başına düşen milli geliri neydi? Çarpalım, bölelim, toplayalım bakalım. Dünyanın en büyük beşinci ekonomisi bir yana, dünya liderliği söylemleriyle ya da ‘’Cumhuriyet tarihinin en büyük sergisi’’ gibi sapla-samanı birbirine karıştıran kompleksli sözlerle bazı şeyler yürüyor mu, yürümüyor mu; ‘’Atılan taş ürkütülen kuşa değiyor mu, değmiyor mu’’ elde ne kaldı bir düşünün? Abartı denince de aklı, mantığı devre dışı bırakma huyumuz kabak tadı mı verdi; ne dersiniz?.
Prof. Hasan Pekmezci.
14 Aralık 2024, Ankara
Kaynakça
- https://belleten.gov.tr/tam-metin/389/tur
- https://news.artnet.com/market/abu-dhabi-art-revamped-2574278
3 https://news.artnet.com/market/abu-dhabi-art-revamped-2574278
4 https://news.artnet.com/market/abu-dhabi-art-revamped-2574278
5 https://efiegallery.com/abdoulaye-konate/
6 https://utkuvarlik.blogspot.com/2013/06/cagdas-turk-sanati-avrupa-da-4.html
7 https://kolajart.com/wp/2017/12/01/vecdi-uzun-kurator-kurator-mudur/
8 https://www.britishcouncil.org.tr/programmes/arts/past-events/anish-kapoor-
9 https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/pariste-biz-bize-turk-sanati-5324195
10 https://www.nadirkitap.com/turkuvaz-2000-cagdas-turk-plastik-sanatlari-ndan-bir-kesit-kolektif-
11 https://www.hurriyet.com.tr/gundem/turkuvaz-2000-turkiyede-39156874