Yasaklı korona günlerinin olumsuzlukları hep tartışılır, tartışılmaya da devam edecek. Dünya tarihinde bu gibi salgınların kısa sürede önlenmesinin mümkün olmadığını anlatan çok sayıda örnek var. Her şey bir yana bütün dünyada siyasal, sosyal, ekonomik yönlerle birlikte maddi-manevi etkileri, yıkımları mutlaka birkaç yıl devam edecek bütün toplumlarda.
Ben her zaman ‘’bardağın yarısı dolu’’ diyenlerdenim. “Bir musibet bin nasihate bedeldir’’ sözümüz de aklımın bir köşesindedir. Bu bağlamda bakmaya çalışıyorum bu salgın-kapatma-karantina gibi sözlerle tanımlanan yaşadığımız bir yıllık zamanın getirilerine ve götürülerine. Bir dostumuzun deyişiyle Postmodern hapislik günlerine. Yarısı boş gözü ile baktığımızda manzara elbette oldukça karamsar tablolar taşıyor.
Gidenler, kaybettiklerimiz elbette hiçbir ölçüyle anlatılamaz, değer biçilemez bu konu insan olarak en hassas olduğumuz yönümüz. Hele sanatın içinde olup kısacık ömürlü bir kelebeğin ölümünün bile duygu dünyamızı silkelediği düşünüldüğünde “insan’’ denen nice değerin bilinmezlere gidivermesi öyle olağan sayılacak bir travma değil.Kaç gündür kısa da olsa medyaya yansıyan ve benim uykularımı kaçıran ve 3-4 resimle anlatmaya çalıştığım bir olay; “İstanbul Zeytinburnu'nda henüz 1,5 yaşlarında bir çocukları bulunan genç anne ve babanın çocuklarını yakınına bırakarak intihar ettiği bildirildi. İntiharın ekonomik sebepler olduğu öğrenilirken’’... Bu haber 21. Yüzyılda yaşayan bir toplum için yüz karası. Bahaneler uyduracakları, saptıracakları kesin belli odakların. Bu gibi yansıyan, yansımayan pek çok travma yaşandı bu salgın günlerinde.
Çok can dostlarımızı da kaybettik, Bu satırları okuyan-okuyacak pek çok insanın da kim bilir içinde ne gibi sızılar var. Her kaybettiğimiz can için “çiçekler içinde, çiçek gibi uyusunlar’’ dileğimizi belirtelim.
Salgının bu çok olumsuz, bardağın yarısı bomboş yönünün tüm olumsuzluklarını yaşadık, yaşıyoruz. Dileriz daha uzun yaşanmaz. Bu yönü baştan yazıyorum ki daha sonraki değerlendirmelerimizi başka bir gözle okumak, başka bir duyguyla sorgulayabilmek için.Bu konuda benim başka bir bakış açım-sorularım var, bu travmaların sanat ve kültürel üretimlere, psikolojik ve sosyolojik değerlendirmelere etkisi, katkısı ve bu alanlara dönüşüp dönüşemeyeceği. Örneğin plastik sanatlara nasıl yansıyacak. Şiire, öyküye, romana da.
İkinci yön ‘’Bardağın yarısı dolu’’ konusu.
Toplumlar olumsuzluklar karşısında teslim bayrağı çekemezler. Moral değer olarak başkaca telafi yollarını ararlar. Çok olumsuz bir şeyden de dersler çıkarabilirler. Bu insanın düşünen, sorgulayan yönünün özelliği. Ben bu açıdan acaba salgının herkesi evine kapanmaya zorlaması bazı olumluluklar getirebildi mi sorgusunu yaşıyorum.
Bana göre insanlar evini, eşini, odalarını, eşyalarını yeniden keşfedebildi. Okumayı, yazmayı, çizmeyi, bazı eşyalarını onarmayı, eşiyle, çocuklarıyla sohbet etmeyi bir kazanım sayabildi. Anılarını yazdı, fotoğraflarını gözden geçirip eski günleri yad etti. Bu gibi kazanımları yaşayanlardan sayıyorum ben kendimi. Okuduğum okullarımı, eğitim sitemimizi, öğretmenlerimi, arkadaşlarımızı, eğitim, öğretmen kalitesinin neden ve niçinlerini bir kez daha sorgulama dönemi.
***
Bu salgın günlerinde yarım yüzyıl önceki öğrencilerimizden başlayarak her gün arayanların çok daha fazla olması ya da dikkat çekecek kadar artması ilk değinmek istediğim olumlu getirilerinden. Bugün kaçıncı olduğunu sayamadım arayanların. Ama birinin değerlendirmesi ilginçti: Arifiye Öğretmen Okulu’nun Öğretmen Lisesine çevrildiği yıl öğretmenimiz olmuştunuz, “Bahçelerdeki ağaçların bir dalının bile kırılmasına razı olmazdınız’’...
