İmren Erşen’in ellinci sanat yılı Çağdaş Sanatlar Merkezi salonlarında retrospektif bir sergiyle (1-13 Kasım 2017) kutlandı. Geçmiş elli seneden seçmeler ancak böyle koca bir kata sığardı. Serginin düzeni çok hoşuma gitti. Çalıştığı her konu ve biçemden oluşan tablolar takım halinde ayrılmış kendi köşelerine çekilmiş ziyaretçileri bekliyorlardı. Biz de gittik ve her biriyle göz göze geldik.
Sanatçının alışageldiğimiz gecekondu kompozisyonları da ayrı bir köşede eski yılları hatırlatıyordu. Gecekondu deyince anılarımdan biri sonbahar yaprağı gibi süzülerek bilgisayarımın klavyesine kondu.
Şöyle: Vaktiyle IMF’den bir heyet ülkemize gelmişti. Malum, borç alma durumumuz vardı. Müzakerelerin arasında heyet, ‘bir de sizin gecekondu mahallerinizi bir gezelim’ demiş. Hep birlikte gidilmiş. Görmüşler ki ev kadınları çiçekli miçekli büyük bahçelerinde ağaçların latif esintili gölgeleri altında çaylar içiyor, kurabiyeler kekler yiyorlar; hoş sohbetler arasında şen kahkahalar atıyorlar. Evlerin içinde her türlü beyaz eşya mevcut. Kapıda da arabalar var. Tabii bir şaşkınlık, ‘yav bizim ülkelerimizin zenginlerinde bile bu konfor yok’ deyivermişler. Bu olaydan sonra borç vermişler mi onu maalesef hatırlamıyorum.
Erşen, Mülkiye mezunu bir ressam. İtalya ve Fransa’da sanat eğitimi almış. Berlin doğumlu. Müşterek bir tarafımız var; ikimiz de merhum Eşref Üren’in ayrı dönemlerde rahle-i tedrisinden geçmişiz. Eşref Üren; Ankara’nın unutulmaz ressamı. Karıyla kışıyla, yazıyla baharıyla o zamanki kurak ve çorak Ankara’yı şiirleştirmiş bir gerçek şair. ‘Ankara’nın en güzel tarafı İstanbul’a dönüşüdür’ diyen Yahya Kemal Beyatlı’ Üren’in resimlerini görseydi sanırım Ankara’yı severdi.
İmren Erşen her konuyu işleyen bir sanatçı. Tek bir konuya saplanıp bozuk plak gibi dönenip duranlardan değil. Portre, iç mekan, dış mekan, peyzaj, natürmort, nü… Hepsi var. E biz o kuşaklardan yetiştik; hocalarımızın sergileri de öyle hemen her konuda resimleri kapsardı.
Diğer bir sergi sahibi ressam Erol Batırberk de öyle. Fırça Sanat Galerisindeki sergisi (9-29 Kasım 2017) heyecan verici. Gazi Eğitim Fakültesi resim bölümünde öğretim üyeliğinde bulunmakta. Batırberk de her sanatçı gibi arayış içerisinde. Çünkü arayışın sonu yoktur arayışı arayanlar için. Ancak zorlama arayışlar yerine doğal akıp giden bir arayış görüyoruz Batırberk’de. İnsanı ferahlatan, bilmece çözmeye zorlamayan yalın ifadeler. Zaten adı üstünde ‘resim’ değil midir yapılan? Bir şeyi, görünümü, olayı resmetmek... Adeta fotoğrafta enstantane yakalama gibi. Gözünde, hafızanda ya da hayalinde yakaladığını tuvale dökersin. Yaşam da bir sinema şeridi gibi gözümüzün önünden akıp geçtiği için hangi resmi yakalamak istereniz tuvale geçiriverirsiniz. Tabii resim sanatında desene hakim olmak en baş koşul. Kuvvetli deseniniz yoksa yakaladığınız enstantaneler ne yaparsanız yapın amatör kokar. Batırberk sergisi doyurucu ve sanatı koklatan bir sergi.
Batırberk ile ayni gün açılışı yapılan bir diğer sergi de adı ‘Still Life’ olmakla beraber kendisi gayetle hareketli bir sima olan Şükran Demirok’un galerisindeki Samsunlu ressam Makbule Ayaz’ın resim sergisiydi (9-30 Kasım 2017).
Makbule Ayaz tam bir düş ressamı. Sanırım sahil insanı olmak düşleri tetikliyor. Denizlerin ötesini görebilmek ister hep insan. Oralarda neler var? Göremediğini da bir masal dünyasında görür. Deniz öyle bir şey işte; hayalimizi işler, dokur. Denizin üzerinde valsler yaparak döner ufuklardaki düşlere dalarsınız. Uzaklardaki tekneler ‘slow motion’ yol alır. Bu da size hayallerinizi örüp işlemek için gerekli zamanı kazandırır.
Denizin ‘still’ mavisi tüm renklere gebedir. Hayaliniz o nedenle hep rengarenktir sahillerde.
İşte böyle renkli bir sergide, iğneyle oya gibi işlenmiş düş içerisinde düş gören naif ve biraz kilolu hatunları izlerken Bodrum’dan biraz erken dönüşümün hayıflanmasını yaşadım.
Havalar ‘still’ güzel…
MONAD BALKAN
18 Kasım 2017