“Beyaz Bale” denince akla ilk gelen eser kuşkusuz P. İ. Çaykovski’nin Kuğu Gölü adlı dört perdelik balesidir. 1877’de Moskova Bolşoy Balesi’ndeki ilk sahnelenişi başarılı bulunmamış olsa da bir süre sonra hak ettiği yere oturmuş ve klasik bale sembolü kült bir eser halini almıştır. Kuğu Gölü sadece dünyada en çok sahnelenen balelerin başında gelmez, bir bale kurumunun düzeyini gösteren bir kalite ölçütüdür de aynı zamanda. Nitekim ülkemizde 1965’te ilk sahnelenişi Türk Balesinin çıtayı o düzeye çıkarttığının işaretiydi. O günden bu güne kadar da defalarca Devlet Opera ve Balesi (DOB) sahnelerinde yer aldı (1, 2).
Ankara’da Kuğu Gölü perdesinin ilk açıldığı ve o sahneye parmak ucunda ilk adımını attığı günden bu yana da Meriç Sümen bizim unutulmaz kuğumuz oldu. Hem Türk Balesinin, hem de bale sanatçılığının meşalesini kendisini izleyen bale sanatçılarının da başarılarıyla sönmeden bugünlere getiren bir sembol oldu. Bu yüzden de Ankara DOB 9 Kasım 2019 prömiyer temsilinin, başının üstünde “prima balerina” tacı ve tek balerin “Devlet Sanatçısı” haresini taşıyan Meriç Sümen’e ithaf edilmiş olması son derece yerinde bir karar ve mükemmel bir kadirşinaslık örneği idi. Nitekim temsilin açılış konuşmasını yapan DOB Genel Müdürü Murat Karahan onu sahneye davet ettiğinde hem Karahan’ın, hem de Sümen’in söylediği güzel ve anlamlı sözler, Sümen’in zarif balerin selamı hem izleyicileri hem de sanatçıları duygulandırdı. Sanatçının emeği, izleyicinin yüreğinde yerini bulur ve o yeri asla terk etmez ki sanat da budur!
Seyirciyle yıllar sonra yeniden buluşan eserin bu sürümünün orijinalinden bazı farklılıkları vardı. İki perde haline getirilen eserin Çaykovski bestesi üzerine müzik düzenlemelerini Tolga Taviş yapmış. Orijinal M. Petipa ve L. İvanov ikilisinin libretto ve koreografisi üzerine A. Volkan Ersoy ve G. Armağan Davran ikilisi eseri yeniden yorumlamış. İki perde boyutundaki haliyle Ersoy, Davran, Taviş düzenlemesi günümüzün yaşam hızına yetişir biçimi almış. Buna ek olarak sahnedeki sanat eserinin güzelliğinin de etkisiyle seyircilerin cep telefonundan illaki bir yudum almadan izlemeleri sağlanmış ki bu bile tek başına günümüzde bir başarı kıstası olarak kabul edilmelidir. Öte yandan, yine duyguların emojiye indirgendiği günümüzde Ersoy ve Davran’ın Kuğu Gölü yorumu estetik ve duygu yüklü bir hayal dünyası yaratmış; neredeyse unutulmuş gerçek aşka ve sosyal medyanın görsel kalıplarına sıkıştırılmış ifade biçimlerini eski özgürlüklerine ulaştırmış.
Kuğu Gölü özünde bir büyücü tarafından kuğu haline getirilmiş genç kızların öyküsü, ancak gerçek aşkla bağlanan bir insanın sevgisi onları bu esaretten kurtarabilir. Baron von Rothbart Odette’i beyaz kuğu haline getirmiştir. Ona âşık olan Prens Siegfried yanlışlıkla Odette’e değil, büyücünün kızı Siyah Kuğu Odile’e evlenme teklif edince büyü bozulamayacak hale gelir. Orijinalinde Siegfried Odette ile evlenemeyecekse ölmeyi yeğleyeceğini söyler, Odette’nin elinden tutup göle atlayarak onunla beraber ölür (2). Sevginin bu denli güçlü olması en azından geride kalan kuğuların kurtulmasını sağlar, sevgililerse gölün üstündeki cennete uçar. Ersoy ve Davran’ın yorumundaysa Siegfried sevgiden aldığı güçle Rothbart’ı öldürmeyi başarıyor, böylece büyü kalkıyor; aşkın gücü galip geliyor ve mutlu sona ulaşılıyor. Çaykovski’nin “sev ve öl”ü yerine Ersoy ve Davran’ın “sev ve mutlu yaşa”sı çok daha güçlü bir final yaratıyor.
