Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) Opera Sahnesi’nde 16 Mart 2023 akşamı Giuseppe Verdi’nin Maskeli Balo adlı üç perdelik dramatik operasının sahnelenmiş versiyonunun prömiyeri yapıldı. Verdi, librettosunu Antonio Somma’nın (E. Scribe’nin D. Auber’in operası için yazdığı librettodan esinle) yazdığı eseri 1858’de tamamlamış, dünya prömiyeri bir yıl sonra Roma’da gerçekleştirilmiş. Gerçek bir olaya dayanan konu 1792’de İsveç Kralının bir maskeli baloda suikasta uğramasını anlatmakla beraber defalarca sansüre uğramış, sonuçta karakterler kraliyet ailesinden daha düşük düzeyde aristokrat unvanlarına dönüştürülüp, olayların geçtiği yer de Boston olarak değiştirilmiş. Ülkemizde ilk kez 1946-47 sezonunda sahnelenmiş. Eskiden sahnelenen eserlerin kitapçığında bu bilgiler olurdu, şimdi kitapçık olmadığı ve broşürde de yazılmadığı için Devlet Opera ve Balesi eser kataloğuna başvurdum (1).
Konu: Maskeli Balo bir yanda dram içeren gerçek yaşamda, diğer yanda falcılık temelinde batıl inanç evreni olmak üzere iki farklı mecrada ilerleyen yarı-gerçekçi bir eser. Olaylar evli bir kadın olan Amelia’nın kocası Renato’nun en yakın dostu Kont Riccardo’ya saf ve temiz bir sevgi duyması ile başlar. Karşılıklı olan bu sevgiyi Renato fark edince kontun düşmanlarıyla birlik olup kontu öldürür. Oysa kont, Amelia ve kocasını bir dış göreve göndererek aralarında bir ilişki olmasını engellemeye çalışmaktadır. (Ayrıntı için bkz. https://www.operabale.gov.tr/tr-tr/Sayfalar/workdetail.aspx?EserKodu=2346).
Yaratıcı Sanatçılar
ADOB geçtiğimiz yıl aynı eseri konser biçiminde sunmuştu1. Pandemi etkisinin geçmesi üzerine bu sezonda genç rejisör Ayşe Dağıstanlı Parlar’ın üzerinde uzunca düşünülmesi gereken yorumuyla sahnelendi. Öncelikle, sol yanımda oturan, “sadık opera seyircisi” olmayan seyircinin tamamıyla konuya odaklandığını belirtmeliyim ki bence bu rejisör açısından en değerli alkış, en büyük kutlamadır. Eser bitiminde o seyirciye görüşünü sorduğumda kendisi de olayların içinde yaşamışçasına sadece karakterlerin davranışları üzerine yorumlar yaptı. Demek ki sahneleme ve yorumcular temelde inandırıcıydı.
Ayrıntılara gelince önce video sunumundan söz etmek gerekli: Temsil uvertürde Ahmet Şeren’in hazırladığı “konulu sinemamsı video” sunumuyla başladı. Sunumun başında sinema jeneriği şeklinde rolleri oynayanların adları görüldü. Önce bu isimlerin basılı programda yazılı solist şancıların adlarından farklı olduğu dikkatimi çekti. Az sonra bu isimlerin videodaki dansçılara ait olduğunu anladım. Ama onların ve koreografın adının yanı sıra orkestra şefinin, rejisörün, dekor-kostüm tasarımcılarının da adı belirince doğrusu kafam karıştı. Sanki video tamamen ayrı bir gösteriymiş gibi, şancıların adı olmayan ama nedense rejisörün adı olan bu jenerik adeta şancılardan rol çalıyordu.
