Ve nihayet gün geldi, benden iki yaş küçük Barbie yaşlanma sendromuna kapıldı. Oysa özellikle dış görünümüyle ön planda olan Barbie’nin çok daha önce bunalıma girmesi beklenirdi. Hele yaşamın her alanında görünümün “genel geçer değer” olduğu günümüzde Barbie adlı film geç bile kalmış bir filmdir denilebilir.1 Amerikalı iş insanı Ruth Handler’in geliştirdiği, Mattel oyuncak firmasının 1959 yılında seri üretimine başladığı “ideal ölçülerde kadın” sembolü Barbie2 animasyonlar ve video oyunlarından sonra ilk kez gerçek oyuncular tarafından canlandırıldı.
İlk dönemin Barbie’si kalın çizgili mayolu, beden ölçüleri “90-60-90”dan bile ince ama Twiggy kadar da anoreksik olmayan bir bebekti. İlk ürünlerin sarışın ve esmer sürümleri mevcuttu ama her ikisi de “standart beyaz ırk” olarak üretilmişti. O dönemin en önemli özelliği kıyafetlerin bebekten ayrı satılıyor olmasıydı. Kıyafetler türlü türlü ortam ve olaya (ev, iş, spor, tatil, kutlama, vb.) uygun özellikteydi.
Kıyafetlerin bebekten ayrı satılıyor olması o tek bebeğe birçok kimliğin uyarlanabilmesini sağlıyordu. Çocuk veya ebeveyni çocuğun arzusuna göre kıyafet dikerek, örerek ya da basitçe bir kumaş parçasını sarıvererek yaratıcılığa imkân tanınmış olurdu. Bu özelliği her insanın birden çok yönü olabileceğinin kanıtıydı âdeta. Çocuğun Barbie denek tahtasında kendi geleceği hakkında hayal kurmasını sağlıyordu bir bakıma. Spor yapsam nasıl olurum, hemşire olsam nasıl olurum, mutfakta neler yaparım, vb., gibi. Hatta başka (marka) bebeklerle ve hayvan biçiminde oyuncaklarla arkadaşlık etmesi mümkün olabiliyordu. Zaman içinde üretici Mattel firması kıyafetleri tek olarak değil, bebeklere giydirilmiş biçimde ve aksesuarlarla satışa sunmaya başladı. Dağcı Barbie’nin tırmanma gereçleri, doktor Barbie’nin muayene aletleri vardı, örneğin. Böylece çocuk odalarında çeşitli Barbie’lerden geçilmez oldu. Her Barbie, diğerinin reklam aracıydı âdeta. Elbisesi değil, bebeğin o elbise giydirilmiş hali satın alınmalıydı, hem de derhal! Her Barbie ancak tek bir özelliğe sahip olabilirdi; ya yüzücü ya yazar, yüzen yazar olamazdı.
Zaman içinde hemen tüm ırklara ait görünümde Barbie’ler üretildi; zenciler, orta ve güney Amerikalılar, uzak doğulular ve diğerleri. Elbette Barbie’nin ailesi de bu topluluğa eklendi, kız kardeşleri, anne babası, kuzenleri, vb. Aileye sayılamayacak kadar çok kız arkadaşlar ve arkadaşların kız arkadaşları da katıldı. Toplumdaki hemen her meslek ve sosyal gruba dahil olanlar ile azınlıklar ve engelliler de Barbie dünyasında yerlerini aldılar. Söz konusu olan çocuğun hayal dünyası ise de içeriğine Mattel karar verir oldu. Çocuk derken, tabii daha çok kız çocuklardan söz edilmektedir. Barbie dünyasında erkek karakter-bebek sayısı çok azdır. Erkek bebeklerin arasında Barbie’nin uzatmalı erkek arkadaşı Ken başı çekmektedir. Kendi halinde, azıcık ezik biri olan Ken, Barbie’nin yaşamında başat bir kişilik değildir, daha çok eşlikçisidir onun. Bundan 50 yıl önce Amerika’da beden gelişimi, akıl kullanımından daha önemliydi. Aileler spor yapmayıp kitap okuyan çocuklarının geleceğinden endişe ederlerdi. Ken sporcu sembolüydü. Zaman geçti, yıl 2004’e gelince Barbie Ken’den uzaklaştı, beden yapısının yanı sıra bilgiye de önem veren Blaine ile dost oldu. Uluslararası haber niteliği taşıyan bu gelişme eşcinsel bir tanıdığımı sevindirdi, “artık özgürce Ken ile bir arkadaşlığı hayal edebileceğini” ifade etti.
