Abidin Elderoğlu resim sergisi
18 Ocak-12 Şubat 2019
Akşam eve dönüşte komşum Nurol Sanat Galerisinin önünden geçerken içeride bir faaliyet olduğunu görünce, ‘hey Allah, doğru, internet aracılığıyla sergi açılışı için davetiye almıştım’ dedim. Eskiden; eskiden derken aslında pek de fazla değil ama iletişim teknolojisinde o kadar hızlı baş döndürücü gelişmeler oluyor ki, eski usuller, yaşam tarzları sanki asırlar öncesinde kalmış gibi oluyor. Evet daha belki beş sene bile olmuyor, (yoksa daha da mı eski) açılış kokteylleri için matbaalarda bir dolu davetiye basılırdı. Bunları postaneden, mesela beş yüz tanesini götürür ilgili memurun önüne koyardık. O da para sayma makinesi gibi bir makineye zarfları birer birer koyar, zarflar damgaları yedikten sonra memurun önündeki sepete düşerdi. Oradan da gönderime sevklerini beklemeye geçerlerdi. Hatta daha da öncesine gidersek toptan pul satın alırdık; pulları birer birer yalayarak zarflara yapıştırır öylesine götürür postaya verirdik… Sonradan pulları yalamanın zehirli olabileceği uyarısını da almıştık. Ne güzel günlermiş !
Zaman olgusunun göreceli (rölatif) olmasını Einstein’ın uzayın eğilip bükülmesine bağlaması bir yana bize göre zamanın göreceliği değişik olayların bir biri ardı sıra akışı oluyor. Uzayın derinliklerine giden astronot dünyaya döndüğünde bir de bakıyor ki oğlu kendisinden daha yaşlı olmuş; eşi anneannesi gibi olmuş. Neden; çünkü uzayda çok hızlı yol alıyor ve onu büküyor. Ne kadar hız o kadar yavaş yaşlanma.
Aynısını bizler de olayların değişim hızından dolayı yaşıyoruz. Artık olaylar neredeyse ışık hızına yakın seyrediyor. Hıza yetişenler oluyor, yetişemeyenler oluyor. Hele bu hızlı dünyadan ayrı enterne toplumlar ya da evine köşesine çekilmiş insanlar için zaman geçmiyor bir türlü. Belki de buzlukta donup kalmışlar gibi; bir gün uyandırılmayı bekliyorlar.
Şimdilerde davetiyeler sanal olarak gönderildiği için belleğimizden çekip çıkarabildiğimiz ölçüde bu davetler varlık alemine geçiş yapıyorlar. Potansiyellerine doğuyorlar.Bu potansiyeline doğmak sözü de pek Azra Kohen’vari oluyor ama n’apalım. Acaba aynı şeyi mi söylüyoruz; tam bilemedim henüz.
Serginin kimin sergisi olduğu da kafamda o sırada belirmedi. İçeri girdim. Tanıdık simaları uzaktan seçmeye başladım; lafa dalıp hızım kesilmesin diye hemen tabloları seyretmeye koyuldum. Seyrettikçe derinleştim, derinleştikçe daldım gitti. Bir gerçek sanatçının huzurunda bulunduğumu anladım. Bir devlet büyüğü önünde spontane biat duruşu halinde saygılı bir hal aldığımı neden sonra fark ettim.
Kimdir diye etrafıma bakınırken evet dostumuz fotoğraf sanatçısı Ozan Sağdıç ve eşini görünce kafamda çakan şimşeğin adını koydum; Abidin Elderoğlu sergisiydi bu. Ozan Sağdıç’ın merhum kayınpederi. 1973’ de kaybettiğimiz 1901 Denizli doğumlu Elderoğlu’nun tablolarını büyük bir sevgi ve şefkatle bu güne değin muhafaza edegelen kızı Olcay Sağdıç sonunda bizleri de bu tarihi eserlerden mahrum etmemek adına bir sergi yapmaya karar vermiş demek ki. Emeği dert görmesin.
Sergi, üstadın 45. ölüm yıldönümü münasebetiyle düzenlenmiş. Kırk beş yıl dile kolay. Vefat senesi 1973’de neler olmuş dünyada; Vietnam savaşı bitmiş, Boğaz Köprüsü açılmış, Allende öldürülmüş, Fahri Korutürk cumhurbaşkanı seçilmiş, Lübnan’da iç savaş başlamış, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile konsolos Bahadır Demir, ASALA terör örgütü tarafından öldürülmüş ve böylece en az on yıl sürecek olan diplomatlarımıza yönelik terör faaliyetlerinin başlangıcı oluşmuş…
Daha da sonra bugüne kadar köprülerin altından ne sular ne sular akmış da akmış.