Gürcan Kubilay’ın tasarladığı dekorlar, Savaş Camgöz’ın tasarladığı kostümler ve Fuat Gök’ün ışık tasarımı hem temaya uygundu, hem de estetik bir bütün oluşturuyordu. Hele bir çift siyah-beyaz kuğu tüyü görüntüsünden oluşan afiş tasarımı unutulmayacak bir imge idi.
9 Kasım’da şef Bujor Hoinic yönetimindeki tüm ADOB orkestrası (özellikle keman sololarıyla başkemancı Tayfun Bozok, çellist Banu Akkerman Yeşilyurt ve nefesli grupları) mükemmel çaldı. Sahnedeki sanatçılara öylesine şevkle dans etme duygusu verdiler ki seyirciler de etkilendiler.
Beyaz Kuğu Odette ve Siyah Kuğu Odile rolünde gencecik bir balerin olan Özge Onat dans etti. Bu devasa rolde ilk kez sahneye çıktığı ve ona Meriç Sümen’in deneyimlerini aktardığı, teknik ve yorum açısından önerilerde bulunmuş olduğunu Bale Sanatı ve Türk Balesi konusunda uzman Sayın Necla Çıkıgil’in kaleminden öğrendik (3). Gerçekten de Sümen’in sahnedeykenki yüz, omuz ve kol ifadelerini hatırlayınca buradaki dokunuşları ayırt etmek mümkündü, neredeyse hangi noktalara dokunmak ihtiyacı duyduğu belliydi. Onat’ın Odette’si ilk perdede kuğu avına çıkmış prensten korkan ve ürken bir genç kız-kuğudan ziyade üzgün ve kederli “acıların kuğusu”ydu. İkinci perdedeki Odette’si ise aşkıyla güçlü ve büyü esaretine öfkeliden ziyade yine üzgün ve kederliydi. Tiyatro edebiyatı duayeni Prof. Metin And, Hint Tiyatrosu Kathakali’de Navarese denilen dokuz temel ruh durumunun yüz ifadesinden söz eder: Aşk, Sevecenlik, Gülme, Cesaret, Öfke, Şaşkınlık, Korku, Tiksinme, Özgürlük (4). Bu ifadeleri Odette’e uyarlayacak olursak ilk perdede korku ve ardından aşk; ikinci perdede önce aşk, cesaret ve öfke, eserin sonunda da özgürlük ifadesi beklenir diye düşünülebilir. Duygu ifadeleri kültürden kültüre farklılık gösterir ve örneğin batı kültürü ifadelerine yer almayan “özgürlük” duygusu ifadesi Odette’e uyabilir. Öte yandan mutluluğa giden yolun ilk basamağı olan gülme duygusunun yüz ve beden ifadesi evrenseldir, dolayısıyla Odette ve Siegfried’i birbirlerinin kollarında mutlulukla gülümserken görmek seyirciyi daima mutlu kılacaktır.
Temsilin başındaki konuşmasında Meriç Sümen, kendisi için balenin “Duygu ve ifade demek olduğunu” söyledi. Kabul etmek gerekir ki bu iki sözcük başarılı olmak isteyen tüm bale sanatçılarının yüreğine kayıtlı olması gereken sihirli sözcükler. Sümen “Bale ile azim, irade, hırs, çalışma ve insanlık öğrendim” de dedi. İşte bu cümle Özge Onat’ın Odile’sinde can buldu. İkinci perdedeki saymaya yetişemediğim ve doyamadığım “Fuete” dönüşleriyle Onat “prima balerina”lığını ilan etti. Bu zirve noktasıyla işin rengi değişti, heyecan ve beğeni aklımızı başımızdan aldı, dönüşler devam ederken coşkun alkışlar durdurulamadı, hatta aktı; Özge Onat’ın Odile’sine bravo!
Prens Siegfried rolünde İlhan Durgut hem teknik hem de artistik olarak son derece başarılı ve inandırıcıydı. İkinci perdenin sonuna doğru Prens kuğular Rothbart ile savaşırken koreografiye göre önce uzaktan seyrederken Navarese ifadelerinden cesaret ve öfke beklenebilirdi, ne de olsa az sonra büyücüyü öldürecek. Daha ziyade sıranın kendisine gelmesini bekler gibi sabırla savaşımı izliyor olması belki de Navarese ifadelerine sabırsızlık ve kararlılık da eklenmeli düşüncesini akla getirdi.