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır’’ örneği Arifiye Köy Enstitüsü onun gibi Türkiye’nin her ilini, ilçesini kapsayacak bir planlama içinde yerleşkeler kuran 21 efsane eğitim kurumundan biri. Böyle okullardan yetişip, eş bir kurumda öğretmen ve yönetici olarak görev yapmanın da bizim için ne büyük onur olduğunu özellikle belirtirim. Eğitirken bir yandan da eğitilen bir sistemdi bu. Çok şeyler öğrendiğimiz, eğitimcilik dağarımızda hazineler topladığımız bir okul. Komple bir eğitim atmosferi.
Bu okulda yönetici iken Köy Enstitüsü dönemi mezunları olan büyüklerimizi okula davet ederdim. Bu eğitim fedailerinin okul ortamına girdiklerinde yaptıkları binalara, diktikleri ağaçlara nasıl sarılarak ağladıklarını ben de gözyaşlarıyla izlerdim. Çünkü benim de İvriz’de böyle diktiğim ağaçlarım vardı.
Bu duygusal atmosferi böylesi bir iklimde yaşamayanın bakışı ile elbette “ama da naif bir duygu’’ olarak değerlendirmesi doğaldır. Olsun, naifliğin de içtenlik yönü çok önemlidir bana göre. Bu duygularla o ağaçlara, o binalara zarar verilmesini onlara emek veren özverili insanların anılarına zarar olarak görüyordum. Elbette o zaman benim öğrencilerimin hepsi bu duyarlılığımın nedenini tam olarak bilemezdi.
Köy Enstitüleri, ardından belli bir disiplin ve eğitim atmosferi yaratılarak öğretmen yetiştiren Öğretmen Okulları, ardından Gazi Eğitim gibi Cumhuriyetin istediği insan modelini yetiştiren kurumlar bir bir kapatıldı, sulandırıldı, gerçek amaç ve ilkelerinden, çağdaş dünyadan, aidiyet bilincinden kopuk, başka dizgede bir -öğretmen yetiştirme modeline çevrildi. Bu sözlerimin başka başka yönlere çekileceğini biliyorum. Ama bugün eğitim sisteminin çıkmazlarda debelenmesinin tek sebebi kendini kanıtlamış eğitim kurumlarının yok edilmesidir.
Eğitim sistemi bir birinin devamlılığından hız alan, ivme kazanan, öğrencilerinde bu aşamalar için idealler yaratan devamlılık ister. Bunu somut örneklerle anlatalım:
Köy Enstitüleri devamlılığı esas alan eğitim zinciri konusunda Türk eğitim sisteminde çok önemli örneklerin görüldüğü bir eğitim devrimi yaratmıştır. Köylerdeki çok kıt yaşam koşulları içinden 12.13.14 yaşlarda çocukları alıp insanca bir yaşam ortamında nelerin gerçekleştirilebileceğinin örnekleri. Ama bir başka yönüyle Köy Enstitüleri birbirine bağlı, organik devamlılık içeren geniş bir sistemin parçası.
Köy Enstitüleri çok yönlü eğitimle yaşamı anlayan-özümleyen öğretmen yetiştiriyordu. Buradan yükselmek isteyenler için Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu. Bir başka yükselme okulu da Gazi Eğitim Enstitüsü’ydü. Gazi Eğitim kendi içinde bir tutarlı sistemle yetiştirdiği elemanlardan seçerek kadrosuna alıyor ya da yurt dışı eğitim olanaklarına yönlendiriyordu. Gazi Eğitim yetiştirdiği öğretmenlerin en başarılılarını Köy Enstitülerine ve ardından Öğretmen Okullarına gönderiyordu.
Bu eğitim dizgesinden geçenlerden biri olarak yüzlerce örnek verebilirim, ancak yazının sınırlılığı içinde birkaç örnek verebileceğim:
Mehmet Karaman.
Köy Enstitüleri çok konuşulur ama nasıl bir yokluk içinde ve verimsiz-dağ yamaçlarında kurulduğu pek bilinmez. Bunlardan biridir İvriz Köy Enstitüsü. “Durlaz Köyü ile Gaybi köyü arasındaki Hakvermez Kelerli Bayır’ı okul yerleşkesi olarak seçilir. Kararı öğrenen köylülerden “Efendi bu bayırda ot dahi bitmez, yeli delidir, çatıları söker atar” diyenler olur. Hayrettin Örs, onlara “Merak etmeyin bu bayırda ekin de bitecek, ağaçlar da yeşerecek. Rüzgârın da hakkından geliriz, kinin parasını kiremite yatırırız olur biter“ yanıtını verir..
“10 Kasım 1941 tarihinde 16. Köy Enstitüsü olarak İvriz Köy Enstitüsü kazığı Hakvermez Kelerli Bayırına çakılır.
