Enformasyon teknolojisi, toplumsal ilişki biçimlerini ve davranış kalıplarını, tarihte hiç olmadığı kadar kökten dönüştürüyor. Herhangi bir elektronik ifade saniyeler içinde, akıl almaz miktarda ve çeşitlilikte çevrelere dağılıp bir araya gelmeyecek insanları ortak ama geçici hedefler etrafında buluşturabiliyor. Böylece kamuoyunun gündemi hem çok kısa sürede sanal gerçeklikte yayılarak belirlenebiliyor, hem bireysel girişimler düzeyinde şekillenebiliyor. Deneyimlediğimiz toplumsal, artık katı bir dışsal varlık (toplum) olmaktan ziyade, anlık temaslar ve ağ şeklinde bir ilişkiler sistemi içinde sürekli müzakere edilen ve yeniden yapılandırılan bir sürece dönüşmüş durumdadır. Sanal etkileşim ağlarında (esas olarak internet) hızlıca kendisine yer açan, enformasyon birimi olarak beliren kişi ya da olaylara 'fenomen' denmesi o kadar da tesadüfi değildir. Her ne kadar bu sözcük ilksel anlamından sapıp şaşırtıcı, özgün, beklenmedik, sürükleyici, hatta acayip, nevi şahsına münhasır, vb. gibi göndermeler yapsa da, temelde 'henüz tam şekillenmemiş ama belirmekte olan' bir olguyu tarif eder. Fenomen, Yunanca 'fenome' (φαίνομαι - görünmek) fiilinden türemiştir (φαινόμενο). Felsefi anlamda fenomen, görünmeye başlamış olan ancak tam olarak bir biçim kazanmamış, dolayısıyla kolayca nitelendirilebilecek, ölçülebilecek, sınıflandırılabilecek bir varlığa sahip olmayan durum ya da olguyu işaret eder. Böyle olduğu için, rasyonel ölçüt ve araçlarla anlaşılamaz; onun yerine daha ziyade duyular ve duygularla hissedilir. Melih Cevdet Anday'ın şiirindeki gibi: "Yaprağının altında yaprak / Göründü görünecek ucu". Diğer bir deyişle, fenomen, tamamlanmış ve yapılanmış değil, olmakta olan, olagelendir; bu özelliği ona, mevcut yapılanmışlıkları dönüştürme gücünü de kazandırır. Ancak bu son özelliğinin varlığı, kuşkusuz fenomen, kendi içinde az ya da çok bir varoluşsal sorgulama çabası içeriyorsa mümkündür. Toplumsal eylem, günümüzdeki gibi, ayrışıtırılabilir bir üretimle değil de, tüketimin sonsuz haz vaadi sarmalında tezahür ediyorsa, fenomen, yalnızca bu ânı (aşırı-yüklü şimdiki zaman) işaret eden yönsüz arzunun boş göstergesi olmaktan öteye gidemez. Gündelik hayatımızı neredeyse tamamen teslim almış olan 'sosyal medya', bu tür tüketim arzusunun iktidarsızlık (impotence) sarmalını tetikleyen 'fenomenler'le dolup taşmıyor mu? Çok büyük çoğunluğumuz, kendilerinden, salt madde tüketiminden ideolojik konum alışa kadar bir çok şeyi, ama aslında özetle herhangi bir toplumsal duruşu anlık bir şekilde (zira bir sonraki anda, bir diğerinin siren çağrısıyla başımız dönecektir) ödünç aldığımız fenomen kişilerin yarattıkları anaforda sürüklenmiyor muyuz? Hatta 'varoluş' kipimiz büyük ölçüde bu sürüklenmenin kendisine dönüşmüş değil mi?
Diğer yandan fenomen, aynı zamanda olageliyor olmasıyla dönüştürücü bir işlev de yüklenebilir. Bunun koşulu, eylemine düşünsel bir boyut katabilme becerisidir. Bütün varlıklarını tüketim eylemlerinin zincirleme görselleştirilmesinde bulan, izleyicileri nezdinde revaç buldukça ekonomik anlamda gönenen sosyal medya fenomenleri, bir kara delik misali, yoğun bir anlam soğurma odağı haline dönüşmekteler. Oysa, hayatlarındaki kapanmayacak boşluklara yama arayan insanların sisten can simitleri olmaya soyunan bu yapıntı-kişilerin dışında, felsefi anlamda fenomenal özellikleriyle sıradan olanı sorgulamamızı sağlayan başka türlü fenomenler de var. Kısa süre önce on sekiz Rap müziği sanatçısının bir araya gelerek ortaya çıkardığı 'Susamam' parçası ve video klibi buna en iyi örneklerden biri olarak verilebilir.
