Sanat ve Günah
Bir ideoloji alanı olarak dinler, genişlemek kaygısıyla hareket etmeyi sever. Çünkü eninde sonunda bir iktidar olma sorunudur bu. Daha çok çoğalmayı önermeler, kendilerinden olmayan din yandaşlarını yok etmelerin ardında yatan güdü bundan başkası değil. Her yere egemen olarak uzanmak. Yapılacak ve yapılmayacakları buyurmak asıl amaçtır. Oysa tek tanrıya dayandırılan (tümü de Ortadoğu çıkışlı) dinlerde en doğruyu kendi tanrılarının temsil ettiğini söyleyerek, inandıkları “tek” tanrının öteki dinlerini yadsımış olmuyorlar mı? Burada önemli olan sorun, ilgili inanç çemberindeki kalabalığın, yöneticiye bağlı/bağımlı şekilde koşullanmasını sağlamak. Değinilen süreçte düşünceye yer yoktur. Yalnızca kayıtsız koşulsuz baş eğme vardır. Onun için de kurallar bir yerden sonra şablonlara dönüşür. Giderek tek-kalıp yöntemiyle bireyin bilinci yok edilerek kalabalığın içinde erimesi sağlanmış olur.
Sorunları büyük olan toplumları en ideal biçimde yönetmenin, bu yolla gerçekleşeceği açık. Kitlenin çağdaş yaşama istemlerinin önünü keserek çözümü bir ütopik dünyaya havale etme ve insanları buna inandırmak için çaba harcanır. Çağa uygun eğitim bu nedenle engellenir. Sanatın dışlanması da salt bu nedenle değil midir?
Bağımsız düşünceyi, kendisine dayatılan tek çıkışlı yaşam alanının dışında yeni kapıları öğretir sanat. Aslında onun alanı dinlerle ilgili değildir. Ancak dinler yayılma dönemlerinde ondan yararlanmayı bilmişlerdir hep. Hristiyanlık dünyası başlangıçta okuma-yazmanın az olduğu yıllarda ressamlara kutsal kitaptan öyküleri resimlemesini istemişti. Bugün sanat tarihinde coşkuyla izlenen birçok yapıt o günlerin izlerini taşır. Yani sanatın, dini kendi alanı dışında düşünmesine karşın din, tam ters doğrultuda davranır.
Her dönemde yöneticinin istediği, belirlediği kıvamda bir toplum yapısıdır. Verilenle yetinen, fazla düşünmeyen ve insanca yaşamayı bir başka ütopyaya erteleyen insan modeli.
Kolay yönetmenin en kestirme yolu.
Böyle bir politikayı uygulamaya sokmanın, hele orta yerde kalabalık bir ulus varsa onu böyle şekillendirmenin ustaları çok ötelerde bulunuyor. Türkiye’de görev yapan ABD’li Nato irtibat subayı Preston Hughes’in 12 Eylül yönetimine verdiği reçetede okullardaki Atatürkçülük konularının azaltılması ve İslamlığa daha çok yer verilmesini istemesinin nedeni bugün iyice anlaşılıyor artık. Bir ülkenin bir başka ülkeye böyle buyruklar verebilmesinin tek açıklaması var. Durumu anlatacak en güzel kavram, arada bir ast-üst ilişkisinin varlığıdır ancak.
O günlerden döşenen taşlar bugünkü yapılanmayı ortaya koydu. Büyük Ortadoğu Projesiyle (BOP) işlenen işgal ve yeniden şekillendirmeler o süreçte kuluçkaya yatırıldı.12 Eylül yönetiminin ürettiği “Türk-İslam Sentezi” söylemi bir eşikti yalnızca. O eşiği geçip “Türk” kavramı atılarak bugünlere ulaşıldı. Artık “Türk” yok. Onun yerine yalnızca varsa yoksa Arap ideolojisi. “Efendi” ve “kul” kavramlarının bolca kullanıldığı söylemlerle uyuşturulmuş bir toplum yapısındayız.
Sanat tam da böyle ortamlar için var.