Von Rothbart rolünde Eren Keleş de hem artistik hem de teknik olarak son derece deneyimli ve başarılı bir dansçı olduğunu bir kez daha kanıtladı. Soytarı rolündeyse Kadir Okurer müthiş tekniği ile bu rolün adeta üzerine dikilmiş olduğunu düşündürdü.
Kraliçe rolünde Aslı Elat; Öğretmen Wolfgang rolünde Ertuğrul Bolat; Sarayda Pas de Quatre dansında Sultan Menteşe, Umut Can Arzuman, Cansın Okurer, Buğrahan Alnıaçık; İki Büyük Kuğu rolünde Güleycan Kocabey, Cansın Okurer; Dört Küçük Kuğu rolünde Sanem Subaygil, Ezgi Odabaşı, Aslıhan Karaca, Lara Veli; İtalyan Dansında Sanem Subaygil, Cansın Alpan, Güleycan Kocabey, Lara Veli, Beril Baştürk, Gaye Tutuş; Macar Dansında Serapsu Gürman, Mert Kocaay, Aykut Levent Özer, Gökçe Aksu, Ege Sarıoğlu, Gizem Tuncel; Polonya Dansında Bleda Özlem, Tarkan Serengül, Uluç Aytan, Murat Romaner, Defne Dinçer, Bilal Kılıçaslan, Şelale Polatkan, Kutay Yaşar, Bahar Keleş, Berkay Saraçoğlu, Kardelen Büyükakgül; İspanyol Dansında Taner Oğuzhan, Ezgi Odabaşı, Umutcan Arzuman, Buğrahan Alnıaçık titiz ve yoğun çalışmanın sonucu olarak çok başarılıydı. Hiçbirini diğerinden ayırt etmek mümkün değil ama yine de Kuğu “Pas de Quatre”ının bu yıl izlediğim Avrupa örneklerinden daha başarılı olduğunu belirtmek isterim (5).
Corps de ballet hem koreografik paten hem de kusursuz beraberlikteki dans açısından büyük alkışı hak etti. Bu alkışta koreografların ve repetitörlerin (Sanem Subaygil, Özge Başaran, Özge Ataman Bahardoğan, Burak Kayıhan) kuşkusuz büyük emeği ve dolayısıyla da alkışta payı olduğunu söylemek gerekir.
İnsan belleğinin garip bir kayıt yöntemi olduğu bilimsel olarak gösterilmiştir. Koşullar aynı bile olsa her yeni deneyim anıların üzerine güncelleme yapılmış yeni bir katman olarak kaydedilir. Örneğin mutlu bir olayda çekilmiş eski bir fotoğrafa mutsuz bir anda yeniden bakınca eski olay belleğe mutsuzluk doluymuş gibi kaydedilir. Başka bir zaman da tersi olabilir. Özetle son görülenin veya deneyimin kaydı aslının yerine geçer. Ancak ilk anının etkisi çok derinse yeninin yanından hala göz kırpar insana. Benim için de gerek koreografi, gerek tüm dansçılar ve orkestra ile üst düzeyde başarılı bu Kuğu Gölü yorumunda Özge Onat’ın Odile fuetesinin yanında Meriç Sümen’in belleğimden çıkmayan Odette omuzu en son ve en güzel anı oldu. Balenin sihri de işte budur, belleği ele geçirmek!
Pınar Aydın O’Dwyer
Kaynaklar
(1). Çıkıgil N: Kuğu Gölü Balesine Ait Anılar. http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/necla-cikigil/kugu-golu-balesine-ait-anilar/2091/
(2). Çıkıgil N: Kuğu Gölü Balesi Üzerine. Kuğu Gölü Program Kitapçığı, ADOB, 2019
(3). Çıkıgil N: Meriç Sümen ve Kuğu Gölü Balesi. http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/necla-cikigil/meric-sumen-ve-kugu-golu-balesi/2125/
(4). And M: Bakan Göz-Bakılan Göz. İçinde: Görme Alanı El Kitabı (Ed: Aydın P), Aksu Yayınevi, 2005
(5). Aydın O’Dwyer P: Avrupa Sahnelerinde Klasik Bale Kıyaslaması. http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/avrupa-sahnelerinde-klasik-bale-kiyaslamasi/2051/