Uvertürde sahnenin üst yarısında sunulan, Bürge Kayacan’ın koreografisiyle baleyi andıran dans ile başlayan bu video belli ki rejide bezeme unsuru olarak planlanmıştı ama eser boyunca sürdüğü için, giderek ısrarla sahne çalar oldu. Video öncelikle kadraj açısından sorunluydu, çünkü dansçıların yüzü veya bedeni zaman zaman yarım gözükmekteydi. Sağ yanımda oturan sinema sektöründe profesyonel sanat yönetmeni seyirci kadrajlar açısından kamera yönetmenini sorguladı. Tüm eser boyunca aralıksız devam eden videodaki görüntülerin sahneyle bire bir senkron yapılmaya çalışıp olamaması da onu rahatsız etti. Gerçi tam beraberlik sağlanmış olsaydı da daha estetik durmayacağında onunla hem fikir olduk, çünkü örneğin videodaki görüntüler (bizim oturduğumuz sıradan) sahnedeki sanatçılara kıyasla hayli büyüktü. Maskeli olabilirlerdi o zaman hiç değilse yüz ifadeleri soyutlaşmış olurdu. Düşünün temsili seyredeli kaç gün geçti, gözümün önünde hâlâ dansçı Riccardo’nun kocaman yüzü var. Bu nedenle insanın gözünü videodan indirip de sahnedeki nispeten küçük görüntüdeki şancılara çevirmesi özel gayret gerektiriyordu. Ayrıca üst yazılara bakarken videoya takılmamak mümkün değildi; sahneden gözünü yukarıya çevirip üst yazılara bakarken de, üst yazılardan sahneye aşağı geri dönerken de video engelini atlamak sahneyi kesintisiz izlemede zorluk yaratıyordu. Belki video sadece koroya eşlik edebilirdi, o zaman senkron olması gerekmezdi. Ancak videodaki fon ve anlatım konsepti de eser boyunca homojen değildi; birbirine zıt kâh eserin dönemine uygun fon, kâh canlı renklerle bezeli soyut fon vb. vardı. Hele sarı, kırmızı, yeşil renkli ufuk fonu o kadar göz alıcıydı ki arabada olsam güneşliği indirebilirdim diye düşünüp elimle sahnenin üstündeki görüntüyü kapama ihtiyacı duydum.
Video aslında rejinin bir unsuruyken ayrı kişilik iddiasındaydı. Üstte değil geniş bir sahnede yanda ya da tek başına olsa diye düşündüm ama videodaki danslar da sorunluydu. Özellikle ilk perdedeki kadın ve erkek dansçının bale usulü ekartelerinin olmayışı, aksine sürekli içe basışları, yürürken bale usulü yere önce ayak parmak uçlarıyla basmak yerine topuklarıyla sokakta gezinircesine yürüyüşleri hiç estetik değildi. Arkamdaki seyircinin “kızımın bale okulundaki öğrenciler dans ediyor sandım”, yorumuna tümüyle katıldım; sanki point dersine girmemiş gibiydiler. Ayrıca ikili danslarda dansçılar beraber değillerdi, birinin kolu diğerinden daha önce kalkıyor, ya da bacağı diğerinden daha önce iniyordu. Son perdede ise hem kostümler hem de adımlar modern dans halini aldı. Videoda Düşüş2 adlı filmi andıran kostümler, sahnede Giorgio de Chirico’nun3 resimlerini andıran arklı turuncu kapılar vesaire derken suikastı kimin yaptığı güme gitti; Riccardo yere yığıldığında bir baktım ki suikastçı Renato çoktan en az üç adım geri kaçmış! Neyse, eseri izlemeye gitmeden yazımı okuyanlar videoya bakmamayı başarırlarsa Riccardo’nun öldürüldüğü anı yakalayabilecekler.
Dolayısıyla Fuat Gök başarılı ışık tasarımıyla ne yapsa bu videoyu görünmez kılamazdı. Özgür Usta’nın çağdaş “boş sahne”4 tarzı işlevsel dekor tasarımı videoyla yarışa girmediği ve metanetini korur tarzda olduğu için başarılıydı. Sadece falcı sahnesinde koronun elindeki küre şeklinde banyo lambaları daha estetik nasıl olabilir, daha mat ışık olsa insanın gözünün önüne banyo tavanı gelmeyebilir mi, diye düşündüm. Aydan Çınar’ın estetik ve birbiriyle uyumlu kostüm tasarımı da başarılıydı. Ancak Riccardo’nun kıyafeti beyaz banyo bornozu kesiminde olmasaydı ve kıyafetler sözlere uygun olsaydı acaba seyircilerin dikkatini sahne-üst yazılar-video şeytan üçgeninde daha kolay toplamasını sağlar mıydı? Zira örneğin Samuel ve Tom maskeli baloda “Gök mavisi elbise ve sol yanında kırmızı şerit gibi kıvrılmış eşarplar” giyinmeye karar veriyorlar ama sahnede kırmızı şeritsiz koyu gri kostümlerle dolaşıyorlar. Keza Oscar suikastçılara Riccardo’nun maskeli baloda “göğsünde pembe bir kurdele olan siyah bir pelerin” giydiğini söyleyerek onu bulmaları için ipucu veriyor ama Riccardo’nun kostümü bembeyaz. Neredeyse yanlış kişiye suikast yapılacak!
