Kitle iletişim araçlarında dolaşan bir habere göre bu kez de Rize’deki kent alanında bulunan Atatürk anıtının sorun olduğu anlaşılıyor.
Sözde kamuoyu aldatmacasıyla halka gidilerek söz konusu anıtla çay bardağı arasında bir seçim yapılması istenecekmiş.
Açıklamaya göre şu an böyle bir karar alınmadığı yollu bilgiler sızdırılıyor dışarıya. Öncelikle ortaya atılan sözlerle, kamuoyunun tepkisini sınama amacıyla bir süre bekledikten sonra asıl uygulamaya geçileceğini önceki başka örneklerden anımsayalım.
Ülke genelinde zamana yayılmış uygulamalara bakılırsa, önceleri sinsice olan söz konusu düşünceleri, kazanılmış mevzilerle birlikte açık bir saldırıya dönüşmüştür. Dün de böyleydi, bugün de böyle…
Tek tek hedefler üzerinden yapılan saldırılar heykel sorununu yeniden düşünmemize neden oldu.
Rize’deki kaldırma girişimi olur ya da olmaz.
Önceden bir şeyler söyleyerek geleceği kestirmek olanaksız. Ancak genel uygulamalara bakıldığında olması akla daha yakın. Belediye Başkanı’nın sözleri yeterince açık zaten: “Atatürk heykeli kaldırılmıyor, inşaat süresince valilik tören alanına taşınacak. Cumhuriyet Meydanı’nın inşaatı tamamlandıktan sonra, Atatürk heykelinin sabit olarak nereye yerleştirileceği halk oylamasıyla belirlenecektir.”
Anlatımdaki düşünce çarpıklığı yeterince belirgin. “Atatürk heykeli kaldırılmıyor” diyor. Kaldırılıyor. Ya da en azından o niyette olduğunu vurgulamış.
“..meydanın inşaatı tamamlandıktan sonra, Atatürk heykelinin sabit olarak nereye yerleştirileceği halk oylamasıyla belirlenecek”miş.
Zaten sabit olan yerinden kaldırdıktan sonra yeniden halk oylamasına sunmak Muaviye taktiği değilse ne?
Kuşkusuz, taktik konusunda iyi yetiştikleri kanıtlanmış bir gerçeklik. Yapılan bir eylem zaman içinde unutturularak gündemden düşürülecek.
Öyleyse, bu heykel düşmanlığının gerisinde yatan düşüncenin nereden kaynaklandığı üzerinde durulmalı.
Bu tür anlayışın, Ortadoğu’ya egemen Arap ideolojisinin tipik bir dışavurumundan başkası olmadığı açık.
Heykel sanatındaki somut biçimleme geleneği ile Arap ideolojisinin dayandığı, soyut kavramlarla örülü dünya anlayışının çatışması kaçınılmaz bir olgu. Salt bu nedenle geçmişten beri anılan bölgedeki heykellerin kırılmaktan, yok edilmekten kendini kurtaramadığını tarih kitapları yazıyor. Uzağa gitmeye gerek, IŞİD teröristlerinin din adına yıktığı heykel ve diğer kalıntıların görüntüleri henüz belleklerden silinmedi.
Soyut düşüncenin her yöne çekilebilir oluşu kendisi yönünden önemli bir öndelik sayılır. Çünkü, adına yalan denilen, gerektiğinde kendisiyle çelişen söylemleri toplum bilincinde yok saymanın en kestirme yolu buradan geçer. Onun yerine, tasarlanmış somut sanat yapıtı olan heykelin içerdiği anlatımı eğip bükme olanağı yoktur. Dikkat edilirse değinilen ideolojiyi benimseyen politikacıların sürekli yalan –en azından doğru olmayan- söylemelerine karşın, karşılarındaki kalabalıktan hiçbir tepki almadıkları görülür. Söylemlerin uçucu olması nedeniyle, öncekilerle karşılaştırılıp eleştirel bir bakış açısı geliştirilememesinin gerisinde yatan nedeni burada aramanın gerekliliğine değinmekle yetinelim. Doğrusu, yönetimlerin, eğitimin içini boşaltarak değinilen modelde unutmaya eğilimli bir toplum tasarladıklarıdır. Böylelikle, düşündükleri yolda önlerine engel çıkarmayacak uysal kalabalıklar yetiştirdikleri günümüzün önemli bir gerçeği.
Bu yönüyle söz konusu sisteme karşı çağdaş düşüncenin simgelerinden biri olarak heykelin kalıcılığı ve kültürel aktarıcılık görevi olduğu görmezden gelinemez.
Heykele, ilkel toplumlardaki totem benzeri dinsel özellikler yükleme zamanının çoktan aşıldığı biliniyor. Hem zaten öylesi bir durumda onun yerine kullanılacak başka nesneleri bulmak hiç de zor değil. Bir yapı ya da taş parçası gibi çok sayıda fetiş nesnenin, günümüzün bazı toplumlarında tapınma kültünün öznesi yerine geçtiği açık. Onların görmezden gelinerek bir plastik sanat yapıtına aynı gerekçe ile saldırmanın mantıklı bir açıklaması yoktur. Değil mi ki bilinçler dogmatik ezber kalıplarıyla köreltilmiş olmaya.
Değinilen yönleriyle özelde heykel, genelde sanat kavramının çağdaş bir toplum için olmazsa olmazların başında geldiği kesin bir durum. Ona kendi değerlerinin dışında başka anlamlar yüklemenin açıklanabilir bir yanı olmadığını da bir kez daha vurgulayalım.
Genel anlamda düşünsel çerçevesi çizilmeye çalışılan bu sanat dalının bizim açımızdan önemi Atatürk ile başlayan ümmetten bireye uzanan yol üzerinde önemli bir kilometre taşı olduğudur. Toplumu kendi zamanımızın gerisine sürükleyenlerin, sanata karşı çıkışlarının gerisinde yatan niyet bu noktada aranmalı kanımca. Cumhuriyet kurucusuna heykelleri aracılığıyla karşı çıkmakla aynı anda ikili bir saldırı gerçekleştirmiş oluyorlar. Bugün gündemde yer alan Rize kent meydanındaki anıtın kaldırılıp kaldırılmaması konusunun nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil. Ama belli olan bir şey varsa o da sanata ve çağdaşlıkla simgeleşen Gazi’ye, bulunan her fırsatta saldırılacağı, ilkelerinin yok edilmeye çalışılacağıdır.
Yapılanlar bize yeterli ipuçlarını veriyor çünkü.