Ben, Arkadaşım ve Algoritma: Müzik Dinleme Platformlarının Yeni Cemaat Mantığı
Cemaat kavramı, Türkiye’nin özgül tarihsel ve toplumbilimsel koşullarında, büyük ölçüde münhasıran, dinsel ve ideolojik bir anlam taşır. Cemaate atfedilen bu yananlam, güncel siyaset tartışmaları içinde, yalnızca Türkiye’ye ait bileşenleri içeren tamamen yerel bir tanım edinmiştir. Oysa cemaat, sosyoloji biliminin temel kavramlarından biridir; mutlaka ve özel olarak dinsel bir grubu işaret etmez. Cemaat (topluluk) kavramının çağdaş sosyolojide yaygınlaşması, Ferdinand Tönnies’in uzun süre tartışılan, bugün hâlâ önemli bir yere sahip olan ünlü Cemaat ve Cemiyet (Gemeinschaft und Gesselschaft) kitabının ivmesiyle mümkün olmuştur. Alman sosyolojisinin kurucu şahsiyetlerinden biri olan Tönnies, bu ünlü eserinde, modernleşme içinde eski bir toplum tipinden yeni bir diğerine geçilmekte olduğunu işaret ediyordu. Buna göre, geleneklerin yönlendirmesinde, bireylerinin arasında duygusal bağlar oluşan, genellikle tarım üretimi esasına dayanan bir yapıdan, rasyonel ve çıkara dayalı ilişkilerin hâkim olduğu, güvenin kurumsallaşmayla sağlandığı bir başka yapıya geçiş söz konusuydu. İlki, tarihsel kökleri olan, duygusal ilişkilerle dayanışma birimi haline gelen cemaat, diğeri, kapitalizmin ve onun kültür dünyası olan modernliğin eylem mantığının hâkim olduğu cemiyetti.
Tönnies, bu iki toplum tipini, hem iki ayrı üretim biçiminin örgütlenme modelleri hem tarihsel evrim içinde dönüşen toplum yapılanmaları olarak kavramsallaştırmıştı. Modernliğin doruğuna varılan sanayi kapitalizmi aşamasında, geride bırakılan bir toplum mantığının yerine, duygulardan ziyade aklı öne çıkaran yeni bir toplum tasavvuru geçmekteydi. Bu nedenle, Tönnies, her ne kadar bu iki tipin mutlak anlamda birbirinden keskin bir şekilde ayrılmadığını kabul etse de, cemaat ve cemiyeti zıt iki örgütlenme biçimi olarak kuramsallaştırmıştır. Bu zıtlık, aynı zamanda modern cemiyete değer atfederken eski cemaati zımnen daha az değerli kabul ediyordu. Zira cemaat, geleneğin boyunduruğunda bir hayat tarzı anlamına geliyordu; yükselen modernlik, kendisini gelenekselliğin anti-tezi olarak tanımlıyor, bu da modern zihniyet için en vazgeçilmez değerler olan özgürlük ve bireyselliğin savunusu anlamına geliyordu. Cemaat ve cemiyet kavramlarının birbirinden akla kara gibi ayrıldığı varsayımı, yirminci yüzyıl içinde ortaya atılan yeni kuramlar ve düşünümlerle geniş bir şekilde eleştirildi. İnsan ilişkilerinin ya cemaat ya cemiyet tipinde kutuplaşmadığına, her iki tip örgütlenme biçiminin sanıldığından çok daha fazla iç içe geçtiğine dair bir çok araştırma yapıldı. Böylece cemaat olgusunun münhasıran geçmişe ait bir kategori olmadığı ortaya çıkıyordu. Nitekim enformasyon çağının getirdiği yeni ilişki biçimleri cemaat olgusunu eskisinden farklı bir bağlamda yeniden gündeme getirecek ve tanımlayacaktı.
Temel üretim aracının enformasyon olduğu yeni bir toplumsal örgütlenme modeli, yirminci yüzyılın ikinci yarısında artan bir hızla şekillenmiştir. Özellikle 1960'lı yıllardan itibaren, insanlık tarihinde görülmedik hızda yeni bir toplum modeli inşa edilmeye başlanmıştı. Üretim aracı ilk kez soyut bir olguydu; tarım toplumu topraktan, ticaret düzeni alış-verişten, sanayi uygarlığı ise somut metâ üretiminden kazanç elde etmişti. Oysa yeni üretim biçimi, bu tür somut üretimlerden uzaklaşarak elektronik sinyallerden türeyen enformasyonu kâr kaynağı haline getirmiştir. Artık kapitalizm, ana kazancını bu soyut verilerin işlenmesinden elde etmekteydi. Diğer yandan, enformasyon yalnızca bir ticari etkinlik aracı değil, aynı zamanda bir toplumsallaşma unsuruydu.
