Serde Çanakkaleli’lik var, iskelede durup başı karşıya çevirince Avrupa yakasında Eceabat tepelerinde kocaman “Dur Yolcu, Bilmeden Geçip Bastığın Bu Toprak Bir Devrin Battığı Yerdir” yazısı görülür, Necmettin Halil Onan’ın 30 Ağustos 1922 Zaferi üzerine yazdığı “Bir Yolcuya” şirinden (*)…
Aynı noktada durup başı sola çevirip İda Dağına (Kaz Dağları) bakılınca da biraz uzakta Troya bulunur; bir aşk uğruna bir krallığın battığı topraklar. Gerçekten de Çanakkale ve Troya ne uğruna ne kazanılıp ne kaybedilebileceğinin mükemmel bir terazisi gibidir. Hayat bu denge üzerine, başarı da bu dengeyi hassas şekilde tartmak üzerine kuruludur.
9 Kasım 2018 akşamı Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin (ADOB) dünya prömiyerini idrak ettiği Troya adlı eser tam da bu dengeyi düşündürür nitelikteydi.
Bujor Hoinic’in bestelediği, oğlu Artun Hoinic’in Homeros’un İlyada Destanından esinlenerek librettosunu yazdığı iki perdelik Troya adlı bale ağırlıklı “Epik Opera” yoğun bir çalışma ve tanıtım döneminin ardından seyirciyle buluştu.
Çanakkale Belediyesi’nin siparişiyle (http://www.sanattanyansimalar.com/fazil-say-a-sonat-t-akbasli-ya-opera-ismarladilar/3867/) 9 Ağustos 2018’de ilk kez dinleyici ile buluşan Fazıl Say’ın Truva Sonatı’ndan (http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/ismail-hakki-aksu/turkiyenin-aydinlik-yuzu-55-truva-festivalinin-ardindan/1775/); yine aynı belediyenin girişimiyle Tevfik Akbaşlı’nın bestelediği Işık Noyan’ın librettosunu yazdığı 14 Ağustos 2018’de Çanakkale Çimenlik Kalesinde dünya prömiyeri yapılan Troia Efsanesi adlı operadan (http://www.sanattanyansimalar.com/butunuyle-sinematografik-ilk-turk-operasi/3869/) ve Hasan Uçarsu’nun 4-5 Ekim 2018’de ilk sunumu yapılan orkestra, koro ve solo için Troya’dan Çanakkale’ye adlı oratoryosundan (http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/iki-savasin-ortak-paydasi-oratoryoya-nasil-yansidi/1799/) hemen sonra ADOB’dan da bu konuya bir yankı olması çok mutluluk verici. Troya’nın (veya Troia ya da Truva) UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine girmesinin 20’inci yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının 2018 Troya Yılı (http://www.troya2018.com/) ilan etmesini kutlamak için bundan daha güzel hediyeler olamazdı. Tüm bu eserler insana “keşke H. Berlioz’un Les Troyens (Troyalılar, 1863) operası da oynansa, dünya iyice yerinden oynardı” dedirtiyor.
Bujor Hoinic’in Troya’sına geri dönecek olursak, gerçekten kulağa tanıdık gelen hoş bir müzik. Yer yer çok beğenmiş olduğum kendi bestesi Kont Drakula balesini, yer yer Ferit Tüzün’ün unutulmaz Midas’ın Kulakları operasını, yer yer bayıldığım Broadway müzikallerini (Andrew Lloyd Webber veya Leonard Bernstein kıvamında), yer yer hayatımın bestecisi Sergey Prokofiev’in Romeo Jülyet balesinin bazı sahnelerini (Romeo-Mercutio-Benvolio üçlü dansı; Tybalt’in ölümü ve Leydi Capulet’in ağıtlı yası; Capulet’ler ile Montague’lerin savaşı) anımsatan, yer yer de tanıdık gelen ama tam çıkaramadığım bölümlerle eseri izlemek cidden büyük bir keyif oldu. Nitekim Volkan Ersoy’un başarılı koreografisini de zevkle seyrederken örneğin Aşil-Ulis-Ajax’ın dansında: Romeo-Mercutio-Benvolio’nun dansı; Troyalılar ile Yunanların savaşında: Capulet’ler ile Montague’lerin savaşı; İfigeniya’nin kurban edilişinde: Stravinski’nin Bahar Ayini’nde kurban sahnesi gözümün önüne geldi. Ne de olsa insan kendine tanıdık gelen eserleri daha çok beğenir, onlara bağlanır. Hem zaten Shakespeare düşman aile çocukları Romeo ve Jülyet’in aşk dramını yazarken, tek farkı Helen’in evli olması olan İlyada’dan esinlendiği için Homeros’a telif ödemiş değildir. Üstelik Jülyet’in nişanlısının adı da düpedüz Paris’tir. Hatta L. Bernstein’ın unutulmaz West Side Story (Batı Yakasının Hikâyesi) müzikalindeki düşman mahalle çocukları Maria ve Tony gibi örnekler çoğaltılabilir.