İvriz’in 53 numaralı öğrencisi Mehmet Karaman. Okulunun kuruluşunu dizelere böyle döker..
‘’16. Kazık işliyordu toprağa
Küt küt küt
Toprak toprak değil kongulmera.
16. Kazığa inen balyoz
Bir daha bir daha
Balyozu kavrayan el değil
Güçtü, inançtı, Tonguç’tu.
İlginçtir, zaman içinde meyvelik, ormanlık ekili dikili bir yer haline gelir buraları emekle, alın teriyle ve inançla. Bu kez bu okullar kapatılsın da buralara el koyalım politikaları başlar.
İşte bu fedailerden Mehmet Karaman İvriz Köy Enstitüsü’nü başarı ile bitirir. Oradan Gazi Eğitim’de Resim-İş Eğitimi görür ve mezun olunca yetiştiği İvriz’e atanır. Bu okulda benim ve benim gibi çok sayıda öğrencinin sanat alanına yönelmemizi, daha doğrusu eğitim ve sanat yaşamımızın bu alanda devamlılığını sağlayan idol bir eğitimci sıfatı kazanır.
Bu örnekten başlayarak bir eğitim silsilesi içinde yetişen çok başarılı eğitim insanlarına dair örnekler vermek istiyorum.
Gazi Eğitim’in değerli öğretmenleri: Nevide Gökaydın, Hüseyin Fehmi Özcan, Melek Hanım, Nurettin Can Gülekli, Refik Epikman.
Hüseyin Fehmi Özcan, İvriz Köy Enstitüsü mezunu, oradan aldığı hızla Gazi Eğitim Enstitüsü-Resim İş Bölümü. Burayı bitirince tekrar İvriz’e atanır. Öğretmenliğinin yanında atölye şefi olarak binalar yapar. Ben o binalarda okudum. Mezun etiği öğretmenin başarılı çalışmalarını takip eden Gazi Eğitim Enstitüsü öğretmenler kurulu onu Gazi’ye hoca olarak davet eder. Benim Gazi’de çok sevdiğim öğretmenlerimdendi.
***
Savaştpe Köy Enstitüsü. 1942. (Ortada açık renk giysili Nevide Gökaydın Öğretmen)
Nevide Gökaydın.(1918-2017) Çok aktif, çalışkan bir Cumhuriyet kadını. İstanbul Çapa Kız Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nde eğitim görür. Kendi isteği ile 1941’de Savaştepe Köy Enstitüsü’nde görev alır. Buradaki başarılı çalışmaları ile İnönü ve Hasan Ali Yücel’in takdirlerini kazanır. 2. Dünya Savaşının o korkunç günlerine rağmen 1943’te Ankara Milli Kütüphane’de öğrenci eserleri sergisi düzenler. Başarıları nedeniyle 1947’de yeni kurulan Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri öğretmenliğine atanır. Devam eden başarılarıyla da yetiştiği Gazi Eğitim’e davet edilir. 1958 yılında British Council’den kazandığı üç yıllık bir bursla İngiltere’de Beath Academy of Art’da lisansüstü eğitimi görür; gravür, kumaş-tekstil, seramik, litografi alanlarında çalışır. 1967’de ikinci kez İngiltere’de üst eğitime gider.
Gazi’de çok şeyler öğrendiğim öğretmenimdi. Bundan sonraki yaşamında yaşamının sonuna kadar bütün çalışmalarına tanık oldum. Hacettepe, Bilkent Üniversiteleri’nde öğrenci yetiştirdi. Alanı ile ilgili önemli kitaplar yazdı. Yaşamının her anında sanattan-eğitimden kopmadı.
* * *
Mehmet Başaran, Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesi Ceylanköy’de 1926'da doğar. 1943’te Kepirtepe Köy Enstitüsü’nü ve 1946’da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitirir. Köy Enstitüsü öğretmenliği, gezici başöğretmenlik, ilkokul öğretmenliği, Türkçe öğretmenliği yanında örgütlülüğün gücüne inanarak Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kuruluş çalışmalarına katılır. Köy Enstitülülerinin önemli katkılarıyla 1950’li ve 1960’lı yıllarda güçlenen Köy Edebiyatı hareketinin şiirdeki önde gelen temsilcilerinden biri. İlk şiiri Köy Enstitüleri Dergisi’nde yer alır ve Adam Sanat, Gösteri, Kıyı, Varlık, Yansıma, Yazko Edebiyat, Yeditepe, Yeni Biçem, Yeni Ufuklar, Yücel gibi dergilerde şiirleri, öyküleri, yazıları yer alır. Şiir, öykü, Roman, Anlatı alanında 20 kitap yayınlar.
***
Dursun Akçam.1927 doğumlu bir köy çocuğu.