Günümüzün dünyası, bireylerin kendilerini toplumsal anlamda ifade etmek ve benzerleriyle ilişki kurmak için enformasyon etrafında örgütlendikleri bir düzen üzerine kuruludur. Buna göre, bireysel ve kolektif var oluşlarımız, enformasyon işleme becerimize göre tanımlanır. Her gün sayısız ve çok çeşitli enformasyon işlemekteyiz. Teknoloji geliştikçe daha fazla görsel üretip gerçekliğimizi bu grafik temsiller üzerinden yeniden kurmaktayız. Enformasyon işleme etkinlikleri aynı zamanda, en çok gereksinim duyduğumuz var oluş itkisini, toplumsal bağ kurma eğilimini belirlemektedir. Sanal gerçeklik rejimi içinde toplumsalın anlamı da hızla değişmiştir. Toplumsal bağ, artık mutlaka fiziki temas ya da yakınlık şeklinde tezahür etmeyebiliyor. Hatta toplumsal ilişkilerin önemli bir kısmı artık enformasyon cinsinden oluşuyor. Sanal düzlemlerde yeni toplumsal ilişki sistemleri ve ağları ortaya çıkıyor. Ancak bu sanal gruplaşmalar, modern-öncesi aidiyet çevrelerinden farklı olarak, tarihsel bir akışın parçası değiller; belli bir hedefe yönelik olarak, işlevsel ve kısa süre için var oluyorlar. Belli bir ilgi alanı (hobi, merak, meslek, araştırma, vb.) doğrultusunda, belli bir amaca yönelik olarak (belediyenin mahalledeki asırlık ağacı kesmesine karşı örgütlenmek, bir mağduriyete karşı dayanışma kampanyası düzenlemek, vb.), kolay yapılıp kolay bozulabilir nitelikte ortaya çıkan bu yeni toplumsal örgütlenmeler, günümüzde, insanların toplumsallaşma çevrelerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bir yandan kalıcı olmayan, anlıksal, bireyselliği önceleyen, ilgi veya çıkar temelli gruplar oluşmakta, diğer yandan, bu uçucu birimlerin içine dâhil olan bireyler, şaşırtıcı şekilde duygusal bağlar kurabilmektedirler. Böylece cemaat kavramı bir kez daha tarih sahnesinde önemli bir yer işgal eder hale gelmiştir. Ancak bu cemaat, tarihsel köklerle ve gelenekle belirlenen, çoğu zaman dinsel, etnik, bölgesel, kültürel birlik anlamına gelen baskılayıcı dayanışma birimi olan cemaatten belirgin bir şekilde farklılıklar arz etmektedir. Sanal cemaatler, başta özgürlük ve serbest ifade olmak üzere modern değerleri yoğun bir şekilde taşımakta, diğer yandan araçsal nitelikteki toplumsallaşma biçimlerinden beklenmeyecek bir duygusal yakınlığı barındırmaktadır. Günümüzde, cemaat ve cemiyet, zıt kutuplar oluşturmak yerine birbirinin içinde eriyen olgulara dönüşmüştür.
Enformasyon düzenini var eden teknik ve ideolojik temel, kuşkusuz tekno-bilimsel bir bilgi üretimi sürecinden bağımsız değildir. Her gün sayısız kez ve biçimde ürettiğimiz, ilettiğimiz, paylaştığımız, alımladığımız enformasyon, hızla gelişen teknoloji sayesinde mevcut belirleyici gücüne erişebilmiştir. Ancak bu sonu olmayan ve sürekli ivmelenerek büyüyen, bir potansiyeller toplamıdır. İnsanın çalışmasını kolaylaştıran, özellikle ameliye nev'inden işleri üstlenen, üstelik bunları hızlı bir şekilde sayarak (computus - ordinario) tasnif edip gerçekleştiren makineler, kat edilen teknolojik evrim sayesinde yerlerini, öğrenen makinelere terk etmektedirler. Diğer bir deyişle, elektronik makineler (bilgisayar), yalnızca kendilerine verilen komutları ifa eden edilgen enformasyon işleyiciler olmaktan çıkmakta, mantık kurucu teknolojik yapılara yerlerini terk etmektedirler. Böylece öğrenmeyi öğrenen, insandakine benzer bir zekâ modeli barındıran, üstelik bunu geliştirme becerisini edinen teknoloji uygulamaları ortaya çıkmaktadır. Yapay zekâ adını verdiğimiz, bu git gide özerkleşen yazılımlar, yalnızca insan beyni için zor ve zaman alıcı nitelikteki karmaşık işleri çözmekle kalmazlar; kendi var oluş mantıklarını üretebilirler. Böylece yapay zekâ ekseninde yeni bir toplumsal ilişkiler sisteminin biçimlenmesine tanıklık etmekteyiz. Cemaat ve cemiyetin iç içe geçtiği yeni toplumsallaşma biçimleri, yapay zekânın biçimlendirdiği ilişki düzenlerinden türemektedirler.
