Ankara’nın en eski ve köklü yayınevlerinden birini söylemek gerekirse Bilgi Kitapevi/Yayınevi adı mutlaka anımsanmaz mı?
İlk gençlik yıllarımızdan beri uğrak yeridir.
Ankara’nın tam göbeğinde sayılır. Kızılay’a varıp Sakarya Caddesine dönüldüğünde hemen biraz ileride sağda çıkar karşımıza. Vitrinine dizili kitaplara, hele de yeni çıkanlara bakmak büyük bir mutluluk kaynağıdır meraklısı için.
Durup dururken nereden çıktı bu diye soranlar olur mutlaka.
Doğrudur.
Boşuna değil akla düşmesi.
Bilenler bilir. Onun kurucusu ve her şeyi olan Ahmet Tevfik Küflü vardı.
Dört yıl önce kaybettik.
Kültürlü ve birikimi olan bir insan. İşi gereği birçok sanatçıyla yakın ilişkileri olmuştu. Haftanın bir günü kitapevine gelir, giriş kapısının tam karşı köşesindeki sandalyesinde otururdu. İşte o günlerdeki kimi konuşmalarımızda ana tema hep sanat ve sanatçılar olmuştu. Bunların bir bölümü belki başka yazıların içeriğini oluşturabilir.
Şimdi anımsayarak buraya alma nedeni geçen günler kaybettiğimiz Çolpan İlhan’la ilgili.
Onun tiyatro ve sinema sanatçılığı üzerinde epeyce konuşuldu. O yönü üzerinde durmak benim alanım değil. Daha az bilinen ama oldukça önemli bir durumu bir yerlere yazarak unutulmasını önlemek adına değinmek istiyorum.
Çolpan İlhan, Attila İlhan’la kardeşti.
Attila İlhan’ı da tanıtmağa gerek yok. Uzun yıllar Bilgi Yayınevi’nde çalıştığı için her hafta gelir giderdi Ankara’ya. (Aynı şekilde Bedri Rahmi Eyuboğlu da gelenler arasındaydı. Ayrıntısına girmiyorum. Dediğim gibi ayrı konular)
Attila İlhan, ozanlığıyla olduğu denli düşünür yanıyla da çok sayıda yapıt vermiş bir aydın. Okunduğu zaman oldukça tartışılan ama hep ufuk açan yazılara imza atmıştır. Bugün bile saptamalarındaki doğruluk payını gördükçe ona hak vermemek elde değil.
Nasıl olduysa, bir dönem TRT televizyonu da ekranlarını açtı ona. Her hafta belli bir saatte ünlü kasketiyle oturduğu yerden görüşlerini dillendirir olmuştu. Yalın bir anlatım, hedefi belirlenmiş bir konuşma biçemiyle ele aldığı yakın tarihimizi yeniden ve onun düşüncesiyle öğrenir olmuştuk.
Bizde böyle yaklaşımlar büyüklerimiz(!) tarafından pek sevilmez. “Benim oğlum bina okur” hesabı ezberin dışına taşan düşünceler hemen kıstırılır. O güzel izlence de kurtulamadı bu anlayıştan. Yayına son verildi.
Bu arada yazarın kitapları da Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmaya başlamıştı. “Hangi..?” diye değişik kavramların sorgulanmasını başlatan serinin dışındaki roman ve şiir kitapları birbiri ardı sıra çıkıyordu. 2005 yılında kaybıyla başlayan süreçte kitaplarına olan ilginin dışında televizyonlardaki konuşmalarının da kitaplaşması gündeme geldi. Geniş bir okur kitlesi o konuşmalarda geçen olayları daha kalıcı olan kitap sayfaları arasında görmek/okumak istediğini bildirmişti yayınevine.
O günlerin konuşmaları arasında Ahmet Tevfik Bey Çolpan İlhan’a durumu aktardı. Aldığı yanıt oldukça şaşırtıcı.
Şöyle ki, Attila İlhan, o televizyon ekranı karşısında yaptığı konuşmaların hiçbirisini önceden yazmıyor. (Şimdilerde cam ekrana düşürülen yazıları yanlış okuyanların kulağı çınlasın!) Stüdyoya girerken değineceği temayı belirledikten sonra kameranın çalışmasıyla birlikte canlı yayında anlatacaklarını sıralıyor. Anımsanırsa, o konuşmalarda en küçük bir dil sürçmesi, yineleme ve bocalama belirtisine rastlanmaz. Tam tersine, sağlam bir mantık, tutarlı bir bakış açısı, rahat bir anlatımla sürdürülen olaylar dizisi.
İşte böyle bir süreçte ortaya çıkan izlenceleri yazıya dökmek için yayınevi ile yazarın kardeşi arasında ilkesel bir anlaşma yapılır. Çolpan, kardeşinin tüm televizyon konuşma bantlarını teker teker izleyerek oradaki sözleri yazıya geçirecekti.
Yazıda adları geçen üç kahramanı sırasıyla yitirdik. En son yitikle birlikte yapılması planlanan önemli bir tasarımın yarım kalışına üzülüyor insan. Düşün dünyamızın bir kanalı böylece eksik kaldı. Ayrıca topluma renk veren bu kimliklerle birlikte kültür dünyamızın bir bir eksilmesi giderek kararan bir dünyanın önüne getirip bırakıyor bizleri.