Şunun şurasında bitmesine az kalan yılın acelesi varmış gibi peş peşe yanına çağırmakta sanatçıları. O bilinmezlerle dolu büyük boşluğa. Günlerdir hastanede olduğunu bildiğimiz Adnan Turani de aynı kervana katıldı. Aralık ayının 16’sını 17’ye bağlayan gecesi biten bir yaşamı anlatmanın güçlüğü var şimdi. Yazıya başlık ararken sözcükleri seçebilmek de ayrı bir sorun. Galiba en kestirmesi bu oldu. Çünkü onu anlatabilecek en yoğun anlam bunlarda gizli. Sanatla yoğrulmuş bir yaşam, tükenmez bir entelektüel kaynak ve aralıksız araştırmayı seven bir ressam. Onu tanımlarken, bu iki yönünün birlikte ele alınmasındaki gerekliliği unutmamalı derim.
Benim için önceliği öğretmenim oluşu. Hiç kuşkusuz sayısı binlerle açıklanabilecek öğrenci yetiştirmişti. Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü birinci sınıftayken bir yıl süreyle desen çalışmanın kazandırdığı disiplini yok sayamam. Ama daha ilginci onunla daha öncesinden dolaylı tanışmamız. 1965 yılında Adıyaman Lisesi’nde öğrenciyken gazetede okuduğum bir duyuru dikkatimi çekmişti. “Sanat ve Sanatçılar” adlı bir derginin Ankara’da yayımlanmaya başladığını okudum. Oturup bir mektup yazarak dergiyi nasıl edineceğimi soruyorum. (Henüz bilgisayar olmadığı için klasik mektup yazımı var.) Bir süre sonra gelen yanıtta derginin ilk üç sayısının tükendiği, beni dördüncü sayıdan başlayarak sürdürümcü olarak not ettiklerini, bunun için de şu kadarlık posta pulunu kendilerine yollamamı istiyorlar. Belirtilen tarihten sonra her ay merakla bekliyorum siyah-beyaz dergiyi. Dergiyi çıkaranlar Adnan Turani ve Remzi İnanç. Değişik sanatçı yapıtlarının yer aldığı sayfalarda, elbet, konuya ilişkin inceleme yazılarının bulunması kaçınılmaz. Lisedeki bir öğrencinin sanatla buluşması işte..
İki yıl sonra sınavları kazanıp Resim Bölümüne adım attığımız ilk gün o anıtsal yapının sanat tarihi amfisinde toplanıyoruz. Oldukça ciddi bir öğretmen hepimizi tanımak için sorguya başlıyor. Ad soyad, nereden geldin, resim öğretmenin kim soruları herkese tek tek sorulmakta. Adımı söyleyince iki yıl öncesinden bir mektup aracılığıyla başlayan ilişkiyi anımsamaz mı? Oysa bir yığın insanla tanışmış, sayısız öğrenci yetiştirmiş birisinin bu bellek zenginliği karşısında şaşırmadım değil. (Bu benim için çok özel bir anı.) Böylece başlayan tanışıklığımız bugüne değin kesintisiz sürdü. Kimi kez öğrenci-öğretmen, kimi kez de aynı alanı paylaşmanın getirdiği dostluk çerçevesinde. Bir yığın anı, birbirinden ilginç olaylar zinciri içinde paylaşılan onca zamanı anımsayınca yaşamımın nasıl da zenginleştiğinin ayırdına varıyorum.
Yalnızca kitaplığımda duran kitaplarına bakarak onlar üzerinden yapılan tartışmaları yazmak bile sayfalar tutar. Sözgelimi 1960 tarihini taşıyan “Modern Resim Sanatının Gerçek Çehresi.” Onu izleyen öteki yapıtları. Onlarca kitaptan yansıyan sanat sorunları üzerine yorumlar. Hemen 1970’lerin başında çıkmış olan “Dünya Sanat Tarihi”. Bunu, sonraki yıllarda izleyen geliştirilmiş baskıları izleyecektir. Ve ötekiler. Sanatla ilgilenenler için hiç birisi bilinmez değil.
Dünyadaki sanat hareketleri ile onların gerisinde yatan düşünsel temellerini irdeleyen yorulmak bilmez bir araştırma merakına sahipti Turani. Çoğunlukla, salt bir bağımsız oyun alanı olarak görülmeye alışılmış sanatı toplumsal kökleriyle düşünmeye çağıranların önde gelenlerindendi. Bu bakımdan ekonomi, politika ve toplumsal yaşayış biçimleri ile kendi alanının bağları üzerinde kafa yoran bir sanat adamı örneği olarak gösterilmesi boşuna değil. Değinilen özellikleri anımsarsak günümüzün karmaşık gibi görünen olaylarının bilincine varmak daha bir kolaylaşacaktır. Bu bağlamda ele alınması gereken iki sayfalık “Ne Oldu Sanat Denilen O Büyüleyici Gizemli İşe?” yazısı bile günümüzdeki kafa karışıklığına karşı verilmiş en kestirme yanıtların başında gelmeye devam ediyor. İlginç yazının bir tümcesini buraya alarak bu yargıyı desteklemek istiyorum: “Böyle bir durum karşısında, ülkemiz sanatçılarının, ne yapacaklarına ilişkin bir soruyu kendilerine sorması gerektiği açıktır. Acaba Türk sanatçısı dışardan yabancı kökenli akımlar ithal etmek yerine, bizzat kendilerine ait olabilecek yeni sanat anlayışları yaratamazlar mı?”
Görüldüğü gibi sorunun temelinde yatan asıl endişe kaynağına tutulmuş bir ayna var burada. Günümüz çağdaş sanatını besleyen düşünsel altyapıyı yok sayarak üzerine kurulacak her anlayış köksüz ve taklitçi olacağının kesin bir saptaması. Kendisinin çok iyi özümsediği batı sanat anlayışından çıkılan bir yolda resmin temel sorunlarını çözümlemeli bir mantık süreci ile aşma çabasını hiç terk etmeyecektir sanatçı. Biliyoruz ki, söz konusu süreç hep çalışma ve daima araştırmaya dayalı bir yaşamla özdeşleşti. Kuşkusuz onun üzerine söylenecek çok söz var. Dolu dolu geçen bir yaşam, sanatla solunan zamanlar ve düşüncelerini aktararak kendinden sonrakileri aydınlatmaya devam edecek bir kimlik. Kararan bugünlerde sayıları giderek azalan aydınlık insanlara ne çok gereksinimimiz var. Adnan Turani’nin eksikliğini, düşünceleriyle bir ölçüde olsun azaltabiliriz belki…