Modern toplumun en belirgin özelliklerinden bir diğeri de gözetim olgusudur. Michel Foucault, 18. yüzyıldan itibaren, suç ve cezanın rasyonel temellerde yeniden tanımlandığını, cezalandırmanın bedene eziyet çektirmekten uzaklaşıp ruhu disipline sokmak yönünde dönüştüğünü iddia etmiştir. Foucault'ya göre, modernlik, toplumu yeni bir sıralama mantığıyla tanımlamış, eski çağların şeref ve gelenek ölçüsünün yerine verimlilik mevhumunu yerleştirmiştir.
Böylece toplum hiyerarşisi, en verimsizlerden en verimlilere doğru bir yapılanma içine girmiştir. Verimlilik doğrudan rasyonellikle ilişkilidir; aklını en iyi kullanan, piyasanın mantığını en iyi içselleştiren, modern hiyerarşinin de en üst basamaklarına tırmanır. Bu nedenle modern toplum, aynı zamanda bir kapatma kurumları (institutions carcérales) toplamıdır. En verimsizler aklını kullanamayan akıl hastaları ve normlara uymayı reddeden suçlulardır; öncelikle onları kapatma kurumlarında tutmak, rasyonellik temelinde örgütlenen bir toplum için vazgeçilmez önemdedir. Ancak kapatma, verimsizlerle sınırlı kalmaz, farklı düzeylerde, farklı gruplar işlevlerine uygun kapatma kurumları içinde örgütlenirler (çocuklar okulda, askerler kışlada, işçiler fabrikada). Bu süreç, baskı ve otoriterliğin hâkim olduğu modern-öncesi çağlardan farklı olarak, bedenden ziyade ruhun denetlenmesini önceler. Bu ise, gözetimin görünmez bir bulut gibi bireyin ruhunda içselleştirilmesini gerektirir. Foucault bu çözümlemesini büyük ölçüde sanayi modernliğini temel alarak yapmıştır. Oysa günümüzün finans kapitalizmi modernliği, bu içselleştirilmiş disiplini bir düzey daha yukarı taşımış, otoriter bir merkezden çevreye doğru yayılan tek yönlü bir gözetimden ziyade (bu tür gözetim var olmaya devam ederek), eşdeğerlerin (örneğin açık ofis tasarımlarıyla aynı konumdaki çalışanların) birbirlerini denetledikleri, dağılmış ya da atomlaşmış gözetim yaygınlaşmıştır. Üstelik bu tür, belli bir merkezi olmayan, herkesin herkesi, enformasyon işleme becerisi ölçüsünce izlediği, ağ tipi gözetim, George Orwell'ın ünlü romanı 1984'teki gibi erişilmez otorite kaynağının (Big Brother) tebâyı baskıcı bir şekilde kontrol ettiği sisteminden belirgin bir şekilde farklıdır. Yeni gözetim mantığı, eşdeğerlerin karşılıklı denetimine dayalı olmakla kalmamakta, bunu bir eğlence ve oyun ekseni etrafında örgütlemektedir. İletişim ve enformasyon teknolojisinin sürekli olarak daha fazla eğlence içeren şekilde evrimleşmesi (fotoğraf, video ve yazılı ifade üretmenin hızla kolaylaşması, sanal bir toplumsallıkta bireysel olarak içeriklerin paylaşılması, sürekli komik, ironik ve şakacı ifadelere başvurmanın bir çeşit norm haline gelmesi, vb.), gözetimin git gide içselleştirilmesini, merkezsizleşmesini ve görünmezleşmesini sağlamaktadır. Bu aşamada, yeni bir cemaat mantığı bu yeni gözetim biçimiyle buluşmaktadır.