Rap, ne politik ne estetik anlamda belirgin bir saldırganlık içermeyen, ancak mevcut kurulu düzenden şikayet eden, bunu da kendine özgü bir karşı duruşla ortaya koyan hip-hop kültürünün müzikal ifadesi olarak tanımlanabilir. Hip-hop, her ne kadar etkin bir rahatsız ediciliği çıkış noktası olarak almasa da temelde öfkeli bir kültür dünyasıdır. Giysilerden, beden diline, hayat tarzından, zevklere kadar mevcut olan güzel anlayışının tersine çevrilmesini hedefleyen bir üslûp hip-hop'a hâkimdir. Ancak örneğin punk kadar köktenci bir dil ve duruşla değil, sıradanlıkların tersine çevrilmesiyle kendini ortaya koyar. Artık günümüzde bütün yapıbozumcu etkisinden sıyrılmış, stilize ve fazla banal bir jest haline gelmiş beysbol şapkasını ters takmak, başlangıçta acımasız rekabetin hâkim olduğu sermaye düzeninin fazla nizami dünyasına sakin bir karşı çıkışken, günümüzde kendi boş varoluşundan başka bir şeyi göstermeyen bir uçarı poz konumuna gelmiştir. Kapitalizmin en iyi becerdiği manevralardan biri, kendisine muhalif duruşları hızla içine alıp içeriğinden boşaltmak, bir de üstünden para kazanmaktır. Hip-hop'un aslında çok pragmatik nedenlerle ortaya çıkmış karşı duruş özellikleri, satacak yeni metâlar ararken onu iştahla içerecek bir kültür endüstrisi ve bağıllarına (örneğin moda) taze girdi sağlamaya yaramaktan kaçınamamışlardır. Hip-hop kültürünün alâmet-i fârikası olan fazla bol pantolonlar, yoksul (çoğu zaman siyahî) gençlerin, maddi olanaksızlıklar nedeniyle babalarının ya da ağabeylerinin eskilerini giyme zorunluğundan türemiş, ancak zamanla bir çeşit protesto estetiğine dönüşmüştür. Moda ve popüler kültür endüstrisi, hip-hop'un bu sessiz ancak keskin protestosunu dönüştürüp salt metâ olarak yeniden kalıba dökmeye çalışsa da, yapısal eşitsizliklerin yok edilmesi olanaksız olduğundan, bu yeraltı öfkesi hep bir zayıf topraktan fışkırır. Rap, bu öfkenin sarih ya da zımnî dışavurumunun en belirgin biçimidir.
Birçok pop müziği bestecisi ve şarkıcısının, artık epeyce tıkanmış olan ezgiselliğin ve düzleşerek neredeyse yok olma raddesine gelmiş armonik derinliğin çıkmazını, Rap'in yedeğine girerek aşmaya çalıştığına tanık oluyoruz. Ancak Rap, yapısal olarak zaten popu kurtarmaya yeterli olmayacak kadar tekdüze bir ritimsellik üzerine kuruludur. Müzikal anlamda en zayıf gibi görünen veçhesi, onun politik anlamda en güçlü silahı olmuştur. Oysa popun, nadir istisnalar dışında, güneş görmüş buz gibi erimesine yol açacak en zayıf tarafı, politik olana, en azından görünür bir şekilde, teğet geçmesidir. Popta genetik olarak mevcut olmayan (mevcut olmamasıyla 'pop' olur) politik tavrı Rap'te besleyen güç, derininde daima taşıdığı ve her fırsatta dışa vurduğu öfke sayesinde onu sahici kılar. Bu yoğuşmuş isyan, Rap'i söz-yoğun, ritim-yönelimli bir müzikal ifade haline getirmiştir. Rap'in ezgisizliği, ezgi kombinezonlarının tükenmiş olması nedeniyle değildir. Kaynakların akıl almaz derecede eşitsiz dağıldığı, adaletsizliğin kör kör gözüm parmağına yapılmasında egemenlerin hiç beis görmediği, kitlelerin oyalanması için önlerine fırlatılan tüketim oyuncukları ve onların filigranındaki şık sömürünün alabildiğince hayatı ele geçirdiği kapitalizmin bu en sinsi aşamasının küresel hayâsızlığına, en alttan ("Ganz unten") yükselen isyanın ne denli öfke dolu olduğunu kanıtlarcasına söyleyecek çok fazla sözü olduğundandır.