Rejisör Recep Ayyılmaz’ın, Özgür Usta’nın dekor, Aydan Çınar ve Atıl Kuloğlu’nun (evet, o!) kostüm tasarımı, Bülent Arslan’ın (kısıtlı sahne imkânlarına rağmen) yaptığı ışık tasarımı eşliğindeki sahnelemesi birinci sınıftı. Hem bale, hem şan (solistler ve koro), hem tiyatro ve hem de 3DMAX Mapping teknolojisi ile videolar içeren bir eseri, üstelik de Congresium gibi opera uyumlu olmayan bir sahnede kotarmak ancak Hektor ya da Aşil çapında büyük bir kahramanlık. Aslında proje yaratıcısı ve sahne yönetmeni, Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürü, uluslararası medarı iftiharımız, genç tenor Murat Karahan için Wagner’in deyişiyle Gesamtkunstwek, nam-ı diğer tekmil sanat eseri yaratmaya girişmesi nedeniyle, en az başarıyla oynadığı Paris karakteri kadar yiğit olduğu söylenebilir. Belki Paris’in Aşil’i topuğundan vurarak surların dışında öldürüşü de eserde temsili bir asker ve projeksiyon gösterimi yerine açık-seçik yer alsaydı yiğitlik daha da net ortaya konulmuş olurdu. Büyük düşünerek Troya savaşı üzerine bu “mega projenin” kotarılması, en az savaşın kendisi kadar riskli bir denge gerektiriyor.
Hektor rolünde Tan Sağtürk destekli ADOB Balesi ve tüm DOB destekli ADOB operası, Homeros rolünde Tiyatro Genel Müdürü Mustafa Kurt destekli tiyatro, Atıl Kuloğlu destekli kostüm tasarımı, teknoloji destekli sahneleme ile bir de tanrıça Athena destekli hınzır Ulis olmasa Troya’nın yenilmesi imkânsızdı.
Diğer ana rollerde Seda Aracı Ayazlı, Şafak Güç, Zafer Erdaş, Mert Türkoğlu rollerinin hakkını verdiler. Zeynep Halvaşi ile Kaan Buldular kanımca uzun süre akıldan çıkmayacak bir performans sergilediler.
Balede İlhan Durgut, Eren Keleş, Burak Kayıhan, Özge Başaran, Mine İzgi, Özge Onat, Uluç Aytan, Ömür Uyanık, Neşe Güne, Kardelen Büyükakgül ve Bora Acar Zöngür esere esas devinimi verenlerdi. Tan Sağtürk de alçak gönüllülükle sahne çalmadan ününe yaraşır kısa bir solo dans yaptı. Eser opera bale oranı açısından bale ağırlıklıydı ama zaten böyle olması da kaçınılmazdı, ne de olsa güzel bir dans görsellik açısından daima sese baskın gelir. Eseri “Epik Bale” olarak sınıflamaya ne dersiniz?
Bujor Hoinic yönetimindeki ADOB Orkestrası ve Giampaolo Vessela’nın çalıştırdğı ADOB Korosuna da “bravo”nun dışında diyecek hiçbir şey yoktu.
İngiliz tiyatro yazarı Christopher Marlowe’nin “The face that launched a thousand ships” diye bir mısraı var. “Bin gemiyi harekete geçiren güzellikteki yüz” ya da hırs anlamında. Üstelik kimsenin inanmadığı kâhin Cassandra bu hırsın doğuracağı sonuçları da söylemişken… Gerçekten de Troya ne uğruna ne kazanılıp ne kaybedilebileceğinin mükemmel bir terazisi gibi değil midir? Geleceği bilmeden doğduğumuz bu topraklarda bakalım daha ne çok epik başyapıtlar göreceğiz…
PINAR AYDIN O'DWYER
14 Kasım 2018
(*) BİR YOLCUYA
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğdugu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmettin Halil Onan