Her ikisi de aynı yıl, 1942’de, II. Dünya Savaşı sürerken üretilmiş, savaştan uzaktaki mekânları/yaşamları anlatan eserlerdir. Edward Hopper (1882-1967), ABD’nin Pearl Harbor’dan sonra savaşa katıldığı dönemde yaptığı Gece Kuşları tablosunda, savaşın henüz erişemediği ama tehdidinin, tedirginliğinin ve karanlığının sindiği bir sokak ile restoranı ve insan yalnızlığını resmeder bir gece yarısında… Diğeri, her ne kadar kurgusal bir öyküyü ve mekânı anlatsa ve elbette stüdyoda çekilse de, yine savaşın henüz ulaşamadığı bir şehirdeki insanların direniş, savaştan kaçma, savaşı unutma ve yaşamda kalma çabalarının anlatıldığı unutulmaz bir sinema filmi: Casablanca…
(Humphrey Bogart, Ingrid Bergman. Yönetmen: Michael Curtiz). Ama ne zaman bu iki güzel, seçkin yapıtı düşünsem ya da baksam/seyretsem; anlattıkları öykülerin, olayların, duyguların benzerlerinin somut biçimde yaşandığı ve altı uzun yıl boyunca savaşan dünyadaki nadir “barış sığınağı” şehirlerden biri ve belki de en önemlisi olan Ankara da gelir aklıma hep…
Uzun yıllar önce, şimdi sanırım artık yeni baskısı olmayan bir kitap dizisinden satın almıştım “En Uzun Gün’ün Sırrı” isimli kitabı (Le Secret du Jour J / Gilles Perrault). Müttefiklerin, II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’ya yapmayı planladıkları büyük askeri çıkarmanın nereden olacağı konusunda İngiliz-Fransız güçler ile Naziler arasındaki istihbarat mücadelesini konu eden eski bir belgesel-kurgusal kitap [1]. “En Uzun Gün” tanımı ise olasılıkla ilk kez gazeteci-yazar Cornelius Ryan’ın (1920-1974) kitabı (The Longest Day: 6 June 1944 D-Day / 1959) ile edebiyata girmiş olup, 1962 yılında da aynı isimle uzun bir sinema filmi yapılmıştır.
6 Haziran 1944 sabahı başlayan ve bir yıl sonra bitecek savaşın en önemli ve belirleyici aşamalarından olan “Normandiya Çıkarması”nın (Overlord Operasyonu/D-Day) öncesinde ve sonrasında, savaşın dışında kalabilmeyi başarmış olan Türkiye’nin yaşadıkları ve tanık oldukları da, gerçekten hem önemli, hem de anılara, romanlara ve filmlere konu olacak denli ilginç ve hatta bazen gizemlidir.
Türkiye, kapısına dayanan savaştan özenli, dikkatli ve sebatkâr bir diplomasi sayesinde uzak kalabilmiş, ama sınırları içindeki birçok figür ve olayla savaşı tüm harareti ile yaşamıştır da aynı zamanda. Nazi rejimi nedeniyle Almanya’dan ayrılan ya da ayrılmak zorunda kalan bilim ve sanat insanlarının, Atatürk’ün sağlığından itibaren davet üzerine geldikleri ülkemizdeki yaşamları/öyküleri; Alman Büyükelçisi Franz von Papen’e suikast girişimi; Pera Palas’ın lobisinde patlayan bomba; Salvador, Struma ve Mefkûre gemileri faciaları; 1944’de Karadeniz’de batan Alman denizaltılarının mürettebatının yaklaşık iki yıl boyunca Türkiye’de kalmaları; karartma geceleri ve elbette Çiçero olayı…
Almanların “Çiçero” kod adını verdiği Elyasa (İlyas) Bazna (1904-1970), şoför ve kavas olarak, 1943-1944 yıllarında çalıştığı Ankara’daki İngiltere Büyükelçiliği’nden elde ettiği bilgi ve belgeleri Almanlara iletmiştir. Bunlar arasında Overlord Operasyonu ile ilgili bilgilerin de olduğu, ama Nazilerin bunlara değişik nedenlerle güvenmediği tarihsel kaynaklarda ve anılarda belirtilir.
1950’de konu hakkında yayımlanan ilk kitaptan (Operation Cicero, Ludwig C. Moyzisch) sonra, 1962’de E. Bazna’nın anılarını içeren bir kitap (I Was Cicero/Ankara Casusu Çiçero) daha yayımlanmıştır [2]. Özellikle o yılların Ankara’sından bazı bildik yerler (Ankara Palas, Atatürk Bulvarı, Tuna Caddesi, Kavaklıdere tepeleri, …) ve eski ünlü bazı mağaza isimleri ile nostaljik tatlar da bırakan bir anı-roman… Kitapta bir yerde (s.165) “Özdemir Caddesi’nde buluştuk” diyor yazar. Hiç duymadığım bu cadde adını önce yanlış yazdığını ya da yanlış anımsadığını zannettim. O zamanlar çok küçük olan Ankara’da ve günümüzde bu isimde bir cadde var mıydı? İnternette araştırdım ve bir iki yerde bu isme rastladım. İlginç olarak, böyle bir bilgiyi daha önce ne yazılı kaynaklarda görmüş ne de sohbetlerde duymuştum, ta ki Ankara Casusu Çiçero kitabını tekrar okuyuncaya kadar. E. Bazna’nın bahsettiği Özdemir Caddesi, bugün Ankara’nın en ünlü, hemen her Ankaralının anısının olduğu, vazgeçilemez güzel yerlerinden biri ve simge ismidir. 1964 yılına kadar adı Özdemir olan bu caddeye o tarihten sonra bugünkü ismi verilmiş [3]: Tunalı Hilmi Caddesi…
Benzer şekilde, bugün yaşı 60 ve altında olanların büyük olasılıkla hiç hatırlamadıkları (bilmedikleri) bir Ankara görüntüsü de Sıhhiye’den geçen İncesu Deresi’dir. Yine kitabın başka bir bölümünde (s.178) Bazna, “… fotoğraf makinesini parçalara ayırarak küçük bir nehir olan İncesu Deresi’ne attım.” diyor. Bugün üstü kapatılmış olan derenin 1970 başları veya öncesine ait bazı fotoğraflarda, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin karşısında, Atatürk Bulvarı’na paralel olarak aktığı, oldukça geniş ve hatta üzerinde yayaların geçmesi için köprülerin de olduğu görülmektedir.
