Do not stand at my grave and weep,
I am not there, I do not sleep.
I am in a thousand winds that blow,
I am the softly falling snow.
I am the gentle showers of rain,
I am the fields of ripening grain.
I am in the morning hush,
I am in the graceful rush
of beautiful birds in circling flight,
I am the starshine of the night.
I am in the flowers that bloom,
I am in a quiet room.
I am in the birds that sing,
I am in each lovely thing.
Do not stand at my grave and cry,
I am not there. I do not die.**
Hasta sayıları azalıyor, pandemide bir dalga daha sönümleniyor. En azından öyle görünüyor. Önümüzdeki ay için yeniden bir artış kaygısı var. Mutasyon geçiren virüslerin nasıl bir sonuç doğuracağı bilinmiyor ve bilinmezliğin endişesi ile bekleniyor. Bugünün sevincini yaşamamı engelleyen yalnızca gelecek kaygısı değil. Geçtiğimiz ayları düşününce kayıplar geliyor aklıma. Yitirdiğim hastalar… Ayrıca hiç karşılaşmadığım, konuşmadığım, yüzünü görmediğim, sesini duymadığım, elini tutmadığım insanlar… Onların artık bu dünyada olmadıklarını bilmenin kederi...
Şiir 1932 yılında Mary Elizabeth Frye tarafından yazılmış. Kısa süre önce ölen Leonard Cohen’in 82 yaşında yazdığı şarkısı “You want it darker”’ı dinlerken videonun altına bırakılan yorumlardan birinde okudum. Şairinin adı oraya yazılmamıştı. Cohen’in bilmediğim bir şarkısı olabileceğini düşünüp arama motoruna ilk dizeyi yapıştırdım. Sonucunda beni şaşırtan ayrıntılarla karşılaştım. Şiirin şairi 1998’de bir gazete köşe yazarının araştırmasından sonra doğrulanabilmiş. “Ne kadar uzun zaman!”, dedim önce; sonra da “ne ile karşılaştırınca?” diye sordum kendime.
Wikipedia’da Frye’ın onayladığı ve burada paylaştığım hâli, benim ilk karşılaştığımdan farklı.
Frye daha önce hiç şiir yazmamışken ilk bu şiir, öylesine kaleminden dökülüvermiş. Kendi deyimiyle “birden geliveren sözcükleri” kahverengi bir alışveriş torbasının üzerine yazmış. Çok özel bir an olmalı. Tetikleyen olay da biliniyor. Genç bir Yahudi Alman kadının, kendi yaşamını tehlikeye atmamak için hasta annesini görmeye Almanya’ya gidememesi üzerine “Asla mezarına gidip tek damla yaş akıtma şansı bulamayacağını” söylerken yansıttığı derin çaresizliğin etkisiyle yazmış. Şairi bu şiiri hiçbir yerde yayınlamamış, sadece çevresine kendi dağıtmış. Başka şiirler de yazmış daha sonra. Onlar ne derece ünlendi bilmiyorum, ama bu şiir cenazelerde en çok okunanlardan olmuş. Hatta 1995 yılında Ulusal Şiir Günü için BBC’nin Kitapkurdu isimli televizyon programının sonradan kitap olmak üzere topladığı ünlü şiirler havuzuna -adaylar arasında bile yer almıyorken- izleyicilerin önerileri ile ‘en çok bilinen Amerikan şiiri’ olarak girmiş. Times Dergisi 2004’te yayımlanan bir yazıda, şiirin ulusal sınırları aşan ününden, dil, din, ırk ayrımı yapmadan yakınlarını kaybedenlerin duygularını yansıttığından söz etmiş.
Şiiri seslendirenler olmuş. Katherine Jenkins bunlardan en çok paylaşılanı. Ama ben en çok Angel Band’in yorumunu sevdim. Mairead Farrell’den de dinledim. Sonra bir dikkat ettim ki bu şarkının yalnızca ilk iki dizesi şiirle ortak. Gerisi İrlanda’nın özgürlüğü ile ilgiliymiş; bunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Aslında coşkulu bir çağrısı olmasından anlamalıydım. Sonuç olarak, şiiri birçok kez melodili dinledim. Sevdim.
Nereden nereye… Bir hüzün… Bir şarkı, bir şiir, çok şarkı; karmaşık bir sürü duygu… Evet, hiç tanımadığım insanlar öldü. Gözyaşı akıtmak için mezarlarına gitmem gerekmedi.
Cohen, “I’m ready, my Lord!” (“Hazırım, Tanrım!”) demiş son şarkısında. O hazır oluşun ne denli değerli olduğunu çok iyi biliyorum. Yıllardır hastalarım öğretti bana. Ben, yaşam ve ölüm değerlendirmesi yapmayı hastalarımdan öğreniyorum. “Buraya kadarmış, korkmuyorum” diyebiliyor bazıları. Onlara çok dikkatli bakıyorum; olanak buldukça konuşuyorum. Söylenmemiş söz, ertelenmiş düş, yaşanabilecekken vazgeçilmiş an bırakmamış oluyorlar. Bir de tırnaklarını yaşama geçirmeye çalışanlar var, gitmemekte direnenler. Onlardan başka dersler çıkarıyorum. Tam karşılarındaki yaşamı ıskalayanlar, son bir atış hakkı için neler vermeye hazırlar. Gidişin dinginliğini yakalayamıyorlar böyle olunca. Onlar için üzülüyorum.
Yanaklarımı kuruladım. Mezar taşlarını görmek için o kadar da hevesli değilim artık. Orada bulamam, biliyorum. Yaşamını dolu dolu geçiren, her ânın hakkını veren bütün insanlar gibi rüzgârın fısıltılarında, karda yansıyan parıltılarda, hayatın kaynağı güneş ışığında ve soğuğa hazırlayan sonbahar yağmurlarında varlıklarını sürdürüyorlar. Bir de dokundukları insanlarda…Başka bir formda, ama o güzel ruhlarıyla, yine dolu dolu…
Hastanede yatan COVID hastalarım arasından, onların yaşam mücadelesi verdikleri sırada bunu başaramayan yakınlarının kaybını söylemek zorunda kaldığım da oldu. Acı feryatlarının arasından cılızca kaçıveren ‘çok şükür’ sözü beni çok etkiledi. Yaşamak, bütün acılara karşın en gerçek tutku… Bunu görmek, kendimi korumak, çevremin korunmasını sağlamak, hastalarıma şifa dağıtmak için gecemi gündüzüme katmak konusunda beni bir kez daha ikna etti.
İçimi yokladım. Ben hazır değilim. O zamana dek ne yapmam gerektiğini biliyorum.
GÖKSEL ALTINIŞIK
15 Şubat 2021, Denizli
*Şairinin onayladığı hâli olarak Wikipedia’da yer alan şiir için benim çevirim:
Mezarıma gelme ve gözyaşı akıtma,
Orada değilim, uyumuyorum.
Esen binlerce yeldeyim,
Yumuşacık düşen karım,
Kibarca ıslatan yağmurum,
Olgunlaşan başak tarlalarıyım,
Sabahın dinginliğindeyim,
Güzel kuşların zarif telaşındayım,
Gecedeki yıldız ışığıyım,
Açan çiçeklerdeyim,
Sessiz bir odadayım,
Şakıyan kuşlardayım,
Güzel olan ne varsa onun içindeyim.
Mezarıma gelme ve ağlama.
Orada değilim. Ben ölmedim.