Mahzun Kırmızıgül’ün yönetmenliğini yaptığı filmler çok konuşuluyor. Leyhte veya aleyhte.
Ben de geçenlerde seyrettiğim bu film hakkında biraz yorum yapmak istiyorum.
1960’lı yıllardan birinde Ege’li bir öğretmen (Talat Bulut) atanmış olduğu Doğuda bir dağ köyüne gidiyor. Köyde ne okul var ne bir şey. Cebinden de para harcayarak köylülerle elele vererek okul yapyor.
Öğretmen tipik Egeli şivesiyle, köylüler de kendi ağızlarıyla konuşuyorlar. Ama anlaşıyorlar. Birbirlerini pek seviyorlar. Ve aralarında müthiş bir insancıl bağ oluşuyor.
Köyün muhtarının çocuklarından biri özürlü. Erişkin bir adam. Konuşması anlaşılmıyor; eğri büğrü, yürümekte dahi zorluk çeken bir gariban portresi çiziyor Deli Aziz. Köylülerin de zaman zaman kendisiyle eğlendikleri bir genç adam (Mert Turak).
Film, dram komedi tarzında gelişiyor. Hikaye açık ve başarılı şekilde akıp gidiyor.
Bu arada köyün adetlerini görüyoruz; nasıl kız istemeye gidiliyor, düğünler, gerdeğe girmeler. nasıl oluyor… Bu bağlamda Meral Çetinkaya başarılı bir oyun sergiliyor.
Öğretmen, Deli Aziz’i de sınıfına alıyor. Minik öğrencilerin arasında o da okuma yazma öğrenmeye başlıyor.
Gel zaman git zaman Aziz bir rastlantı sonucu komşu bir köyden dünya güzeli bir kızla (Seda Tosun) evlediriliyor. Kız önce görücü usulüyle evlendiği kocasının halini görünce şok geçiriyor ama ‘bu benim kaderim’ deyip bağrına taş basmakla da kalmayıp kocasına olağanüstü şefkat ve sevgi gösteriyor.
Köyün diğer gençleri Aziz’i ve güzel karısını çekemiyorlar. Tatsızlıklar başlıyor. Onlar da köyü terk edip gidiyorlar.
Aradan yedi yıl geçiyor. Öğretmen de çoktan köyden ayrılıp gitmiş.
Bir gün uzaktan köye bir arabanın yaklaştığı görülüyor. Köylünün meraklı bakışları arasında Öğretmen çıkıyor arabadan. Köylülerle sarmaş dolaş oluyorlar; sonra da Aziz küçük oğlunu elinden tutarak ortaya çıkıyor. Arkasından da eşi.
Aziz şık ve traşlı; vücudunda eğrilik büğrülük kalmamış ve mucize işte; Aziz konuşuyor! Muhtar baba ’nasıl oldu bu’ gibilerinden soruyor. Aziz, ‘ben aşık oldum babaaaa!’ diye haykırıyor.
Film, sevginin ne denli bir güç olduğunu, mucizeler yaratabileceğini, birbirine zıt iki ayrı yörenin insanlarının sevgi dilinde nasıl birleşebildiklerini göstermeye çalışıyor.
Çok naif bir hikaye diye bakıyoruz filme ama sonradan gerçek bir hikaye olduğunu öğreniyoruz. O zaman duygu sömürüsü ve naiflik yerini ‘işte dünya böyle güzel olmalı; örneği de bu’ dedirtiyor insana. Hümanizm…
Filmin sonunda gözlere çöp kaçmaması olanaksız. Hüngür!...
Film, Kars’ın üç bin metreye yakın yüksekliklerinde eksi kırk derecelere uzanan ayazında çekilmiş. O soğukta mikrop falan yaşayamaz; grip, soğuk algınlığı olmamıştır ama o yüksekliklerde oksijen da pek seyrek. Sanat aşkı film ekibine dayanma gücü vermiş anlaşılan. Hepsi kahraman. Severek oynamışlar; belli.
Kırmızıgül istikbal vaad ediyor. Filmlerinde sanatsal öğelere daha bir eğilirse; fotoğraf, müzik… gibi daha bir ilerleme kaydedecek. Yönetmenlikte israrcı olduğuna göre bir gün global çapta ses getirebilecek film yapabilecek düzeye erişebilir sanıyorum.
Evet, sevgi…
Sevgi tüm evrenlerde tek kaybolmayan duygudur. Sevginin sesi de müziktir. Evrenler müzik çevresinde döner. Astronotlar uzaya çıktıklarında tuhaf ve güzel ezgiler işittiklerini söylüyorlar. Evrende orkestra yok ama o armoni bilinçlere melodi olarak yansıyor.
Müzik tek sanattır. Diğer bütün sanatlar müziğin versiyonlarıdır; müziğin resim, heykel, şiir, roman vs kılıklarına girmiş halidir. Bir sanat eseri ne kadar müziğe yakın ise o kadar daha sanattır.
Bir insanın duruşu, şiirsel yaşam şekli de bir sanattır. Müziktir. Sonsuzluğa atlar.
Sonsuzluk sevgidir; sevgi müziktir.
Mucize de budur.
Monad Balkan, 9 Ocak 2015, Ankara