‘’Cilavuz Köy Enstitüsü ve Enstitülük ruhu, binlerce yıllık bezirganlığın çıkar ilişkilerine batmış Anadolu için nasıl aykırı bir ışık olduğunu Dursun Akçam'ı kucaklayarak, alıp iyice yükseğe, aydınlığa ulaştırarak kanıtlamış olmalı. 1950 yılında bitirdiği Cilavuz'dan sonra, ışığa ve aşka pervane kimliği onu daha uzaklara sürükleyecektir. 1958'de, Gazi Eğitim Edebiyat Bölümü'nü bitirir. Ardahan, Keskin, Kırıkkale, Ankara'da öğretmenlik, bir yandan başlayan ve giderek anlam ve boyut büyüten yazın yaşamı… Mücadele alanında öğretmen örgütlülüğü… Yazın alanındaki başarıları art arda gelir o yıllarda. Milliyet Gazetesinin Ali Naci Karacan Yarışması'nda Analarımız'la birincilik alır, “Haley” adlı öyküsü “Altın Portakal”, “Kanlıderenin Kurtları” Türk Dil Kurumu Roman ödüllerini kazanır.(Oğlu Dr.Alper Akçam’ın anlatımıyla)
***
Ali Uçan, İvriz Köy Enstitüsü öğrencisiyken daha ilk yıllarda müziğe olan ilgisi ile bu alana özel olarak yönlendirilir. Böylesi öğrenciler Köy Enstitüleri’nde ve onlardan sonra devam eden Öğretmen Okullarında diğer bütün derslerin öğretmenleri, okul yönetimleri ve öğrenciler tarafından seçkin öğrenci, sürekli korunan-kollanan öğrenci olurlar. Ressam, müzisyen, sporcu, matematikçi, fizikçi, tarihçi, yazar, şair öğrenci gibi sıfatlarla anılırlar. Ali Uçan da bu seçkin öğrencilerden biri olarak orta üçüncü sınıftan zorlu bir eleme sınavıyla Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri’ne gönderilir. Buradan Ekrem Zeki Ün olgusu, ilkesi ve ülküsü ile mezun olunca Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü. Ardından yurt dışı eğitim, Tekrar Gazi Eğitim’de öğretmenlik. Akademik aşamalar ve Profesör olarak çok sayıda nitelikli öğrenci yetiştirir. Önderlik ettiği kuruluşlar, konferanslar, makaleler ve ‘’başlıca kitapları alfabetik sırayla; Atatürk ve Köy Enstitülerinde Müzik Eğitimi, Eduard Zuckmayer ve Cumhuriyet Müzik Eğitimi, Keman Eserlerinde Temel Yapıların Yayın Kullanımına Yansımaları ve Keman Eğitimi Açısından İncelenmesi, Klasik Gitara Uyarlanmış Türkü Kaynaklı Müziklerin Öğretim ve Seslendirim Sorunları, Müzik Eğitimi, Türk Halk Ezgilerinin Keman Eğitimi Yoluyla Müzik Öğretmenliği Eğitimine Yansıması olarak sayılabilir.
“1982’de Eğitim Fakülteleri Müzik Eğitimi Bölümleri öğretim elemanlarının hemen hemen tümü veya tümüne yakın çok büyük bir bölümü Köy Enstitüsü kökenliler, Köy Enstitülerinden dönüştürülen İlköğretmen Okulu kökenliler, Eğitim Enstitüsü kökenliler veya Eğitim Enstitüsü çıkışlı asistanlık eğitimli + yurtdışı öğrenimli idiler; bir-iki kişi yüksek lisanslı ve bir kişi de doktoralı idiler.
Alıntıda Prof. Dr. Ali Uçan’ın belirttiği gibi 1982’den sonra bütün resim-müzik eğitimi ile ilgili fakülte ve bölümlerin kurucuları ve kadroları yukarıda saydığımız birbirinin devamı içinde bir eğitim dizgesi ile yetişenlerden oluşuyordu.
***
Kadir Karkın (1944-2020).Bunlardan biri de virüs salgınında kaybettiğimiz, eşim ve benim Çapa’dan arkadaşımız Prof. Kadir Karkın’dı. Düziçi Köy Enstitüsü’nün devamı saydığımız Öğretmen Okulu 3. Sınıftan Çapa'ya, oradan İstanbul Eğitim Enstitüsüne. Ekrem Zeki Ün ve Halil Bedii Yönetken’in öğrencisi. Aynı okula öğretim üyesi ve sırasıyla hepsinin tanığı olduğumuz Marmara, Bolu, Dokuzeylül, Cumhuriyet, İnönü ve Adıyaman Üniversiteleri Güzel Sanatlar Fakülteleri’nin ve Müzik Eğitimi Bölümleri’nin kurucusu, müzik eğitimcisi.