‘Benim sanatım gözle dinlemek içindir’ diyor Abidin Elderoğlu. Bununla engin bir göz dinlemesine gireceğinizi hayal ederken başka bir açıklamasına rastlıyoruz; ‘benim resimlerimde konu ve herhangi bir neden arama zahmetine kapılmayın; öylece seyredin’, mealinde konuşuyor. Sonuçta kendisini de izleyenleri de rahat bırakıyor. Bu rahatlığı aldıktan sonra sergiyi daha bir ferahlamış geziyoruz.
Gerçekten de resim resimdir, adı üzerinde resim. İlle bir şey anlatması gerekmez. Anlatıyorsa resimlendirilen şey olsa olsa bir olaydır; resimli bir romanın bir karesi gibi. Hele yazısız, düşündürücü karikatürleri anlamak için de ayrı bir konsantrasyon çabası gerekiyor. Genelde zihin ve beden yorgunluğu yakamızı bırakmadığı için bu düşündürücü işleri daha rahat bir zamanımıza ötelemek gereksinimini duyuyoruz. O zaman da yapacak, bakacak, okuyacak işlerin yığılması karşısında kendimize bile itiraf edemediğimiz gizli bir suçluluk duygusu içerisine giriyoruz. Çok derin meseleler ).
Konusuz plastik bir müzikalite yaratmak istediğini söylüyor Sanatçımız. O kadar doğru ki, ben de şahsen bunu derinden hissedenlerdenim. Çoğu zaman havama göre bir müzik koyar oradan aldığım ritmle resim yaparım. Bazen de piyanoyla tonalden başlayarak yavaş yavaş atonale yönelerek müzik doğaçlarım. Bu bana resimde, şiirlerim ve yazılarımda bir ritm yakalamamı sağlar. Burası çok önemli )
Amaç kaos yaratmaktır diyerek de kendini anlatıyor Elderoğlu. Bu kaostan sanırım konu meselesine karşı çıkarak ruhu özgürleştirmeyi amaçlıyor. Ruh da aynen bir balon gibi ağırlıkları atarak yükseliyor. Sonunda kendisini de fırlatıp atarak soyut ve sonsuz karmaşada yitip gidecek; yeni ve özgür bir varlık olarak potansiyeline kavuşacak. Biliyoruz ki derisini değiştirmeyen yılan ölür; tırtıl yaşamının bir evresinde bir karar verir; ya tırtıl olarak kalacaktır ya da kelebek olacak, uçacaktır; keza kartal da kırk yaşına geldiğinde kararını vermek zorundadır. Ya ölmeyi seçecek ya da artık deforme olmuş ve pek de işe yaramayacak olan gagası, pençeleri ve uzayan tüylerinden kurtulmak için kendini paralarcasına uzun bir çaba sonunda bunları imha ederek yenilenecek ve kendisine yetmiş yaşına kadar bir ömür sağlayacak bir değişime girerek yeniden doğacaktır.
Sanatçı da bir yerden sonra karar vermek zorundadır. Ya olduğu gibi kalacaktır ya da metamorfoz geçirerek bambaşka ve özgür bir varlık olacaktır. Bu sadece sanatçılar için değil her insan için geçerlidir. Ya olduğumuz gibi kalacak, her günümüz bir gün öncesinin tekrarından başka bir şey olmayacak ve öyle öleceğiz ya da sonsuz potansiyeller içerisinden birini seçerek o potansiyele yeni bir bebek gibi doğacağız.
Her şey bir tercih meselesi.
Elderoğlu’nun ‘kaos’ demekle ünlü kaos teorisini düşündüğünü sanmadığımı da bu anlattıklarımın ışığında değerlendiriyorum. Kaos terorisi, Lorentz’in 1961’de başlattığı, Prigogine’nin sürdürdüğü ayrı bir konudur. Bu teori tamamlanmamış bir halde gelişime açık bir halde bulunmaktadır. Bu konuya girmiyorum.
Sanatçımızın resimleri doğal olarak yaşamının çeşitli devirlerine ait eserler olduğu için tarzlardaki hafif değişiklikleri görüyoruz. Ama temelde hep aynı; konusuz plastik bir müzikalite yakalama çabası.
Örneğin çoğu resimlerinde çizdiği şekillerin ardında bu şekillerin flu gölgelerini seçiyoruz ki yakalanan ritmin derinlerdeki sürekliliğine de tanıklık etmiş oluyoruz.
Mükemmel bir karakalem deseninin de keyfine vardım. Buraya alıyorum o resmi. Soldaki figürün yarı flulaşarak arkalara doğru hayalleşerek sanki bir süre sonra kaybolup gideceği duygusuna kapılıyorum.
Abidin Elderoğlu Paris’de Academie Julian’da resim eğitimi almış, Albert Laurens ve ünlü Andre Loth atölyelerinin rahle-i tedrisinden geçmiş. 1973’de ‘benim sanatım’ adlı manifestosunu yayınlamış.
Gripli bir kış başımıza geldi çöktü. Çılgın öksürükler, uyku bozuklukarı… Bakalım nereye kadar…
Monad Balkan
27 Ocak 2019 Ankara