Elektronik ortamda geçici gruplar oluşturarak kurulan akışkan cemaatler, gözetimin eğlence üzerinden toplum hayatına nüfuz etmesini mümkün kılmaktadırlar. Etkileşimsel iletişim ağları (sosyal medya) bu gözetim-eğlence-cemaat bütünleşmesinin kurulduğu mecralar olarak, insan ilişkisinin yapılıp bozulabilir (eklenebilir, silinebilir, eşzamanlı olarak izlenebilir 'arkadaşlar') bir nitelikte tezahür ettiği en önemli toplumsallaşma ortamlarını sunmaktadırlar. Ortak bir cemaate mensup olunmasa bile, tüketici eylemlerimiz, bizi çoğu zaman anlık ve işlevsel cemaatlere dâhil edebilmektedirler (örneğin internet üzerinde bir kitap arar ve ısmarlarken, "bu kitabı beğenenler şunları da beğendi" ibaresinin cazip çağrısıyla birden geçici bir cemaatin parçası olmak). Böylece enformasyon toplumunun eylem mantığı, sürekli kesişen, çoğullaşan, işlevsel bağlar üzerinden sonsuz bir akış oluşturan geçici cemaatlerin etkileşimi üzerine kurulmaktadır. Bireyin benzerleriyle bağı, böylece hem çoklu ve değişken hem hedefe yönelik (ad hoc) ve süreksiz hale gelmektedir. Bununla birlikte, ağ halinde ilişkilerin gelişmesi, karşılıklı ve eşzamanlı bir gözetimin, gönüllü katılım üzerinden, tüketim aracılığıyla, eğlence ekseninde meşrulaşmasını, bir toplumsal norma dönüşmesini getirmektedir. Bu yeni eylem mantığının en iyi gözlemlenebildiği alanlardan biri kuşkusuz müzik dinleme platformlarıdır (music streaming).
Her ne kadar sosyal medya mecralarındaki gibi etkileşimi mümkün kılmasalar da, müzik dinleme platformları, sürekli olarak benzerlerimizle karşılıklı gözetim deneyimini sunmaktadırlar. Tanıdığımız ya da tanımadığımız sayısız başka dinleyici, çeşitli nedenlerle sanal ortamdaki cemaat mensuplarımız olabilmekteler. Bu eşdinleyicilik ("arkadaşların şunları dinliyor") herkesin aynı kaynaktan aynı iletiyi alımladığı kitle iletişimi olgusundan farklıdır. Merkezî bir katılığın yerini adem-i merkezî bir değişkenlik almaktadır.
Böylece farklı beğeni ve dinleme pratikleriyle aynı platformu paylaşan bireylerin hem amaç hem duygu birliğine tanık olabilmekteyiz. Diğer bir deyişle, artık bir arada var olabilmenin koşulu aynı saf kaynaktan (din, dil, kültür, bölge, etni, vb.) gelmek değildir. Nitekim çağdaş demokrasinin tanımı da, bu yüzden çoğunluğun iradesinin uygulanmasından ziyade, farklılıklara rağmen birlikte yaşayabilme erdemidir. Ancak bu, çok zorlu bir yol gibi görünüyor. Dünyada yaşamakta olduğumuz çatışmaların temelinde farklılığa tahammülsüzlük önemli bir yer kaplamaktadır. Çoğunluğun yönetimine dayalı temsili demokrasinin sonuna bu nedenle varmış görünüyoruz. Mevcut politik araçlar bu nedenle artık etkilerini yitirmiş görünüyorlar. Zira iflas eden bu eski politikanın, içinde türediği polis (πόλης) köklü bir dönüşümden geçmektedir. Yeni bir polis, yeni bir politika gerektirmektedir. Yeni politika ise, sanal deneyim üzerinden, henüz yordamını tam olarak geliştiremediğimiz doğrudan katılım esasına dayalıdır. Artık sıradan bireyin her konuda söyleyecek sözü olduğu gibi, bunu teknik anlamda çok kolay bir şekilde de ifade edebilmektedir. Ancak, bu konuşmanın henüz üzerinde uzlaşılmış bir normatif çerçevesi mevcut değildir. Yaşamakta olduğumuz iletişim ve demokrasi çelişkilerinin nedenlerinden biri, bu düzenlenmemişliktir. Bununla birlikte bu ağ halindeki cemaat örgütlenmesi