***
Mustafa Ayaz; II. Dünya Savaşı’nın bunalımlı yıllarında çocukluğu yoksulluk ve hastalıklarla geçer. Erzurum Pulur Köy Enstitüsü onun için kurtuluş yuvasıdır. Orta kısımdan resme ilgisiyle Çapa Resim Semineri’ne seçilir. Kendisi gibi durumda olan Prof. Ali Candaş, Prof İsa Başlıoğlu, Prof. Fikri Cantürk gibi. Çapa’dan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nde Adnan Turani’nin öğrencisi olur. Öğretmen Okullarında görev alır. Tekrar Gazi Eğitim’e asistan olarak döner. Uzun yıllar Gazi’de öğrenci yetiştirir. Sonra Hacettepe Üniversitesi ve Bilkent’te çalışır.
Ankara Balgat’ta kendi kurduğu Mustafa Ayaz Müzesi
Türkiye’de hiçbir kurumun yapmadığını yapar ve Ankara’da özgün mimarisiyle yedi katlı Mustafa Ayaz Müzesi’ni kurar. Çok sayıda sergi açar, ödüller kazanır.
***
Türk sanatında ve sanat eğitiminde bu dizgeli kaynaklardan gelen 400’e yakın sanat insanı olması boşuna değildir. Birbirinden kopuk olmayan, birbirini besleyen, desteklen eğitim disiplinleri içinde yetişmenin sonucu.
Sanat alanından verdiğimiz örnekler başka alanlarda da aynı disiplinlerle eğitim sisteminin birbirini izleyen; öğrencilerini her aşama için bir ideal olarak başarı yarışına özendiren; eğitimde devamlılığın örneği çok değerli insanlarımızın yetişmesine fırsat yaratmıştır. Bunlardan biridir okul arkadaşımız Fikret Ünlü.
Fikret Ünlü (1943-2019), İlkokuldan sonra kazandığı İvriz Öğretmen Okulunda spora düşkünlüğü onun elit bir öğrenci olmasını sağladı. Bu okulu bitirdikten sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’nde eğitim gördü. Spor alanında eğitimciliği yanında Gençlik ve Spor alanlarında üst düzey yöneticilik ve Spor Bakanlığı. 2002 Dünya Kupası Üçüncülüğümüz onun bakanlığı dönemindedir.
***
İlkokul üzerine altı yıllık Yatılı Köy Enstitüleri ve onun bazı yönlerden devamı niteliğindeki Öğretmen Okullarında öğrencilerin ilgi ve başarıları doğrultusunda beşinci sınıfta yönlendirilmelerinin bir başka önemli örneği Türk eğitim sistemine ve Akademik yaşama çok başarılı eğitimciler, öğretmenler ve bilim adamları yetiştiren Yüksek Öğretmen Okulları’na yönlendirme uygulamasıdır.
Fen ve sosyal Bilimler alanlarında sivrilen öğrenciler çok tutarlı değerlendirme, seçim ve öğretmenler kurulu kararıyla Yüksek Öğretmen Okulları’na gönderilirdi. Bu gelenek öğrenciler arasında öyle bir çalışma yarışı yaratıyordu ki notla, sınıf geçme ile ilgisi olmayan bir ideal sayılıyordu. Bu yarış doğal olarak sınıflarda, okullarda eğitim
düzeyinin yükselmesine, başarı ve güven atmosferi yaratılmasına katkı sağlıyordu.
Bunlardan biri YÖK Başkan Vekilliğine kadar yükselen başarılı eğitim insanı, Seminerden okul arkadaşımız İsa Eşme’dir.
Prof. Dr. İsa Eşme (1947), Kastamonu Gölköy Öğretmen Okulu öğrencisiyken Resim Alanında başarılı görülünce üst eğitim için Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri’ne gönderilenlerden. Orada resim ağırlıklı eğitim görürken, aynı zamanda beşinci sınıfta Matematik ve Fen alanındaki başarıları nedeniyle İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’na seçildi. Ardından İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi. Doktorasını (1983) “Hacimli Halkojenür Camlarının Elektriksel İletim Özellikleri” başlıklı teziyle Yıldız Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. Marmara Üniversitesi’nde çalıştı; YÖK Başkan Vekilliği görevlerinde bulundu. Her biri uzun araştırmalara dayanan fizik alanı kitapları yanında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Tarihi, Çapa-İstanbul Öğretmen Okulu Tarihi, İlk Kumpas gibi kitapları yanında fizik alanında çok sayıda eser yayınladı.
