AYLİN ÖREK resim sergisi, CerModern, 21 kasım 2018 -15 ocak 2019
Eskiden ‘cer atölyeleri’ denirmiş. Cer sözcüğü Arapçada ‘çekme, sürükleme’ anlamına geliyormuş. Bu atölyelerde vagon tamiratı ve lokomotiflerin ‘cer’ denen motorlarının bakım ve tamiratı yapılırmış.
Gel zaman git zaman bu atölyeler restore edilmiş ve bir sanat merkezi haline getirilmiş. Adına da ‘modern’ eklenerek ‘cermodern’ olmuş. Yıl 2010.
Aylin Örek’in retrospektif sergisinin yer aldığı salonun girişinde ‘brandy’ ve lokum ikramıyla karşılaştık. Eski zamanlarda ülkemizde ithalatı yapılmadığı için ‘konyak’ ya da ‘brandy’ yoktu; kanyak içerdik. Hatta kanyağa buz ve arzuya göre de su katardık. Büyük otellerde de böyle servis yapılırdı. Ülkemiz insanının yaratıcı zekası konyağı kanyak yapmıştı.
Konyak tabii marka adı; bunun yerine konyak dışındaki konyaklara tüm dünyada ‘brandy’ dendi. Brandy ve konyak ilk Türkiye’ye girdiğinde eski görgü ve alışkanlıkla brandy’e su ve buz katmaya kalkınca…. Rezalet…
Ellili yılların sonlarına doğru Sakarya caddesindeki zemini toprak olan ‘Missuri’ meyhanesinde ressam dostum Muhsin Kut’la kanyak ve barbunya fasulyesi pilakisi almıştık. O gün Muhsin’e hayatında ilk kez alkol içirmiş olmanın hazzını yaşamıştım.
Salon ikiye ayrılmış bir yanda tabloların yer aldığı bölüm, diğer yanda ise iskemleler dizilmiş adeta bir küçük konser salonu haline getirilmiş kısım. Zaten gözüme çarpan bir ‘arp’ (harp); gözlemimi doğrular gibiydi. Derken kırk dakikalık kadar bir sergi öncesi konseri dinleyeceğimiz müjdelendi. Yerlerimizi aldık. Alkışlarımızla ince yapılı bir lady, arpin başına geçti.
Arp mitolojik lirin gelişmiş şekli diye biliyorum. Ve mitolojik masallarda gezi turu yaparken hep güzel genç kızların Roma teraslarında şarkılar söyleyerek çaldıkları lirin tınıları gözüme ve kulaklarıma doluyor.
Bir de imparator Neron aklıma geliyor. Roma’yı, yangın çıkarma hastalığı nedeniyle, yaktığında uzaktan alevleri seyrederek lir çaldığını bir filmde seyretmiştim. Fakat bunun doğru olmadığı yönünde aksi tezler de var. Hıristiyanlar yaktı, da deniyor. Hırıstiyanlık Roma’nın küllerinden çok daha kuvvetli olarak doğacakmış. Belki de doğrudur; çünkü Konstantin, Roma’nın pagan dinini bırakarak resmi din olarak Antakyalı Paul’ün (Pavlus) sistemleştirdiği Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etti.
Arp soloistimiz başıyla hafif bir selam vererek parmaklarından mavi semalara özgü sakinleştirici tınıları kanat çırptırmaya koyuldu.
Adı Matgorzata Verhoeven Stankiewicz ; aslen Polonyalı bir Belçika vatandaşı. Flamanca da konuşuyor. Kısa bir sohbetimiz oldu konser sonrası. Polonya asıllı Chopin gibi Parisli olmasını bekledim sanki.
Osmanlı ile Lehistan (Polonya) arasındaki ilişkiler savaş ve barışlarla sürmüş. Lehliler, "Oder ve Vistül'den Türk atları su içmedikçe Polonya'nın bağımsızlığa kavuşamayacağı" inancına sahiplermiş. Ne var ki o atlar o suları içememiş ve Lehistan yabancı devletler arasında paylaşılmış. Osmanlı bunu bir türlü kabullenememiş ve sindirememiş. Yabancı elçileri padişah kabul ederken Polonya elçisinin adı da zikredilir, cevap olarak da "Henüz gelmedi, yolda" denirmiş.