içinde, birey, bağlamsal olmayan (bir türün veya üslûbun sâdık dinleyicisi olmamak, müzikal üretimlerin heterojenliği içinde 'sörf' yapabilmek, vb.) bir beğeni matrisi geliştirebilmektedir. Ancak bu mutlak özgülleşme, tam bağlantısız bir özerkleşme şeklinde değil, benzerlerin eşzamanlı gözetimi altında tezahür etmektedir. Diğer bir deyişle bir yandan bireysel beğeniler özgürce deneyimlenebilirken, diğer yandan, değişken ve gönüllülük esasına dayalı da olsa, bir cemaat yapısı içinde hem işlevsel hem duygusal bağlarla çevrili bir toplumsal var oluş söz konusu olmaktadır. Müzik dinlemek, artık belli bir türün dinleyicisi olmamak anlamına geldiği gibi, müzik tür, üslûp ve biçimleri belli bir toplum konumunu, sınıfı, ideolojik konum alışı imleme özelliğini önemli ölçüde yitirmişlerdir. Akışkan, değişken, kesip giden ve en önemlisi, benzerlerin gözetimi altında olagelen bir beğeni yapılanması (aynı anda yapı-bozunması) ortaya çıkmaktadır. Böylece birey, yeni toplum mantığında (polis) aynı anda hem çok özerk hem çok bağımlı hale gelmektedir. Müzik dinleme pratiği kadar bu büyük çelişkiyi en iyi simgeleyen mecraların başında gelmektedir. Bu yeni toplum mantığını, cemaatin bu çağdaş, ağ tipi, tezat üzerine kurulu yapısını elbette onun içinde toplumsallaşanlar en iyi şekilde algılamaktadırlar. Gençlerin bu çoğulcu etkileşim ortamının efendileri olduğu tartışılmaz.
Yıllardır sürdürdüğüm sosyoloji kuramı derslerinde edindiğim bir alışkanlığım var: Dönemin ruhunu hissettirmenin en iyi yolunun müzik olduğuna kâni olduğum için, ders konusu olan döneme dair müzik örneklerini (ders sonunda ortalama beş dakikalık bir örnek) dinletmekteydim. CD-çalar ve CD'leri sınıfa taşımakla başlayan bu serüven, yıllar içinde teknolojinin gelişmesiyle birlikte, yalnızca dizüstü bilgisayarı sınıfa götürmeye evrildi. Öğrencilerimden önemli bir kısmı, klasik müzikle ya da (Türkiye'yle ilgili derslerde) nitelikli makam müziğiyle ilk kez bu vesileyle tanışıyorlardı; aralarından bu şekilde yeni alışkanlık ve beğeniler edinenlerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değildi. Bununla birlikte dersin yoğun içeriği fazla izin vermediği ve herkesin aynı ilgiyi göstermek istemediği gerçeğini dikkate alarak, bu yıl ilk kez her iki dersim (Sosyolojik Düşünceler Tarihi, Türkiye'de Sosyolojik Düşüncenin Evrimi) için birer Spotify listesi hazırladım. Derslerde yeri geldikçe bu listelerden bazı örnekler verdim. Eğer meraklısı varsa, daha fazlasını sanal ortamdaki bu listelerden istediği sırada dinleyebileceğini belirttim. Beni şaşırtacak derecede meraklısı çıktı! Ara sıra öğrencilerimden gelen yorumlardan, bu listeleri takip edenler olduğunu ve genelde dinledikleri türlerin dışındaki bu örnekleri sevdiklerini anlıyordum. Yarıyıl sınavından kısa süre sonra, sınıfın en başarılı öğrencilerinden biri (aynı zamanda bu yazıların da en sıkı takipçilerinden) "hocam siz geçen gün Atiye dinlemişsiniz! Çok şaşırdım." dedi. Bir diğeri "Ajda Pekkan da dinliyorsunuz." diye ekledi. Bu kez ben şaşırmıştım. Bunca gözetim olgusu üzerine zihin odaklayan ve mürekkep tüketen birisi olarak, öğrencimin bu tespiti beni yine de şaşırtmıştı. Ağ tipi eylem mantığı, yeni bir cemaatleşmenin ve ona ilişik gözetim işlevlerinin yaygınlaşmasına yardımcı olmuş, bununla birlikte, bu meşruiyet genişledikçe, bunca ortada olan bu