Kökü 2002’ye dayanan Ankara Öykü Günleri, Eylül 2013’de “Öykünün Başkenti Ankara” sloganıyla “Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği”ne dönüşmüş. Dernek Merkezi’nde Salı günleri, Genel Sekreter İnci Gürbüzatik yönetiminde “Biz Bize Edebiyat Söyleşileri” düzenleniyor. Geçtiğimiz günlerde, amacı “edebiyatın güncelini konuşmak-bir yazarla tanışmak-yeni öykülerini öykücülerinden dinlemek-tanınmış bir öyküyü okuyup değerlendirmek” olarak tanımlanan böyle bir “doğaçlama-buluşma”ya biz de katıldık.
İlk konuk, geçen yazımızdan tanıdığımız Halk Kütüphanecisi Bedri Bademci idi. Hastane yönetimi ile olan davasının 8 Mart 2015’e ertelendiğini (bu arada o yazımızda sözünü ettiğimiz 393 ve 2700 liralık kira bedellerinin yıllık değil aylık olduklarını, düzeltelim), bilirkişi raporunun ondan yana olması nedeniyle de karardan umutlu olduğunu söyledi. Kendisini anlattı, sorulan soruları yanıtladı. Sözkonusu ettiği “900 km.lik kitap rafı projesi”ni açıkladı. Bademci, tüm muhtarlık binalarının tüm boş duvarlarını baştanbaşa kitap rafları ile donatmayı, bu rafları gönüllü bağışçılardan gelecek kitaplarla doldurmayı, bu işleri ise “iki büyük yayıncı banka”yı “reklamlarını bu duvarlarda afişe etmek” karşılığında sponsor olarak kullanmak suretiyle finanse etmeyi düşlüyor. Bir başka hayali de Gezi Günleri’ndekine benzer bir “Açık Hava Akademisi “ kurmak.
İkinci konuk Öykücü-Börekçi Şaban Altay’dı. Ilgaz’ın dağlık Çatak Köyü’nden 1947 doğumlu Şaban Altay, okulsuz köyünde okumayı harfleri kendi kendine sökerek, yazmayı ise askerliği sırasında Ali Okulu’nda öğreniyor. “Yazmak bir hastalıktır” diyen Altay hep yazmak istiyor. Askerlik dönüşünde İstanbul’da Markiz Pastanesi’nde pasta ustası olarak çalışıyor. 12 Mart döneminde o pastanede 7 arkadaşı ile birlikte greve katılıyor. İzmit’te büfecilik yapıyor. 1986’da Ankara’ya Altındağ’a yerleşiyor, o günlerde bir hurdacıdan daktilo ediniyor ve başlıyor yazmaya. Tanık olduğu, gördüğü-bildiği-yaşadığı-sokaklarda rastladığı-kimi zaman da dinlediği “her şeyi”, kısaca “gerçeği” yazıyor yıllarca. Yazdığı her şey bir yaşanmışlık. Orhan Kemal, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz gibi halkın sorunlarıyla ilgili şeyler yazmış olan yazarları okumayı seviyor, “…edebiyatçılarımız sırça köşklerinden yazmayı bırakmalı” diyor Altay.
Sayfalarca- kağıtlarca yazdıklarını kimi yayınevlerine de götürmüş. Kabul ettiği gibi, yazılarında yazım ve noktalama yanlışları olduğundan, “Düzeltirsek özgünlüğü bozulur, düzeltilmezse bu haliyle basılamaz. Zaten bizde yapıt değil, ad önemlidir” diye basmaktan yana olmamışlar. Geçimini sağlamak için yıllar boyu, Altındağ’daki evinde eşi Rahime ile birlikte yaptıkları iki tepsi böreği satmış sabahın erken saatlerinde Bentderesi’nde, üç tekerleki motosikletinin arkasında... İ.Melih Gökçek’in “Kentsel Dönüşüm Projeleri” çerçevesinde evinden ayrılmak zorunda kalmış. Şimdilerde pek öykü yazmıyor, artık “taşlama”ya geçmiş. Onun da bir düşü var, öykücülerin katkılarıyla bir “Öykü Sevenler Kahvesi” kurmak. Öykücülerin serbestçe gelip oturabilecekleri, aynı uğraşı verenlerle fikir alışverişinde bulunabilecekleri, hoşgörüyle tartışabilecekleri, sohbet edebilecekleri bir kahve.
Kütüphaneci Bedri’ninki de, Öykücü Şaban’ınki de, DÜŞ de olsa, neden olmasın ?