Özetle, sinema denen (lafım mazur görülsün) yeni yetme böyledir, hemencecik tüm dikkatleri üstünde toplamak ister. Kadim operada ona fazla yüz vermemek, görüntünün müziğe baskın çıkmasına izin vermemek gerekir. Bu yazdıklarımın çoğu videonun ortaya çıkardığı sorunlar diye düşünüp elimle gözüme siper edince sahneyi görebildim ve esas o zaman kendimi kaptırabildim ve rejinin farkına varıp takdir edebildim. Sonuçta kabul etmek lazım ki Maskeli Balo operası, zaten seyircinin astrolojik ve gerçek iki evren arasında gidip gelmesi nedeniyle inandırıcı şekilde sahnelemesi açısından da, icra edilmesi açısından da yeterince zorluklar içeren bir eser. Bu açıdan Oğuz Aral’ın “Gereksiz taramalardan kaçının!” sözü Maskeli Balo için de geçerli. Dağıstanlı Parlar’ın kendisi de inanmalı ki daha önce izlediğim yalın ve etkin anlatımlı rejileri başarılı olmasına yeter de artar.
Yorumlayıcı Sanatçılar
Klasik müzik ve opera uzmanı Sabri Şatır “Koronun Babası Verdi” adlı kitabında Maskeli Balo hakkında “Verdi’nin o güne kadar yazdığı operalardakinden daha başarılı olan bir karakter çizimi yarattığını, üç ana karakter Riccardo, Amelia ve Renato’nun kendilerine tahsis edilen müzikal çizgilerle, canlı ve insancıl kişiler olarak canlandırdığını” belirtmiş. “Daha az önemli karakterlerin çiziminin de klişeleşmiş geleneksel karakter tipleri alınmayıp, onlar üzerinde de emek sarf edilmiş olduğunu” yazmış (2).
Nitekim Maskeli Balo’da karakterlerin betimlenmesinde dramatik unsur ile melodik unsur daha sıkı kaynaşmış. Melodiler salt kulağa hoş gelecek, derin duygular uyandıracak şekilde değil, karakter çiziminde de işlevsel olacak şekilde bestelenmiş. İşte bunu anlayan yorumuyla Riccardo rolünde Arda Doğan tek kelimeyle mükemmeldi. Bir yandan aşık, onurlu ve korkusuz, öte yandan kendisini öldürmek isteyenlerin olduğunun farkında ama en yakın dostuna sonsuz güven duyan karakteri Verdi’nin yazdığı gibi söyledi ve oynadı. Melodilerin bir yandan rolünü tanımladığının, öte yandan da canlandırdığı karakterin farklı duygu durumlarını yansıttığının bilincindeydi. Sesini hem Bel-canto geleneğinden tamamen uzaklaşmadan, hem rolünün anlık duygu değişimlerine uygun biçimde ve hem de yeterince dramatik şekilde kullandı. Rolüne o kadar iyi hazırlanmıştı ki sesiyle sahneyi o idare etti; onunla düetler, terzetler vb. daha emniyetle icra edildi. Sesinin rengini tek bir renkle tarif etmek yerine Mark Rothko’nun5 resmiyle anlatmayı yeğlerim.