olguyu görünmezleştirmişti. Gözetim, Foucault'nun klasik modernlik için getirdiği çözümlemenin ötesine geçmiş, bir çeşit ikinci deri gibi giyinilen, doğallaşmış, içselleştirilmiş bir toplumsal davranış kipine dönüşmüştü. Cemaat hem bana sonsuz özgürlük tanıyor hem her eylemimi benzerlerin ('arkadaşlar') gözetimine sonuna kadar açıyordu. Bu uyarıdan sonra Spotify hesabıma dikkatli baktığımda yirmi üç kişinin beni izlediğini gördüm. Ben de hepsi tanıdığım olan bu genç insanlara ayıp olacağı düşüncesiyle (eski ahlâk!) bütün takipçilerimi takip etmeye başladım. Böylece, gençlerin neler dinlediklerini öğrenmekle kalmıyor, aynı zamanda ne zaman ne dinlediklerini, şu anda dinlemese bile en son ne zaman dinlediğini, hangisi neyi dinlerken aynı anda bir başkasının neyi dinlediğini (elbette karşılığında benim de ne dinlediğimi raporlayarak) kolaylıkla, bir kontrol kulesindeymiş gibi (panoptikon) görebiliyordum. Gençlerin beğenilerinin ne denli heterojen ve bu akışkan toplum mantığına ne denli uyumlu olduğunu görgül olarak gözlemleyebildim. Artık sınıfta çekingen bir sessizlikle dersi takip eden öğrencinin (başka müziklerin yanı sıra) nasıl bir Müslüm Baba meraklısı olduğunu, çalışkanlığı ve nezaketiyle beni etkileyen öğrencilerimin, belli bir sınıf beğenisiyle özdeşleştirilemeyecek kadar çeşitli dinleme tercihleri olduğunu (Vivaldi, Duman, Bill Evans, benim de gençliğimin caz ikonu olan Sade, sonra yine klasik, vb.), farklı karakterdeki öğrencilerimin aynı anda aynı sanatçıyı dinleyebildiklerini, ayrı şehirlerdeki kızlarımın (22 ve 16 yaş) neler dinlediklerini, birinin mimari proje çizerken nasıl sabahladığını, diğerinin Fransızca öğrenmek için nasıl Fransız müziğini keşfettiğini açıkça saat be saat izleyebiliyordum. Asıl dehşet verici olan, (bu konuyu eleştirel olarak inceleyen birisi olarak bile) bu pratiğin bana verdiği müthiş gözetleyici hazzıydı. Elbette bunun tek koşulu, sizin de gözetlendiğiniz gerçeğini ya göz ardı etmek ya benimsemekti. Gözetim, meşruiyetini bu hazdan, bu karşılıklı denetimin bir eğlenceye dönüşmesinden alıyordu. Bu meşruiyeti taşıyacak en uygun vektör de kuşkusuz müziktir.
Enformasyonun yalnızca bir araç değil, bir var oluş biçimi haline geldiği bu çağda, cemaat yeni bir biçim altında yeniden ağırlığını ortaya koyuyor. Ancak bu, tarihsel kimliğe mahkûmiyet anlamı taşıyan değil, bireyi hem özgürleştiren hem benzerlerinin gözetimine açan etkileşimsel bir şekilde ağda örgütlenen bir cemaattir. Ancak bu gevşek bir aradalık, aynı zamanda teknolojiyi de bir aktör haline getiriyor. Böylece yalnızca ben ve arkadaşlarım arasında insan-merkezli bir etkileşim oluşmakla kalmıyor, aynı zamanda, bana bu olanakları sunan teknik donanım, salt araç olmaktan çıkıp kendisi de oyuna katılıyor: Beni benden iyi tanıdığını iddia eden, beğenilerimi modelleyip bir cemaat mantığı içinde bunları yeniden biçimlendiren, beni algoritmalar halinde bir örüntüye dönüştürmeye çalışan teknoloji, etkin bir alternatif zekâ odağı olarak elektronik cemaatin en önemli parçası haline geliyor. Şimdilik bir çelişkiler ve karmaşa yumağı gibi görünen yeni toplumsalın kuruluşunu, onu içinden deneyimleyen gençler gerçekleştirecektir. Özgürlükle gözetimin nasıl uzlaştığını bize zaman gösterecek.
Ne dinlediğini biliyorum; o sırada ne yaptığını da!
ALİ ERGUR
1 Şubat 2020, İstanbul