Sözün şiddetini maharetle kullanan Rap, politically correct olmanın sahte erdemini tersine çevirecek kadar açık (kimilerine göre fazla açık), doğrudan ve dürüsttür. Kuraldır: Bastırılmış olan mutlaka geri döner. Rap'in temsil ettiği bastırılmışlık ise derin yaradır; aynı oranda bir ayna resmi gibi, kendisini simgesel şiddetin ince oyunlarıyla evcilleştirmeye çalışan sermaye düzenine geri çarpan bumerang olur. Ancak Rap söylemini kuran duyarlılık, iyi okullara gidip ince terbiye almadığından, konuşması da o ölçüde filtresizdir; dönüştürücü boyutu da burada gizlidir. Rap çok konuşur; bolca vurgular; altını çizer; hem davul zurnayla hem sivrisinek-sazla kulaklardan zihinlere sızar. Rap'in sözünü duymazdan gelmek pek mümkün değildir. Bununla birlikte her çok konuşanın yaptığını genellikle yapmaz; kendi söyleminin ağırlığı altında ezilip anlamı buharlaştırmaz. Her sözcüğün, onca söz bolluğu içinde dahi, kamçı etkisi ayrı hissedilir. Zira müesses nizam beslemesi lumpen kabadayıların değil, sahici "öfkeli çocuklar"ın sözüdür. O yüzden, kendini mutlak egemen sananların eğreti iktidarı o öfkeden de o çocuklardan da korkar. Rap çok söyler, ancak söylenmez. Arabesk'ten en önemli farkı belki budur: Acıyı içte soğurmayı değil, rahatsızlığı dışa patlatmayı tercih eder. Böylece nesnel bir gerçekliğin bireysel bir istisna olarak psişik bir derinlikte emilmesi yerine, onu genelleşmiş bir öfkenin teklifsiz kamusal tezahürü haline getirebilir. Rap'in dili şiirsel (ya da belki şairâne) değildir; ancak tersine çevrilmiş sistem eleştirisi ve maskesiz bir duruşu olan poetikası vardır. Rap o yüzden rahatsız eder. Kültür endüstrisi onu bu yüzden, onca stratejiye rağmen, bir türlü tam anlamıyla ele geçirememiştir. Rap evcilleştirmeye direnebilen az sayıdaki muhalefet odağından biri olarak nitelenebilir. Ancak kuşkusuz bu özelliği mutlak değildir; popla kol kola girmenin konformizmini tercih edebilecek Rap müzisyenleri elbette vardır. Yine de, sözün bunca yoğun, yüklü ve eleştirel olarak yer aldığı bir biçim olması, onun başına buyruk kalabilmesini kolaylaştırır.
Rap'in ikili bir müzikal dokusu olduğunu iddia edebiliriz: Bir yandan yüzeydeki müzik hattı, ince mozaikli bir tablo gibi, on altılık, hatta otuz ikilik nota değerlerinde, ama ezgisel olmayan sözlerle döşenmiş, ritmi tekdüze vuruşlar ve kısa loop'lar olarak düzenleyen bir görünüm arz eder. Diğer bir deyişle, ezginin yerine onun sayısız küçük birime bölünmüş sözel izdüşümünü, kalp atışı gibi tek hatlı bir ritim üzerine yerleştirir. Ancak Rap'in diğer müzikal bileşeni, bu söz-yoğun, ritim-güdümlü, ezgisiz öbekle tam tezat içinde, uzun değerli notalar, yumuşak sayılabilecek ezgiler, belli bir rahatlama ve uyum duygusu uyandıran akışa sahip ezgidir. Rap, onu doğuran toplumsal koşulların kutuplaşmış ve kutuplaştırıcı (örneğin bir yandan ahlâklı ve uyumlu insan olmaya çağıran dinsel-politik-kültürel söylemler, diğer yandan içinde yaşanılan toplumsal ve ekonomik koşulların acımasızlığı karşısında hissedilen isyan) özelliğini doğrudan inşa ettiği müzikal dile taşımıştır. Bu nedenle Rap salt öfkeli sözler dizisi değildir; söz yoğunluğu-ezgi yokluğu-sertlik ucuna karşı ezgisellik-yumuşaklık ucuyla kurulan karşıtlıklar dengesinin kendisidir. Rap öfke-şiddet-dışavurum sarmalına indirgenemez; ancak bununla tam zıtlık içinde bulunan bir müzikal dokuyla birlikte oluşturduğu bütün içinde asıl anlamını ve vuruculuğunu kazanır.
