Dört mevsimi de yaşayan coğrafyalarda sonbahar genellikle “hüzün” ile özdeşleştirilir. Bir ölçüde doğrudur. Yaz bitmiştir ve doğa yeni bir kışa hazırlanmak üzeredir/zorundadır, değişik görünümleriyle: Sararan ve dökülen kuru yapraklar; güneşin artık kırık ve kaçamak ışıkları; soğuk esmeye başlayan “şimal” rüzgârları ve ince yağmurlar; sıcak bölgelere giden “göçmen kuşları”; bağ bozumlarının ve zeytin hasatlarının başlaması... Bunlarla eş zamanlı olarak, denizle vedalaşma, kumsalların boşalması, sıcak yaz günlerine/gecelerine özgü ağustos böceği ezgilerinin bitmesi, yarıda bırakılmış tatil kitapları ve bir yazın daha anılarda kalması sonbahara hüzün devreder…
Bunlar elbette, "sonbahar hüznüne” dair bireylerin öznel algıları, duyguları ve düşüncelerindeki lirik hatta romantik gerekçelerdir... Ama söz konusu "mevsimsel" hüznün bilimsel (tıbbi) bir nedeni de vardır. İnsan vücudunda birçok işlevi bulunan, aralarında beyin dokusu da olmak üzere, bazı organ ve hücrelerde üretilen bir maddenin, sonbahardan başlayarak ilkbahara kadar etkinliğinin -güneş ışığının ve güneşli günlerin azalmasıyla doğru orantılı olarak- azaldığı savlanmaktadır. Bu ilginç ve önemli madde, 1937'de İtalyan bilim insanı, farmakolog Prof. Dr. Vittorio Erspamer (1909-1999) ve çalışma arkadaşlarının ilk kez deney hayvanlarının bağırsaklarında saptadıkları ve "enteramin" adını verdikleri [1], 1952’de ise günümüzdeki ismini alan bir biyolojik üründür: Serotonin. Daha sonraki yıllarda serotonin'in insan organizmasındaki çok sayıda işlevi ve bazı hastalıklardaki (ör. mevsimsel duygudurum bozukluğu, depresyon, migren, ...) rolü gösterilmiştir [2,3,4]. Özetle, sonbahar/kış aylarında ölgün gelen ya da bulutlarla engellenen güneş ışığının beyindeki serotonin üretimini/etkinliğini destekleyememesinin, sonbahardaki hüznümüzün nedenlerinden biri olduğu düşünülmektedir… Öte yandan, özellikle son dönemlerde yayımlanan ve serotonin-depresyon bağıntısının kuşkulu olduğunu, daha fazla ve net kanıta gereksinim bulunduğunu belirten bilimsel makaleler de mevcuttur [5].
Belki de yukarıdaki hem “romantik” hem de “bilimsel” nedenlerden dolayı, şairlerimizin çoğunun sonbahar temalı şiirlerinde (az veya çok, açık veya örtülü) bir “hüzün” halini görmek ya da sezinlemek de mümkündür; “Sonbahar geliyor serçe / Yuvanı nereye yapacaksın? / Rüzgâr başka çeşit esecek / Yağmurlarla ıslanacaksın…” dizelerinde sonbaharın adeta pastoral bir tablosunu yapan Cahit Külebi’den (1917-1997), “Tenha bir eylül bahçesinde / Bir bardak konyak, kitap ve kahve / Otururken dalmış kendi kendime / Güz rüzgârı geçiyor kitabımın içinden…” dizeleriyle zarif bir sonbahar anını betimleyen Metin Altıok’a (1940-1993)…
Şiirlerde olduğu gibi, şarkılarda da çokça konu edilen bir mevsimdir sonbahar... Günümüze değin sayısız sanatçının yorumladığı Autumn Leaves (Les Feuilles Mortes – 1945/46) başta olmak üzere; birçok yerli/yabancı şarkı sonbaharın renklerini, güzelliğini, dinginliğini ve elbette hüzün tonlarını alabildiğine duyumsatır. Geride kalan “yaz” veya “gençlik” ya da ikisi birden için belki de…
Sonbahar. Malikâne (1894) - I. Ilyich Levitan
Diğer taraftan, bazı “yeni başlangıçlar” nedeniyle, tazelik ve umutla da doludur sonbahar… En başta da “okulların” yeni eğitim-öğretim yılına başlaması nedeniyle. Eylülün ilk haftalarında açılan okullarda ve bahçelerinde, ne sonbaharın hüznü vardır ne de gelecek olan kışın kaygısı. Sesleri, çığlıkları, gülüşleri yaşamın “majör” tonlarıyla dolu çocuklar, ergenler ve gençler sayesinde tüm “okullar”, sonbaharın hüznünden tamamen muaftır; ilkokullardan üniversitelere değin…
İşte öyle bir 1978 sonbaharıydı… Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne başlamamız, “bilim”le ve “erginlik”le tanışmanın unutulmaz ilk basamağıydı; büyük amfileri tarifsiz bir mutluluk ve merakla dolduran biz on yedi-on sekiz yaşlarındaki gençler için… O ilk tansıksı andan başlayarak, sonraki uzun eğitim, meslek ve özel yaşamlarında arkadaş/dost olacak, neredeyse tamamı heyecanlı, biraz ürkek ya da belki tedirgince yüzlerce kız-erkek yeni mezun liseliler, genç “doktor adayları”… Ülkenin içinde bulunduğu karanlık, korkulu ve zor günlerde yine de umutla, kıvanç ve gururla kapısından girdiğimiz tarihi bina, Sıhhiye’deki “Morfoloji Binası”… İlk dersimiz “Biyoloji” idi yanlış anımsamıyorsam; artık çok uzak anılarda kalan bir Ankara eylülünde “bilim insanı” ve “yetkin hekim” olma yolundaki ilk saatlerimiz… Kısacası, o sonbaharda gelen, bizler için hüzün değil, yaşamımızdaki yeni bir dönemin tanımı olanaksız büyüsü, inanılmazlığı ve heyecan dolu başlangıcıydı…
Ama sonbahardaki “yeni başlangıçlar” sadece okullarla sınırlı değildir. Her ekim ayında perdelerini yeniden açan tiyatro, opera ve bale kurumlarıyla, başta CSO olmak üzere, konserlerine başlayan orkestra ve korolar da, tüm sanatçıları, öğrencileri ve etkinlikleriyle sevinci ve aydınlığı çoğaltırlar kentlerimizde, sonbahardan itibaren…
SAMİ EREN
10 Eylül 2022, Ankara
Kaynaklar:
1. https://en.wikipedia.org/wiki/Vittorio_Erspamer (Erişim Tarihi: 08.09.2022)
2. Gupta A, Sharma PK, Garg VK ve ark. Role of serotonin in seasonal affective
disorder. Eur Rev Med Pharmacol Sci 2013;17:49-55.
Deo N, Redpath G. Serotonin receptor and transporter endocytosis is an important factor in the cellular basis of depression an anxiety. Front Cell Neurosci 2022 Feb 24; 15: 1-20.
https://www.normanrosenthal.com/about/research/seasonal-affective-disorder/ (Erişim Tarihi: 08.09.2022)
Moncrieff J, Cooper RE, Stockmann T ve ark. The serotonin theory of
depression: a systematic umbrella review of the evidence. Mol Psych 2022;20 July (published online).
Tablo: Sonbahar. Malikâne (Autumn. The Manor), 1894 - Isaac Ilyich Levitan (Kaynak: https://www.wikiart.org/en/isaac-levitan/autumn-the-manor-1894 Erişim tarihi: 08.09.2022)