Temiz, gür, nar çiçeği renkli sesiyle ve her jest ile mimiği yerinde olan Tuğba Mankal hayli zor ve kendisine özgü bir baş rol olan Amelia rolünü başarıyla icra etti. Ardı ardına Palyaço ve Tosca oynadıktan sonra ezber bir yana, sesinin ve ruhunun Verdi için yoğunlaşması kimbilir ne denli zahmetli olmuştur, diye düşündüm. Ne de olsa Palyaço ve Tosca tam-gerçekçi operalar. Ancak yarı-gerçekçi de olsa Maskeli Balo’da ise onlardan daha yoğun dramatik müzik anlatımı söz konusu. Üstelik Maskeli Balo’da diğerlerindeki gibi kadın karakter ölmüyor ama daha acısı oluyor, çocuğuna veda etmek ve sevdiğinin ölümüne şahit olmak zorunda kalıyor. Sesinin rengini yine bir Rothko resmiyle tanımlarsam üst bölümdeki renk Verdi’nin kesif ve söylemesi eziyetli Amelia’sının, alttaki renk ise Mankal’ın kendi doğal canlı ve parlak ses rengi diye ifade edebilirim. Mankal’a sesini en çok Verdi’ye mi, yoksa Puccini’ye veya Leoncavallo’ya mı daha uygun buluyor, diye sormak isterdim.
Kamil Kaplan da bu sezonda Andrea Chénier’de Gérard, Köylü Namusu’nda Alfio, Palyaço’da Tonio ve şimdi de Renato olmak üzere dördüncü önemli rolünü başarıyla gerçekleştiren, kolay yorulmayan, azimli bir solist. Verdi’de jest ve mimikler, tam-gerçekçi Andrea Chénier, Köylü Namusu ve Palyaço’ya göre daha durağan. Kaplan özellikle başarılı olduğu dinamik jestler ve ayrıntılı mimikler yerine Verdi’nin durağan sahne ama ayrıntılı müzikalite isteğine saygı duyup uymuş. Ses tellerinin isteğine de boyun eğerek üçüncü eserde onları daha fazla zorlamamaya özen göstermesi ilerisi için çok önemli. Onun bu eserdeki sesini anlatmak için yine bir Rothko resmi imdadıma yetişiyor. Düşündüm de Kaplan bundan sonra yine Verdi’nin La Traviata’sında baba Germont’u oynamak istemez miydi?
Şatır’a göre “Verdi, Il Trovatore'deki cadı Azucena karakterini Maskeli Balo’da falcı Ulrica ile devam ettirir. Fakat Ulrica, Azucena kadar kasvetli değil, nispeten daha neşelidir” (2). Dramatik rollerin ustası Ferda Yetişer’in Ulrica’sı orkestranın belki biraz fazla forte olması nedeniyle Azucena’yı hatırlattı. Şatır “Verdi’nin bu eserde orkestrayı şana oranla hâkim yaratmış, orkestrayı şancıların tahakkümünden kurtarmış”, olduğunu da yazmış (2). Belki de bu yüzden orkestranın fendi Azucena yerine Ulrica’yı oynayan Yetişer’i yenmiştir.
Görkem Ezgi Yıldırım’ın canlandırdığı Oscar rolü yine Şatır’a göre Verdi'nin İtalyan operasına kattığı yepyeni bir karakter tipidir, bu yüzden neşe ve hafiflik veren müzikle betimlenmiştir (2). Oscar bence Charles Gounod’nun Faust adlı operasındaki (1859) Siebel’e ve Jacques Offenbach’ın Hoffmann’ın Masalları adlı operasındaki (1880) Nicklausse’ye benzeyen, cinsiyetinden çok ana karakterin sağduyusu olma yönü ön planda olan bir kendine özgü nadir bir karakter. Yıldırım’ın Oscar’ını Verdi izleseydi eminim “tam böyle hayal etmiştim”, derdi, o denli birinci sınıf bir icraydı. Sesini yine Rothko ile tarif etsem, üstte şakacı, altta suikast dramına uygun renkte ve çevresi de Yıldırım’ın kendine özgü parlak sesini gösteren resmi tercih ederdim. Ayrıca ona besteci tercihini sormazdım.