***
Yüksek Öğretmen Okulu sistemi Fen-Matematik-Fizik alanlarında çok sayıda bilim ve eğitim insanımızı yetiştiren çok dinamik bir eğitim sistemini içeriyordu. Bu değerlerimizin her birinin yaşam ve mesleki yaşam serüveni yazılmaya, kayıt altına alınması gereken başarı öyküleriyle dolu. Bir eğitimci olarak bu kuşağın arkadaşı, okuldaşı sıfatımla her birinin üstün niteliğinin yarım yüzyıldır tanığı durumundayım. Bu yazının sınırlılıkları içinde birer örnekle yetinmek zorundayım. Bu değerlerden biridir Ali Koçyiğit (1945) İvriz Öğretmen Okulu öğrenciliği sırasında resim alanında da başarılıydı. Ancak o Fen-Matematik alanındaki başarılarıyla beşinci sınıfta Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na seçildi. Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği, ODTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim üyeliği görevlerinde bulundu. Günümüzde Jeoloji alanında önde gelen bilim adamlarından biri.
***
Öğrencisi olmakla her zaman onur duyduğum İvriz’den veriyorum örnekleri, daha çok. Bunun en önemli nedeni çoğunun sınıf, okul arkadaşım olması ve yaşam-eğitim serüvenlerini baştan sona iyi biliyor olmamdır. Bu da anlattıklarımın nereden nerelere geldiklerini gözleme, bilgiye dayalı somut örnekler olmasındandır.
Bu kez örneğim Konya’nın bir köyünden çıkıp, İvriz’de bilinç kazanmaya başlayan, şimdi Paris’te uluslararası bir bilim adamı sıfatıyla Türkiye’yi başarı ile temsil eden Prof. Dr. Mevlüt Bozdemir. Mevlüt Fransız vatandaşı. Bunun tek nedeni yine bizde 1980’lerdeki siyasal-düşünsel iç çatışmalarda izlenen yanlış politikalar nedeniyle tutuklanması, kurtulunca da Fransız vatandaşlığına geçmesi.
Mevlüt (Michel) Bozdémir, İvriz Öğretmen Okulu’nu bitirince Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümünü kazandı. Burada bir nokta var ki çok önemlidir. Öğretmen Okullarında yabancı dil yoktu. Ama gene bir Köy Enstitülü olarak Köy Okulu+ Kepirtepe Köy Enstitüsü+Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri+Gazi Eğitim ve İvriz Öğretmen Okulu Resim öğretmenliği görevine atanan İsa Başlıoğlu gibi öğretmenlerin özverili çabaları ve öğrencilerin özel ilgileri Mevlüt gibi dil bölümlerini kazanacak derecede başarı göstermesini sağlıyordu. Gazi’yi bitirmeden Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de öğrenim görmeye başladı. Önce Asistan oldu, Doktorasını ‘’Türkiye’de Ordu Siyaset İlişkisi’’ konusunda yaptı. Bu çalışması bugün de alanında çok önemli bir kaynak sayılır. Zaten bu eser yüzünden uzun süre suçlandığı-tutuklandığı için 1980’lerin başında Sorbon’da göreve başladı. INALCO'da (Institut National des Langues at Civilisation Oriantales). Ulusal Doğu Dilleri ve Medeniyeti Enstitüsü-Türk Dili ve Medeniyeti profesörüdür. Türk Dünyası Tarih Merkezi'nde (EHESS) araştırmacıdır ve Harmattan Yayınevi'nde “L’autre Islam” koleksiyonunu yönetmektedir. Ellipses, Karthala ve Harmattan ile çalışmaları yayınlandı. Asiathèque'de bu eserin ilk baskısının yanı sıra başka eserlerin ve Cybèle Berk ile Fransızca-Türkçe Sözlük ve Türkçe-Fransızca Sözlüğün de yazarıdır.
Onun Sözlükle ilgili kitabının tanıtım yazısında güzel dilimiz nasıl anlatılıyor: Türkçe düşmanlarına ve Arapça hayranlarına inat.
‘’Güneydoğu Avrupa'dan Yakın ve Orta Doğu üzerinden Kuzey Sibirya'ya, aynı zamanda Orta Asya ve Çin'e uzanan; Fransızca konuşulan dünya kadar geniş bir Türk dünyası olduğunu biliyor muydunuz? Türkiye Türkçesi, Türk-Avrupa ilişkilerinden kaynaklanan ekonomik ilgiyi unutmadan, edebi, kültürel ve tarihi zenginlikleriyle burada çok önemli bir yere sahip. Türkçe elbette Asya kökenli bir dildir, ancak neredeyse Kartezyen bir mantık, şaşırtıcı bir esneklik ve bir şarkı söyleme sesi ile donatılmış, Doğu'nun Latincesidir. Dilbilimci ya da diplomat, iş adamı ya da basit turistler. Meraklı beyinleri bu eski dili öğrenmeye teşvik eden pek çok neden var ama yine de canlı, egzotik ama belirli bir faydası var.’’ https://www.amazon.fr/M%C3%A9thode-turc-1-2CD-audio/dp/2915255741
Başarılı bir sosyal bilimci olarak uluslararası yayınlarını, makalelerini, konferanslarını yazmaya kalksam bu yazımızın sınırlarını kat kat aşar. Çok yalın bir anlatımla yaşam sınırları belli, okuma olasılıkları çok sınırlı bir köy çocuğunun nitelikli bir eğitim ortamından nerelere gidebileceğinin, ne gibi başarılar elde edebileceğinin tipik örneklerinden biridir Mevlüt Bozdemir’in hayatı.
