Sanatın sonsuzluğu içinde kimi zaman bir yerlere takılıp kalmanın bizleri ilginç yerlere sürüklediği gerçektir. Yaratılmış onca yapıt arasında çıkılan bir gezi hiç akla gelmeyen düşüncelerle yüzleştirebiliyor bizleri. Her dönemin kendine özgü koşulları, yüzleri ve kişilikleri olduğunu unutmayalım. Onları tanıdıkça gerisine sinmiş öyküleri öğrenmek bakışımızın değişmesine neden olur. Sıradanlıktan kurtulup daha bir yakınlaşır bizlere. Görünen yüzün gerisini dolduran kültürel katmanların varlığıyla daha bir zenginleşir insan. Ve daha da önemlisi, geçen uzun zaman aralıklarına karşın kimi anlayışların asla değişmediğine tanık olunur. Tarihsel süreç içinde, ne denli geride kalmış olsa bile güncelliğin damarlarında gezindiğini biliriz. Daha bir yakın sayılır bu yönüyle o karşısında büyülendiğimiz yapıtlar.
Sözü bu noktaya getirmenin gerisinde İspanyol ressam Francisco Goya’nın (1746-1828) çok bilinen bir resmi olduğunu baştan söyleyelim. Yukarıda çerçevesi çizilmeye çalışılan anlayış yalnızca burada değinilen tabloyu bağlamıyor doğallıkla. O genel bakışı sanatın her alanı ve yapıtı üzerine uygulamak olanaklı. Bu açıdan bakıldığında sonsuzluk kavramının belki de en iyi sanat için kullanılabilir oluşu akla gelmez mi?
Galiba en iyisi buradaki Goya resmine dönerek konuyu somutlaştırmak olmalı.
Söz konusu resim “İspanya Kralı IV. Charles ve Ailesi” adını taşıyan 1800 tarihli tablo.
Ama daha önce sanatçının sanat yelpazesine baktığımızda karşımıza çıkan görünümdür. Yaşadığı dönem ve topluma tanıklık ettiği resimleri dışında karabasan düşlerine uzanan gerçeküstü düzenlemelerine değin zengin bir çeşitlilik karşılar bizleri. Kimi çalışmalarının tarihsel bir belge özelliği taşıdığı bilinir. Daha önce bir başka yazımda değinildiği için bu gruba örnek olarak “3 Mayıs 1808 Kurşuna Dizilenler” in adını vermekle yetinelim yalnızca. Portreleri ve politik içerik taşıyanları da unutmamak gerekir. Saray ressamlığı görevini üstlendiği için o çevreden aldığı değişik düzenlemeleriyle de dikkatleri çekmiştir. Genel bir değerlendirme ışığı altında sanatçının eleştirel bir bakışı olduğunu söylemek olası.
Bunlar içinde en dikkati çeken resmi ise az önce adı geçen yapıtıdır.
Saray ressamlığı dıştan görüldüğü gibi sevimli bir iş olmamalı. Buyurganın istediği resimleri yapmanın, onun beğenisi doğrultusunda işlere imza atmanın, sanatçı gibi başına buyruk bir kişi için albeniden uzak olduğunu söylemek için bilici olmaya gerek yok. Durumu kurtarmak adına dönemin sosyo-kültürel yapısı kadar politik yapısının göz önünde bulundurulması gerekliliğini unutmuş değilim. O yüzden Goya gibi bir sanatçının içindeki karşı çıkma duygusunu bir yerlere iliştirdiğinin izlerini fazla uzaklarda aramamalı.
Şimdi durup bu tabloda yer alan yüzlere dikkatlice bakma zamanı.
İspanya’ya hükmeden bir kralı ailesiyle birlikte topluca gösteren düzenlemede bir şeyler yerli yerine oturmamış gibi. Bu oturmamışlık duygusunun, sanatçının ustalığını eleştirir bir açıdan olmadığı açık. O yönüyle mükemmel bir yapıt. Tersine, sanatçı bu resmi yaparken yetkinliğini tam da hedeflediği doğrultuda, aklından geçenleri yansıtmak adına kullanmıştır.
Nedir öyleyse bu gizlenen anlam yüklemesi?
Birçok sanat tarihçinin üzerinde birleştiği kanıya göre gerek kral gerekse eşinin duruşlarında o soylulara özgü çizgilerin yer almadığıdır. Krallar için, içinde yetiştikleri ortamın onlara yüklediği soyluluk davranışlarından uzak görüntülerin sanatçının keskin eleştirel bakışının izlerini taşıdığı açık. Kral ve geniş ailesinin duruşları, bir resme konu olmaktan çok piyangodan büyük ikramiye kazanarak birdenbire zengin olmuş bir grubun ne oldum durumunu yansıtıyor. Ellerine geçen parayla alışverişe çıkıp aldıkları süslü püslü giysilerle ortalıkla dolaşan bir aile karşısında bulunduğumuzu anımsatıyor bize sanatçı. Ve aynı zamanda o görkemli yaşamın gerisine sinmiş sıradanlığı, bayağılığı göstererek onlardan intikamını da alıyor. Bu da gösteriyor ki, adına kral, sultan ya da başka bir şey denen buyurganların her zaman, işgal ettiği makamların değeriyle eşleşmedikleri yolunda. Geçmişinde belli bir kültürel olgunluğun bulunmadığı bu tür yöneticilerin IV. Charles örneğinde olduğu gibi sindirilmemiş bir yetki ve güç gösterisiyle topluma korku saldıkları unutulmamalı. Kralın üzerini süsleyen pahalı kumaşlar, nişanlar ve her tür zenginlik belirtisi nesne, iğreti bir maske gibi gerideki kişiliği örtmekte kullanılıyor.
Sanatçının ironik gücü işte bu noktada aranmalı derim. Olanla, olması gerekeni bir arada ve belli etmeksizin yansıtmak az bir yetenek mi? Yüzyılların gerisinden bakıldığında bugün elimizde kalan kralların savurganlığı değil ama sanatçının elinden çıkanlardır. Onlar, yaşadıkları çağda buyrukları altındakileri kullanarak yükseldiklerini unuttuklarında tarihin arka odalarındaki yerlerini alırlar.
Tarih onları ancak sanatçı üzerinden anımsar ve değerlendirir.
Dün de böyleydi bugün de…