Ankara’daki bu iki büyükelçilik arasında yaşanan casusluk öyküsü, savaş sonrasında sinemaya da aktarılmıştır: İlki 1951 yılında ülkemizde [4], ikincisi 1952 yılında ABD’de ve -olasılıkla- üçüncüsü 2019 yılında yine ülkemizde [5]… Konu hakkında yazılan ilk kitabın tarihinin 1950 olduğunu ve o günlerin iletişim koşullarını düşündüğümüzde; kitabın yayımlanmasından hemen haberdar olunması, okunması, sinemaya uyarlanması ve sinema filminin de -dünyada- bir ilk olarak 1951’de ülkemizde yapılmış olması ilginç ve önemlidir kanımca.
Başrollerini James Mason ve Danielle Darrieux’nün oynadığı 1952 yılı yapımı Hollywood filminde (Five Fingers. Yönetmen: Joseph L. Mankiewicz) görülen İstanbul ve Ankara’ya ait kent manzaraları gerçekten nadide, heyecan verici ve belgesel niteliğinde sahnelerdir; özellikle de o yıllara ait Ankara görüntülerinin sinemada yok ya da çok az olduğunu düşünürsek. Tren Garı, Ulus Meydanı ve Atatürk Anıtı, Almanya/İngiltere Büyükelçilik binaları, vd. Filmin sonlarına doğru bir Ankara sahnesinde, yaya kaldırımına bakan dar bir açık bölümü de olan bir pastane (ya da bistro) içinde görünüyor Bazna, ama eski bir mekân olduğu için adını ve konumunu tahmin edemedim. Eğer senaryoya göre bu dış sahne, İstanbul’da değil de, filmin başındaki yazıda vurgulandığı gibi gerçek olay mekânında yani Ankara’da çekilmişse; bir zamanların ünlü, efsanevi, adlarını sık sık duyduğumuz ama film halinde (iç ve dış) görüntüleri mevcut olmayan ya da belki çok az olan Kutlu, Özen ya da Meram Pastanelerinden biri olabilir mi?
Çiçero, Mart 1944’de İngiltere Büyükelçiliğindeki görevinden ayrılır;
6 Haziran 1944’de Normandiya Çıkarması başlar; Ağustos 1944’de Türkiye Almanya ile diplomatik ilişkilerini keser; II. Dünya Savaşı Avrupa’da 8 Mayıs 1945’de biter…
Dünyadaki ve Ankara’daki o günler çok gerilerde kaldı… 1939-1945 arasında çocuk ve çok genç olanlar dışında, o dönemi tüm acılarıyla yaşayan/hatırlayan tanıklar yok artık. Bugüne kalan; fotoğraflar, mektuplar, anılar, belgesel filmler, sinema filmleri, bir de “zaman geçtikçe hiç eskimeyen” bazı şarkılar… Lili Marleen, The White Cliffs of Dover, Moonlight Serenade ve As Time Goes By…
SAMİ EREN
15 Mayıs 2022, Ankara
KAYNAKLAR:
Perrault, G. En Uzun Gün’ün Sırrı. Baskan Yayınları, 1982.
Bazna, E., Nogly, H. Ankara Casusu Çiçero (I Was Cicero). Karizma Yayınları-İstanbul. Birinci Baskı, 2000.
Onuş, S. Özdemir Caddesi Neresi? Güçlü Anadolu Gazetesi. 28.02.2020 (Gucluanadolugazetesi.com)
Ankara Casusu Çiçero. Yönetmen: Mehmet Muhtar, Başrol oyuncuları: Vedat Karaokçu, Berrin Aydan (1951).
Çiçero. Yönetmen: Serdar Akar, Başrol oyuncuları: Erdal Beşikçioğlu, Burcu Biricik, Murat Garipağaoğlu (2019).
Tablo. Gece Kuşları (Nighthawks). 1942. Edward Hopper (Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Nighthawks_(painting) Erişim tarihi: 12.05.2022)
Fotoğraf. Casablanca. H. Bogart, I. Bergman. Yönetmen: Michael Curtiz. 1942 (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:CasablancaPoster-Gold.jpg Erişim Tarihi: 12.05.2022)
Fotoğraf: Normandiya Çıkarması (Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Operation_Overlord Erişim Tarihi:12.05.2022)
Fotoğraf: Five Fingers. J. Mason, D. Darrieux. Yönetmen: J.L. Mankiewicz. 1952 (Kaynak: https://static.tvtropes.org/pmwiki/pub/images/5fingers.jpg
Erişim Tarihi:12.05.2022)