***
Görüldüğü gibi köylerinde ilkokulu okuyarak tek bildiği öğretmenini model alıp, büyük umutlarla ilkokul öğretmeni olmayı hayal eden çocukların sonrası. Yüzlerce örnek var bu konuda. Ressamlar, heykeltıraşlar,, müzisyenler, yazarlar, TRT kadrolarında görev alanlar, dershanecilikle başlayıp, özel okullar ve üniversite kuranlar, kargo şirketleri yaratan iş adamları... Matbaa ve kitap yayın sektöründe şirket kuranlar... Bunlar hep öğrenciyi sarıp sarmalayan eğitim atmosferinden, nitelikli öğretmenlerce bilim, bilgi, idealler açısından nasıl beslenebildiğinden ve ne gibi başarılara ulaşabileceğine dair yaratılan kendine güven duygusundan. Bunların temeli ve kaynağı okul-öğretmen motifinin çağdaş bir akılla ve hurafelerden arınmış bir eğitim dizgesiyle yönetilmesi ve görev yapmasından geçer.
Bu aşamalarda kendini kanıtlayarak ilerleyen, yollarını kendi çabaları ve eğitim sisteminin hazırladığı fırsatlarla zenginleştiren; baştan söylediğim ve değindiğim her alandan çok sayıda başarılı, mesleğinde en üst basamaklara çıkabilmiş örneklerden sadece birkaçını somutlaştırmaktı, amacım.
Sonuç
Şu bilimsel gerçek unutulmamalıdır; Eğitim yaz-boz tahtası değildir. Uzun vadeli ulusal ilkeler çerçevesinde bilimsel kurullarla, kararlarla ve çağdaş dizgelerle uygulanan, bireysel ve toplumsal yaşamın temel dayanağıdır.
Bir inancım var. “Bir insan eğer beyni özgürse, kendi insanlık mimarisini kendisi inşa eder.’’ Aynı şey öğrenci denen eğitimin temel dayanağı için de geçerlidir; Özgür beyinli öğrenci ve özgür kararlar alabilen öğrenci…
Ben kendi yaşamımı hep kendim inşa ettim. Elbette okullarımdan, öğretmenlerimden, yaşadığım dünyadan, doğadan aldıklarımı özümleyerek ve onlarla birlikte. Dediğim gibi bunları almak-almamak, özümlemek- özümlememek seçenekleri benim özgür irademin kabulü ile.
Aynı olanaklar içinde yaşayan, eğitim gören 40 kişi vardık bir sınıfta. Bu 40 kişi kendi kapasitelerini, nasıl özümledi, eğilimlerini nasıl kullandı; kaç kişi üst aşamalara tırmandı, amaçlarını gerçekleştirdi ve kendi alanlarında ilerledi. Okul denen dinamik kurum öğrencilerinin bu eğilimlerini, ideallerini gerçekleştirmede nasıl bir rol oynadı; verdiğim, bir o kadar da veremediğim örneklerin çoğu aynı sınıftan çıkan öğrenciler. İşte bütün mesele burada ve bence eğitim sistemi bunun üzerine inşa edilmeli. Öğrenci ne alıyor, alabiliyor; alması için neler yapmalı? Alamıyorsa neden, sorgulamaları kurumların ana sorunu olmalı?
Burada benzer felsefeye sahip, kendi dünyalarını kendileri inşa eden pek çok eğitimci sanatçı örneğinden bazılarını vermeye çalıştım. Bu konuda sayın Prof. Dr. Ali Uçan’ın yazıları, Prof. Dr. İsa Eşme’nin Yüksek Öğretmen Okulu, İstanbul Öğretmen Okulu kitaplarındaki binlerce örnek incelendiğinde “biz bu kadar başarılı eğitim sistemlerini nasıl-neden-hangi gizli-açık amaçlarla yaz-boz tahtasına çevirdik ve ülkenin pırıl pırıl gençliğine eğitim azabı çektirdik’’ hayıflanmalarını yaşamaktan kendini alamaz insan.
Cumhuriyeti kuran irade, Türkiye’de köklü çağdaş eğitimin temel dinamiği olarak güçlü, iradeli, alanına, köyüne, kentine hâkim öğretmen ve onun egemen olduğu okul modeli olduğuna inanmıştı. Bütün gücünü nitelikli, “alnı açık-başı dik’’; ’’fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’’ öğretmen kimliği üzerine yoğunlaştırmıştı. Bunların tümü işte bu özgür iradesiyle kendini inşa eden insan modelini yaratmaktı.