Elektronik etkileşim içinde hızla yayılan 'Susamam' fenomenin başarısı, kuşkusuz içinde bulunulan siyasi ortamın ve onun yarattığı endişe halinin özellikleriyle yakından ilgilidir. Ancak Rap'in doğasından kaynaklanan öfkenin, Türkiye'nin sınırlarını da aşan adaletsizliğe ve şiddete (ekolojik felaket dâhil) yalın bir ayna tutması, bunun ise toplumsal bir karşılık bulacak meşruiyet zemini yakalamış olması önemlidir. Rap'in dobralığının yerini alabilecek başka bir biçim ve üslûp ufukta görünmediği için, göz göre göre, insan aklıyla alay edercesine sahnelenen demokrasi pastişinin eleştirisini yapan Susamam, hızla elektronik ortamda yayılıp milyonlarca dinleyiciye ulaşabildi. İdeolojik altyapısı mükemmel kurulmuş bir siyasi bilince tekabül ettiğini iddia etmek elbette doğru olmaz; dolayısıyla yanlış tanılar da içeren bir yaklaşımın varlığını yadsıyıp Rap'i (özelde 'Susamam'ı) gereksizce yüceltmek de doğru olmaz. Bununla birlikte medya ve eğitimsizlik anestezisi altındaki ruhları sarsacak bir etkisi olduğu da bir vakıâ gibi görünüyor.
Yeni bir çağa girdiğimiz artık açıkça belli oluyor. Bu yalnızca özgürlükler, iletişim ve küresel kültür alış-verişi çağı değildir; karanlık yüzünde şiddet, adaletsizlik ve sömürünün bin bir türünü barındıran bir çelişkiler çağıdır. Rap yalnızca sözleriyle değil, müzikal dokusuyla da bu çelişkilerin hem ürünü hem eleştiricisi olarak, taşlaşan vicdanların, ezilen ruhların, yağmalanan kamu kaynaklarının, kirletilen doğanın ve genel duyarsızlığın tetiklediği gizil öfkeyi kendisinin kılıp dışavurmayı başardığı için sahici bir fenomen oldu. Her ne kadar projeye destek veren on sekiz Rap sanatçısından bazıları, kısa bir süre sonra, kimi siyasi baskılardan çekindikleri için olsa gerek, pişmanlıklarını ya da yanlış anlaşıldıklarını duyurdularsa da, Susamam kolektif çalışmasının fikrini geliştiren sanatçı Şanışer, git gide daha etkileşimsel hale gelen toplumsal eylem alanına önemli bir kayıt düşmüş oldu. Elbette bir Rap şarkısının mucizeler yaratacağını, ahlâksız ve gayri-insani neo-liberal saldırıyı tek hamlede alt edebileceğini düşünemeyiz. Ancak toplumsal tepkileri, doğru zamanda ve doğru biçimde ifade ederek, sorumluluğunu yerine getirdiğini iddia edebiliriz. Belki bir düşünsel kıvılcım çakıp atâlet perdesini aralamaya yardımcı olmuştur.
'Susamam' sözünün anlamının yılgın bireyin zihin alanında çakması bile bir kazanımdır. Bunu da belki bu şiddet koşullarında ancak Rap yapabilir. Zira Rap tarihi sözle dağlar. Söylediklerinin şiddetiyle değil; söylemediklerinin öfkesiyle...