Bu cümle benim aydınlanmamı sağlayan bir cümle oldu. Demek ailesinin maddi gücü çerçevesinde Barbie ve şürekâsına vâkıf her çocuk farklı bir karakterlerle kendisini özdeşleştiriyor ya da hayalinde onunla dostluk kuruyordu. Nitekim kısa süre önce vizyona giren Barbie adlı film tam da bunu anlatmakta. Sosyolojik olarak “Barbie’nin Amerikan toplumuna mı Amerikan toplumunun Barbie’ye mi etkisi olduğunu” tartışacak durumda değilim ama zaten filmin kendisi de bu soruyu ortaya atıyor.
Film, “Space Odyssey 2001” adlı filminin başındaki insansı gorillerin ellerindeki kemikle düşmanlarına şiddetle vurup onları öldürmeleri, sonra da kemiği uzaya fırlatmalarına atıfta bulunarak kız çocuklarının eski tip bebeklerini aynı öfkeyle kırıp havaya savurmaları ve o anda ortaya çıkan Barbie ile tanışmalarıyla başlıyor.3 İşin ilginç yanı bu sahneye fonda yine Richard Strauss’un “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı bestesinin eşlik ediyor olması.4 Adeta “insanlığın kökeni maymun değilse de kadındır”, ifadesi. Ardından pespembe plastik Barbie dünyasında, toplumdaki her düzeyde, tüm mesleklere sahip (hatta ABD başkanı zenci kadın) ve yeteneklere haiz, erkek egemenliğine maruz kalmayan, dişi ama cinsiyetsiz Barbie’lerin yaşamı görülüyor. Barbie’ler güçlü, varlıklı, meslek sahibi, akıllı kadınlar; kimlik sahibi olmak için bir erkeğin sevgilisi, eşi veya bir çocuğun annesi olmak zorunda değiller. Hatta “türünün tipik örneği” olan Barbie”nin erkek arkadaşı Ken, varlığını ve kimliğini ona borçlu. Bu pembe dünyada her şey mükemmel, her gün harika, hiçbir sorun yok, kavgasız gürültüsüz ütopik bir dünya, adeta oyuncak bebek cennetti.
Ancak bir gün “tipik Barbie” yaşlanmakta olduğunu fark ediyor ve ölüm düşüncesi aklına takılmaya başlıyor. Fantastik oyuncak dünyasıyla gerçek yaşam arasında bir delik açılmış olduğu, küçükken Barbie ile oynayan bir kadının güncel endişelerinin oyuncak dünyasındaki Barbie’ye ulaşıp onun zihnini de kuşattığı anlaşılıyor. Bu olay bir yandan Toy Story dizisini anımsatan, birbirlerinin evreni arasında dolaşan oyuncaklarla insanların maceralarını anımsatıyor. Diğer yandan ise Philip Pullman’ın “Karanlık Cevher” adlı üç ciltlik roman dizisindeki paralel evrenleri akla getiriyor.5 Önce birinci cildi beyaz perdeye çekilen6, yakın zaman önce tümü üç sezonluk televizyon dizisine konu olan7 bu romanlarda baş kahraman genç kız Lyra özel bir bıçakla havayı keserek paralel evrene geçebilmekte, o evrendeki sorunlara maruz kalmaktadır. İşin ilginç yanı Lyra’nın da Barbie gibi bağımsız ve korkusuz dişi karakter oluşudur.
Barbie filmine geri dönecek olursak tipik Barbie’nin Ken ile gerçek dünyaya gidip oradaki erkek egemenliğine şahit olmalarıyla Ken ve erkek arkadaşları Barbie dünyasındaki kadınlara başkaldırıyorlar. Kadınlara kendilerine hizmet etmelerini buyurmaya başlayıp neredeyse yönetimi ele geçiriyorlar. Tipik Barbie hariç diğerleri, durumu hak ettiklerine inanarak erkeklere boyun eğiyor. Barbie ve Ken gerçek dünyaya geçerken, onları imal eden Mattel’ciler de Barbie evrenine geçiyorlar. Beklendiği üzere tümü erkek Mattel yönetimi Ken’e destek vererek maço harekâta bulaşıyor. Absürd komik sahnelerin yanı sıra filmde müzikal formunda güzel danslar ve müzikler olsa da anlatılanlar oldukça düşündürücü, hatta yer yer başı ellerin arasına alıp özeleştiri düşüncelerine daldırıcı. Diğer bir deyişle buram buram “pembe Barbie bebek” piyasası reklamı kokmasına karşın, 13 yaş altına uygun olmadığı beyan edilen film erişkinlere de yönelik mesajlar içeriyor.