1945’te “Dörtlü Takrir’’le’’ başlayan ve 1946’da Reşat Şemsettin Sirer gibi gelip geçmiş en yaz-bozcu Milli Eğitim bakanıyla devam eden ve sonrası sistematik olarak siyasal yön değiştirmeler öğretmenin toplumsal önderliğini, özellikle köy gerçeği içindeki önderliğini yıkmayı amaçlamıştır. Doğal olarak yıkılanın yerine başka güçlerin egemenliğini dönüştürmek temel hedefi üzerine yoğunlaştı. Öğretmenin, hatta okul kavramının ve onun kırsal kesimde devletin, Cumhuriyetin temsilciliği niteliğinin başka güçlere teslimi anlamına gelen bir kaotik eğitim amaçlandı. Bugün de pek çok köyde okullar kapatıldı. Bayrak, İstiklal Marşı, çağdaş eğitim örnekleri köylerde görülmez oldu. Sözde “Kanaat Önderi’’ sıfatı ağalara, sayıları, amaçları bin çeşidi bulan tarikatlara ve çağdaş eğitim karşıtlarına verildi. Burada söz ele getirilmese de, Cumhuriyetin 100. Yılında Cumhuriyeti yıkmak, dönüştürmek, Hilafeti geri getirmek, laikliği kaldırmak; koskoca Osmanlıyı yok eden bütün tortuları yeniden bu ülkenin başına bela etmektir bütün amaç. Bu kesinlikle bilinmelidir ki özgürlük adı altında yapılan her şey özgürlükleri yok etmek ve kendi ikballerini uzun vadede garantiye almaktır. Toplumun dini duygularını sömürmek çok kolaydır. Bu sömürünün başının, sonunu nereye varacağını düşünmesine fırsat verilmeyen toplumlar bedelini ağır öderler. Osmanlı gibi. İngiliz gemileriyle kaçıp giden Osmanlı Sultanı ve Halifesi gibi.
Birbirinden kopuk, çok çeşitli kaynaktan derleme, silsilesiz, belli çağdaş eğitim disiplinlerinden yoksun, sadece bir meslek statüsünde öğretmen modelleriyle oyalandı, çok önemli değer ve zaman kaybı yaşandı.
Bu bağlamda söylenecek çok söz olduğu gerçek. İlk soru şu olmalı: Kapattığınınız, yok ettiğiniz kurumların yetiştirdikleri meydanda. Onun yerine her seferinde büyük başarı diye getirdiğiniz sisteminizin yetiştirdikleri nerede?
Artık bu anlayışla bir yere varılamayacağı bilinmelidir. Bugün altmıştan fazla kaynaktan, farklı alanlarda, farklı amaçlarla, çok farklı sürelerle eğitim görüp de sonradan dahil olan öğretmen ile ortak bir disiplin, nitelik, ilke ve ülkü birliği sağlanması mümkün değildir. Öğretmen yetiştiren kurumlar; Okul öncesi eğitim, İlköğretim, Ortaöğretim, Yüksek Öğretim gibi belli başlı birkaç alanda odaklanmalı, bunlar arasında yetkinliğe bağlı geçişler, yükselmeler sağlayacak bir akışlı sistem geliştirmelidir. Yazımızda sadece birkaç örneğini verdiğimiz eğitim tarihimiz bunun başarılı örnekleriyle dolu. Dünyayı yeniden keşfettiklerini sananlar, altı ayda bir eğitim devrimi yaptıklarına inananlar temelde bir kaos yaratmaktan başka bir şey yapamamışlardır. Öğretmenlik sadece bir meslek, “Bir yer kazanamadı bari öğretmen olsun’’ zihniyetiyle bakılan, işsiz istihdam etme, bir ekmek kapısı yaratma yeri değildir. Meslekî tutku yanında öğrenci odaklı, ideal ve ilke birliğine sahip olan eğitimci kimliği yaratmaktır. Bu konu Türk eğitim sisteminin en büyük sorunu durumundadır.
Hasan Pekmezci
13 Mart 2021, Ankara
Kaynakça
Oğlu Dr.Alper Akçam’ın anlatımıyla)
https://www.sanattanyansimalar.com/prof-ali-ucan-in-kadir-karkin-la-ilgili-konusmasi/5287/
https://www.amazon.fr/M%C3%A9thode-turc-1-2CD-audio/dp/2915255741
http://www.inalco.fr/enseignant-chercheur/michel-bozdemir
Inalco /institut national des Langues at civilisation oriantales
Source : http://www.bibliomonde.com
https://www.babelio.com/auteur/Michel-Bozdemir/47678