Sonrası malum, savaşlardan kaçan Polonyalıların küçük bir kısmı İstanbul’a gelip ünlü Polonezköy’ü kurmuşlar. Bu köyden bir dünya yıldızı çıkmış. Belki Maria Callas’dan da üstün bir yetenek; soprano Leyla Gencer. Annesi Polonya asıllı imiş. Ve Polonezköylüymüş. Nazım Hikmet’imizin bir dedesi keza Polonya asıllı, biliyoruz.
Neyse gelelim sergimize. Konserden sonra sergi salonu görüş ve ziyaretimize açıldı. Cer Modern’in ortak yöneticisi Helün Fırat’la sohbetimiz oldu. Ta Kıbrıs’a giderek Aylin Örek’i nasıl ziyaret edip CerModern’e gelmesini sağladıklarını anlattı. Bravo. İyi olmuş.
Aylin Örek, Kıbrıslı. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Paris ve Marsilya’da eğitim almış. 1941 Lefkoşe doğumlu.
Küratörlüğünü Ahmet Savaş Kale’nin yaptığı sergide 100 kadar tablosu yer alıyor. Örek’in yaşamını bu tablolardan kronolojik sırayla izliyoruz. Erken resimleri, çeşitli devreleri, son eserleri… Her ressamın çeşitli devreleri vardır. Zaman tüneline bakarsak tüm geçirdiği safhaları görürüz. Teknik ve vuruşları da değişime uğrar. Bazen ani değişimler de görürüz; figüratiften geometrik, optik, soyut, kübik resme geçme gibi. Bu konuda en bilinen Picasso’nun ‘mavi’ devridir. Sonra kübizmi başlar. Ressam kübist doğmaz; belli merhaleleri geride bıraktıktan sonra ruhu, ‘yeter ya kulum, artık başka şeyler söylemek gerek’ der. Yani ‘ol’ der ve olur.
Sanatçı, merhalelerden geçerken çeşitli ressamlardan da etkilenebilir. Etkilenmelidir de . Böylece vizyonu ve tekniği genişler. Bu da bir devirdir. Sonra kendi yoluna devam eder gene. Aylin Örek’de ise gördüğümüz ta başından beri kendi tarzına hep sadık kalmış; bu tarz içerisinde yalnızca konular değişiyor; portre, nü, peyzaj, yaşantılar vs… Genelde çevresini resimlediği için kendi yaşamının da akışını izleyebiliyoruz. Sonunda Aylin Örek kimdir sorusuna rahatça cevap verebiliyoruz. Bir devresinde Gauguin havasını seziyoruz ama hep kendi özgün sağlam tarzı içerisinde. Kendi tarzı içerisinde bir Gauguin parfümü. Hoş olmuş.
Tüm ziyaretçiler Örek’in yetenekli bir sanatçı olduğunda hemfikir olduğumuzu gördük; tarzını da çok beğendik. Sağlam temeller üzerinde dimdik durduğuna tanık olduk.
* * *
GÜLTEKİN ÇİZGEN fotoğraf/ilüstrasyon sergisi nurol sanat galerisi
28 kasım akşamı uzun yıllardır görüşemediğim kadim dostum fotoğraf sanatçısı Gültekin Çizgen’i Nurol Sanat Galerisinde açtığı fotoğraf ve ilüstrasyon sergisi münasebetiyle gördüm. Eski dostlarla karşılaşınca insan kendi geçmişini de görüyor. O nedenle eski tanışlar, dostlar bizim kendi tarihimizin canlı arşivleri.