Samuel rolünde Mert Özdemir ve Tom rolünde Vedat Dalgıran da Şatır’ın “suikastçılar, o güne kadarki operalarda yer alan geleneksel suikastçı tipinden ayrılmışlar, asık ve karanlık suratlarını aynı zamanda tebessüm ettirebilen insanlar olmuşlar” tanımlamasına dört dörtlük uymuşlardı (2). Rothko resminden da görüleceği üzere hem birbirleriyle dost ve neşeli, hem komplocu ve tehlikeli ruh durumlarını ses ve sahneleriyle başarılı şekilde icra ettiler. Aynı resme Silvano rolünde Erdem Baydar, Yargıç rolünde Ali Can Akyıldız ve Uşak rolünde Sait Dinçer Keser’i de katarsam beş sanatçıyı da aynı Rothko tablosunda yorumlamış olurum.
Koroyu dinlerken sol yanımda oturan Antakya Medeniyetler Korosu’nun sadık izleyicisi seyircinin gözleri boşuna dolmadı; koro şefi Maurizio Preziosi ve hazırladığı ADOB Korosu Verdi ne anlatmak istemiş biliyorlar. Keza orkestra şefi Raoul Grüneis, baş kemancı Erkin Onay, flüt solosuyla Beste Keleş, korangle solosuyla Ayber Güçlü, klarnet solosuyla Ferhat Göksel, arp solosuyla Çağatay Elitok ve viyolonsel solosuyla Erdoğan Davran ve tüm ADOB Orkestrası Maskeli Balo’da “orkestra ile sahne arasındaki denge orkestranın yararına değişmiş olması” gerçeğine uygun ama sahneye saygılı icralarıyla temsilin başarıyla gerçekleşmesini sağladılar. Temsili izleyen “sadık opera izleyicisi” bir komşum ertesi gün bana whatsapp’tan “koro ve orkestranın eskiden izlediği Verdi temsillerinin ruhunu anımsattığını” yazdı.
Doğma büyüme sadık bir opera seyircisi olarak, başta genç rejisör olmak üzere prömiyerde izlediğim tüm “genç sanatçıların” sabır, sebat ve azimle, acele etmeden, seslerine uygun eser seçimiyle, varsa üzerlerindeki endişe tozlarını silkeleyip yetenek ve müzikalitelerine tutkuyla güvenmeleriyle daha nice başarılı Verdi’lere imza atacaklarına yürekten inanıyorum.
Herkese videosuz operalar dilerim!
Pınar Aydın O’Dwyer
23 Mart 2023, Ankara
Fotoğraflar: Yusuf Emre Turan
Notlar: Üst yazılar 1. Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz. Yani cümle içinde “O’nlar” şeklinde değil “onlar” şeklinde, cümle başında ise “Onlar” şeklinde yazılır, Bkz madde 25. https://www.tdk.gov.tr/icerik/yazim-kurallari/buyuk-harflerin-kullanildigi-yerler/
Üst yazılar 2. Videoda “Servo” diye bir rol yazılıydı ki, programda bu rolün adı “Un Servo d’Amelia”, yani basitçe Amelia’nın hizmetkârı! Eserlerin orijinal dilde oynanması konusu üzerine günlerce tartışılabilir ama başka yazılarımda hafiften değindiğim üzere programda hiç değilse rollerin adı Türkçe yazılabilir, herkes “Un Guidice”nin “Yargıç” olduğunu bilmek zorunda değil ki.
Kaynaklar
Devlet Opera ve Balesi’nde Sahnelenen Eserler Bibliyografyası. Derleyen: Ömer Kaysı, Redakte Eden ve Yayına Hazırlayan: Gülümden Alev Karaman, 2009
Şatır S: Koronun Babası Verdi. Pan Yayıncılık, 1999
1 Aydın O’Dwyer P: Operada Yeni Normal: Konser-Opera. https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/pinar-aydin-o-dwyer/operada-yeni-normal-konser-opera/2766/ erişim: 21.4.2022
2 The Fall (Düşüş): Yönetmen ve Senarist: Tarsem Singh, Oyuncular: Lee Pace, Catinca Untaru, Justine Waddell. 2006
3 https://www.arthistoryproject.com/artists/giorgio-de-chirico/ Erişim: 17.2.2023
4 Brook P: Boş Mekân. (Çev: İnce Ü), Hayalperest Kitap, 2010
5 https://tr.wikipedia.org/wiki/Mark_Rothko Erişim: 18.3.2023