İşte size benden çok iddialı bir söz; 'hayatta en hakiki mürşit ağaç sevgisidir'. Nokta.
Çünkü diğer her canlı varlık gördüğü hakiki sevgiye mutlaka hakiki bir sevgiyle karşılık verir. Ama ağaç öyle mi ? Ağzı yok, dili yok, kollarını açamaz, kucaklayamaz, başını göğsümüze dayayamaz. Sevgi tek yönlüdür; paylaşılmasa da sevgi sevgidir.
İmren Erşen, sergisine 'diren ağaç' ismini vermiş. Aslında ağacın şahsında kendi kendimize şu son yıllarda hüzünle tanık olduğumuz katliam karşısında direnme gücü yüklüyoruz. Erşen toplumun direnme gücüne güç katma 'noktasında' bir katre (damla) dahi olsa bir eylemde bulunmak istemiş diye düşünüyorum. Gösterilen hiçbir çaba boşa gitmez; mutlaka ait olduğu boşluğu bulur ve yerleşir.
Atatürk'ün ağaç sevgisi malum. Bu konuda toplumun bilinçaltına etki edecek derecede O'ndan anekdotlar var. Okullarımızda O'nun hakkında birçok şey anlatılıyor ama ağaç sevgisiyle ilgili herhangi bir şey ben bilmiyorum; hiç tanık olmadım. Bu konuya önem verilseydi belki de insanların eli ağaç kesmeye giderken en azından titreyecekti.
İmren Erşen'in resimlerinde daha çok pastel malzeme kullanarak gecekondu mahallelerini konu edindiğini biliyorum. Hep öyle gördüm. Evet natürmortları da var fakat onu simgeleyen esas 'gecekondular'ı. Çizgiler armonisi içerisinde sunduğu gecekondu tabloları.
Bu kez sergi salonuna girdiğimde bambaşka bir havayla 'aura'mın tutsak alındığını hissettim. Evet ağaçlar... Erşen'in desendeki ustalığına tanıktım ancak bu kez gerçekten ağaç figürlerinde bunu daha derinden gördüm ve duygulandım. Ağaç, sanatçının desendeki ustalığını göstermek bakımından iyi bir miyardır (ölçüdür). Gidin görün.
Büyük boyut çalışmış. Beyaz tuval üzre siyah çini mürekkebiyle (ben malzemeyi öyle tanımladım) desen, desen, desen..
Atatürk'ün çok sevdiği bir iğde ağacı varmış. Herkesin adam olmaz dediği Ankara havalisi çoraklığına karşı savaş açan ve yeşillendirme mucizesini başaran Atatürk, Çankaya'sından Meclis binasına giderken o çoraklık içerisinde tek başına kahraman bir asker gibi direnen bir iğde ağacını görür ve ona selam vermeden edemezmiş. Bir gün gene Meclise giderken bakmış, ağaç yok. Yolu genişletmek için ağaç kesilmiş meğer. Paşa yıkılmış bir halde arabaya dönmüş, oturmuş ve hıçkırarak ağlamaya durmuş. Stratejik bir tepeyi tutmak için direnen son neferinin şehit düşmesinin arkasından ağıt yakar gibi.
İmren Erşen'le aramda ortak bir nokta gördüm hep; Eşref Üren'le olan dostluğumuz. Ben sanırım Erşen'den çok önce yani çocukluğum sırasında tanıdım Hocayı. Eşi değerli ressam Melahat Üren hanımla bizde ailecek resim yapıldığı için evimize gelir giderlerdi. Ben resmimde en derin izleri başlıca Hocadan ve annemden aldım. Sonra Üren TED Kolejinde de resim öğretmenimiz oldu. O safha başka.
İmren Erşen'in Bodrum'da da bir vakit ağaçlar üzerine bir sergi açtığını biliyorum. Asırlık zeytin ağaçları. Ah o zeytinlikler ah! Gidiyor, gidiyor... Elveda memleketimin mitolojik ağaçlarına; altın suyu gibi akan zeytininin yağına.
Bendeniz Pakistan'da görevliyken zeytinyağı marketlerde parfüm gibi minik şişelerde satılırdı. Hastalanınca ilaç niyetine içerlermiş. Yemeklerden önce bir kahve kaşığı!...
Atatürk'den bir başka anekdot; bir mini 'çılgın proje'...
Tam da zamanında yetişmiş; Yalova'daki köşkün bahçesindeki asırlık çınar ağacı kesilmek üzeredir. Kökleri binayı yıkma derecesinde temeli sarmıştır.Kesimi derhal durdurur. Tramvay rayları getirterek üzerine köşkü yerleştirir; bina raylar üzerinde yürür. Köşk de kurtulur, ağaç da kurtulur.
Sanki Fatih Sultan Mehmed'in gemileri karadan yürüterek karşı kıyıya çıkarması gibi düşünürüm bu olayı hep. Zaten gözüm bu topraklarda yaşamış, sembol olmuş devlet adamları olarak üç kişiliği görür başlıca; zamanının süper gücü Akha'lılara karşı koyan Çanakkale'li (Truvalı) kumandan Hektor, çağ açıp çağ kapatan imparator Fatih Sultan Mehmet, antiemperyalist çağın müjdecisi Çanakkale, Anafartalar kahramanı, devlet kuran, devrim yapan Mustafa Kemal Atatürk. Fatih ve Atatürk süper güçlere karşı kazandıkları zaferleri sonunda aralarındaki yüzyılları aşarak sanki sözleşmişler gibi 'Hektor'un öcünü aldım' demişlerdir. Fatih'in bu sözü söylediğini tarihçi Kritopulos da anlatmış.
Truvalıların Türk olduğu eski bir tezdir. Batı, özellikle de Vatikan bu teze ortak olmuş ancak daha sonra Türkler Batıyı iyice tehdit eder duruma gelince başta gene Vatikan bu tezden vazgeçmiş görünmüştür.
Bir anlatıya göre, Truva düştükten sonra Truvalı generallerden Turkus (Türk) Asya içlerine kadar çekilmiş. O zamandan beri Hektor'un öcünü almak hep batıya yürüyen Türklerin bir nevi hedefi olmuş, adeta genlerine geçmiş, fıtratları olmuştur. Ve her zaman doğunun bir nevi öncü karakolu olmuşlardır.
Çanakkale, doğunun kapısıdır. Çanakkale'yi geçen Mezopotamya'ya, İpek Yoluna ulaşır. Daha daha Hind'e, Çin'e... Doğu'nun zenginliklerine, Batı'nın her zaman gıpta ettiği uygarlıkların gizemine...
Atatürk'ün zamanın süper gücü Roma'ya karşı zafer kazandığı için askeri bir deha olarak da gördüğü ve takdir ettiği Kartacalı Hannibal de çılgın bir projeyle aşılmaz denen Alpleri aşarak bir anda şaşkın bakışlar arasında Romalıların karşısına çıkıvermiş; onları yenmiş.
Hannibal sürgündeyken intihar ettiği Gebze'de Atatürk onun adına bir anıt yapılmasını istemiş. Bu ancak O'nun yüzüncü doğum yılında (1981) gerçekleşebilmiş.
Bakın bir ağaç nelere kadir! Bizi Erşen'den aldı nerelere hangi kıyılara getirdi.
Her ağaç bir Çanakkale'dir.
Diren Ağaç!
İMREN ERŞEN
(diren ağaç)
resim sergisi
28 kasım-11 aralık 2014
(cumhuriyet kültür merkezi no.: 14 çankaya ankara tlf.: 0312 442 30 50
monad balkan, 2 aralık 2014, ankara