Gültekin Çizgen arşivini açıp baktığımda neler gördüm neler. 1960’lı yıllar… İstanbul’da geçen bohemli günler, geceler. Sanat dolu atmosferler içerisinde bir faaliyet bir faaliyet. Kısa metraj film çalışmaları için bir grup olarak bir araya gelişimiz. Benim bir senaryo yazarak yönetmenliğini de yapmam üzerine kurgulanan bir plan program. Bunun için merhum fotoğraf sanatçısı Afife Bilek’in Almanya’dan özel getirttiği 16 mm film kamerası. Beyoğlu’ndaki fotoğraf atölyesi; Bilek’in açtığı ‘merhaba’ adlı ilk fotoğraf sergisi…. İstanbul gece hayatı… Yakup, iki rus kızkardeşin işlettiği Rejans lokantası, Stadt Hamburg, Abdullah, Çiçek Pasajı, Çiçek Pasajındaki, ‘kime ne, biz bize, diz dize’ meyhanesi, yine Pasajda merhum Anahit’in akordeonun melodileri, Degustasyon… Ha bu Degustasyon bayağı pahalı bir yerdi. Buna dair bir anekdot anlatılır dururdu. Bir gün ünlü merhum karikatürist Mıstık bu Degustasyona gitmiş; yemiş içmiş. Vakit gelmiş hesabı istemiş. Bakmış hesap cebinin çok çok üzerinde. Garsondan pardesüsünü istemiş. Pardesü gelince güzelce özenle katlayıp hesap pusulasının olduğu tabağa bir güzel yerleştirmiş. Garson teşekkür edip almış. Sonra yine tabak içerisinde pardesünün rayiç değerinden arta kalan paralarla birlikte çıkıp gelmiş masaya bırakmış. Mıstık da o paradan alacağı kadarını almış gerisini garsona bahşiş bırakıp çıkmış gitmiş. Buna benzer bir sahne de yanılmıyorsam Fransız yönetmen Jean Renoir’ın bir filminde vardı. Para yerine takasın geçerli olduğu sanal bir memlekette bir adam arkadaşıyla bir lokantaya gidiyor. Hesap gelince koltuğunun altındaki canlı tavuğu veriyor. Garson geriye iki civciv üç yumurta getiriyor. Adam civciv ve yumurtlardan birini alıp iki yumurtayı garsona bahşiş bırakıyor. Şimdi Mıstık ve veya Degustasyon yetkilileri bu filmi gördüler de oradan ilham mı aldılar? Muamma.
Sonra Gültekin’in Ankara Mamak Muhabere Okulunda askerliğe başlayışını anımsıyorum. Orada, Ordu Foto Film Merkezinde görevlendirilişi. İstanbul’a geliş gidişleri…
O yılların ülkemizin ünlü fotoğraf sanatçıları, Ara Güler, Ozan Sağdıç. Sami Güner’ler ile birlikte adeta bir kare as oluşturmaları…
Benim bu anlattıklarım 1960’lı yıllar. Daha sonra bir on sene evvelsi miydi neydi, Çizgen Ankara’da diğer ünlü bir fotoğraf sanatçısı İbrahim Demirel’in Sanat Yapım adlı sanat galerisinde bir ‘sanatsal cam’ sergisi açmış orada da hasret gidermiştik.
Sanatçımızın fotoğrafları dünyanın çoğu ülkesinde koleksiyon ve müzelerde yer alıyor. Çeşitli önemli fotoğraf kurumlarının kurucusu, kitaplar çıkarmış, konferanslar, gösteriler, makaleler vs vs çıkarmıştır. En iyi dünya sanatçıları olarak seçilen 1600 sanatçı arasında bulunduğu biliniyor. Ayrıca multivizyon gösterileri de çok bilinen etkinliklerindendir.
Gelelim sergiye. Gültekin’in çeşitli disiplinlerden bir karması adeta. Tabii ilüstrasyonları da ayrı bir çeşni katıyor. Sanatçımız vaktiyle karanlık oda çalışmasını severdi. Çektiği fotoğrafların üzerinde oynar istediği kompozisyonu elde ederdi. Tabii şimdi karanlık odalar kalmadı; beyaz dijital ekranlar var. Ama o, güncelliği an be an izler ve yeniliklere kolay adapte olur.
Ben gene bir siyah beyazcı olarak sergide o akları karaları tesbit ettim. Ve hazzın doruk noktasına ulaştım.
Serginin ismi, ‘iki gözüm sanat’; fotoğraf sanatında 60 yıl; 1958-2018. Altmışıncı yıl kutlaması burada yapıldı; bu mutluluk da bize yeter.
Sergiye yukarıda sözünü ettiğim kareastan Ozan Sağdıç da geldi. Gene taa 1960’lı yıllara gittim geldim. Gültekin, Afife Bilek, merhum Sabiha Erengönül, ressam Muhsin Kut; Ozan Sağdıç’ın Ankara Cebeci’deki evine ziyaretine gitmiştik. Ozan Sağdıç’ı ilk orada tanımıştım.
Velhasıl sanat sanat işte. Sanatlı dünyalarda gezinip durmak güzel. Herkese kolay gelsin.
MONAD BALKAN
5 Aralık 2018