Toplumu uyandırmak, ona dayatılan kalıpların dışında daha aydınlık bir dünya olduğunu göstermek için haykırıyor. Çağdaş yaşamın olanaklarından alabildiğince yararlanmayı istiyor. Bunları yapınca da şimşekleri üzerin çekiyor. İşte bunun son örneği geçtiğimiz günlerde Doğu Anadolu’da bir ilimizde görüldü. İlde düzenlenen resim, şiir ve kompozisyon yarışmalarında dereceye giren öğrencilere ödülleri verilirken valinin oldukça özlü(!) konuşması gazetelere şöyle yansımış:
“Bizim “sanatçı” dediğimiz kişiler, ağırlıklı olarak bu toplumun değerlerine ters olmuşlar. Bu toplumun değerlerini küçümsemişlerdir. Bir kısmı aşağılamış. Bu toplumun değerlerine ters şeyler yapılmış. Dolayısıyla toplum sanat alanından kendini biraz çekmiştir. Sanki bir günah alanı gibi, günahkârların yapmış olduğu iş gibi, kendini çekmiştir. Vali, Allah’ın verdiği yeteneğin güzel işler için kullanılmasını istedi.” (Cumhuriyet, 16 Aralık 2015)
Bu konuşmadaki en doğru yer, toplumun sanat alanından kendini biraz çektiği bölüm. Bir de sanatçının toplumun değerlerine ters düşme konusu var. Onların anlayışına göre toplum değerleri kendi kafalarındaki dogmatik ezberci sistem. Efendi-kul söylemi üzerinden yürütülen böylesi bir anlayışın özgürce yaratma eylemini düşman bellemesinden daha doğal ne olabilir? Toplum çoğunlukla, son yirmibeş yıldan beri uygulanan ekonomi politikaların eşliğinde tam da adı geçen albayın istediği kıvama sokulmuştur. Belki bu döneme yeni bilgisizlik ya da daha anlamlı olabileceğinden hareketle Neo-Cahiliye (!) dönemi denilebilir. Üniversitelerden başlayıp kamunun her kademesinde önceki dönem izlerinin silinmesi, eğitimin dinselleştirilmesi bu bağlamda ele alınmalı. Okur gibi yaparak ezberlemeye dayalı bir anlamama tuzağındayız. Artık, Atatürkçü anlayışın çağdaş ve sanatı önemseyen yapısının çok uzağına düşürüldük. Her şeye “günah”ın tek penceresinden bakar konuma getirilen bir anlayışa sahibiz. Gerçek günahlar el çabukluğuyla görünmez edildi. Onun yerine böyle, aslında günah olmayan sanal hedefler göstererek kalabalıkların yönlendirildiğine tanık oluyoruz. Vali, Tanrı Allah’ın verdiği yeteneği güzel işler için kullanılmasını isterken ne tür güzellikleri hedeflediğini açıklamamış. Belli ki sanat yerine “güzel işler”i seçerken onun düşüncesine göre sanatı günahla özdeşleştiriyor.
Peki, sanatın günah sayılması nereden kaynaklanıyor? Günah sözcüğü sözlüğe göre dinsel suçu imler. Ortadoğu’lu Tevrat’a bakılırsa “kendin için oyma put yapmayacaksın” buyruğu var. Amaç, peygamber Musa’nın kendi toplumundaki buzağı heykeline tapınmayı yasaklamak. Ana kaynak Tevrat olunca ondan sonra gelen Hristiyanlık ve İslamlık dinleri benzer kuralları alarak kendi yollarına devam etmişler. Oysa sanatın tapınma gibi bir eylemsel amacının olmadığı çok açık. Tersine o, düşünce kapılarının önündeki engelleri kaldırmayı hedeflemiştir. Dinsel güdülerle hareket ettiğini sananlar için en büyük tehlike de burada zaten. Sanatsal düşüncelerle beslenen bilinçler için “tek”li şablonun geçerliliğinden söz edilemez. Kitleleri afsunlayarak saltanat sürdürmek isteyenler için sanatın tehlikeli oluşu salt bu yüzden. O nedenle, yukarıdaki yöneticinin bir büyük oyunun parçası ve sürdürücüsü olduğunu bilmeden sanata karşı çıkışını bu açıdan değerlendirmeli. Çünkü onlar böylesi bir program için kurgulanmışlardır.