Gerçekten de biz kadınlar “kadın kardeşliğinin” önemini ne kadar fark ediyoruz? Barbie filminin bu soruya yanıtı, “başına ne geldiyse kadınlardan gelmiş olanlar bile veya özellikle de onlar yine de kız kardeşlerle güvenle el ele tutuşmalı”, şeklinde. Hele anne-kız uzlaşması ve kucaklaşması çağdaş uzlaşmacı feminizmin ilk adımı olduğunu anlama zamanı geldi de geçiyor. Velhasıl, meşhur atasözünü “Kızına güvenmeyen kadın kendini döver!” şeklinde güncellemek gerektiğini anlatıyor film.
Öte yandan Mavi Sakal adlı tanınmış öyküde Kont Mavi Sakal evlendiği kadınları şatosunda esir ederek onlara türlü eziyetler çektirir.8,9,10 Mavi Sakal’ın güçlü kişilikli son karısı Ariane şatoda daha öncekileri hapsedildikleri yerde bulup özgürlüğe davet eder. Ancak Ariane’ın tipik Barbie’nin tutumuna benzeyen kabullenmeme, sorgulama ve çözüm arama şeklindeki bu yaklaşımı, Mavi Sakal’ın önceki eşleri tarafından benimsenmez, aynı öteki Barbie’ler gibi. Hepsi kendilerindeki bir hata veya eksiklik nedeniyle bu eziyetleri hak ettiğine inanmaktadır, bir tür Stockholm Sendromu.11 Ne zaman ki kadının özgüveni bozulur, işte o zaman erkekler onlara hükmetmeye başlar; kabahat gücünün ve değerinin de dayanışmanın önemini de farkında olmayan biz kadınlarda!
Malum, Amerikan filmleri çoğunlukla mutlu sonla biter. Bu film de öyle sonlanıyor ama bu kez konu iyilerle kötülerin savaşı olmadığı için “mutlu son” tarifi toplumun tüm üyeleri arasında “uzlaşmanın zaferi” şeklinde!
Pınar Aydın O’Dwyer
23 Ağustos 2023, Ankara
1 Barbie. Yönetmen: Greta Gerwig, Senarist: G. Gerwig ve Noah Baumbach, Oyuncular: Margot Robbie, Ryan Gosling, Helen Mirren. 114dk, 2023. +13
2 https://en.wikipedia.org/wiki/Barbieen
3 Space Odyssey 2001 (2001 Bir Uzay Macerası). Yönetmen: Stanley Kubrick, Senarist: S. Kubrick, Arthur C. Clarke, Oyuncular: Keir Dullea, Gary Lockwood, William Sylvester. 149dk, 1968
4 Böyle Buyurdu Zerdüşt. (Op. 30. 1896), Beste: R. Strauss, F. Nietzche’nin Zerdüşt’ün felsefi yolculuğunu anlatan eserinden esinle.
5 His Dark Materials (Karanlık Cevher, üç romanlık dizi). Yazan: P. Pullman, Çev: Sevin Okyay, Niran Elçi. İthaki Yayınları, 2020
6 The Golden Compass (Altın Pusula). Yönetmen: Chris Weitz, Senarist: C. Weitz, P. Pullman, Oyuncular: Nicole Kidman, Daniel Creig, Dakota B. Richards. 117dk, 2007
7 His Dark Materials. https://www.imdb.com/title/tt5607976/
8 Mavi Sakal, öykü: Charles Perrault, (1697)
9 Ariane ve Mavi Sakal, sembolist tiyatro oyunu: Maurice Maeterlinck, (1899)
10 Ariane ve Mavi Sakal. 3 perdelik opera. Beste: Paul Dukas, Libretto: M. Maeterlinck (C. Perrault’dan esinle), 1907
11 Stockholm sendromu. https://en.wikipedia.org/wiki/Stockholm_syndrome#:~:text=Stockholm%20syndrome%20is%20a%20proposed,%2C%20kidnapping%2C%20and%20abusive%20relationships.