Ayvalık’daki evimizden yaz tatilinin çok kalabalık günleri öncesinde artık gelenekselleşen “Midilli Geçişleri”mizin üçüncüsünü, Mayıs’ın son-Haziran’ın ilk günlerinde bu kez oğlum, kızım ve damadımla birlikte gerçekleştiriyoruz. 1462 – 1912 yılları arasında Osmanlı’nın yönetiminde kalan, bizim Midilli dediğimiz Lesvos adası, 1636 kilometrekare büyüklüğünde ve 371 kilometrelik kıyı şeridine sahip. Yunanistan’ın Akdeniz’deki üçüncü büyük adası olan Midilli’nin nüfusu 2016 verilerine göre 85.410 kişi. En büyük yerleşim yeri olan Mytilene ise 34.549 kişi barındırıyor(Elbette Suriyeliler Midilli’yi basmadan).
Bu gidişimizde günü birlik gezilerimizde Plomari, Sigri, Eresos (ve limanı Skala Eresou), Petra, Sykaminia (ve limanı Skala Skaminias), Mandamados ve Pamfila’da eğleşmekle birlikte bu yazımda sadece, kalacak yer olarak seçtiğimiz ve 1965’den bu yana koruma alanı olan Mythimna ya da MOLYVOS’u anlatacağım. (Osmanlı dönemindeki adı Molva, Mülkiye yıllarımdaki tavla turnuvası finalinde, Lolita’nın desteğinde kesin favori olduğum halde yenildiğim, bugün aramızda olamayan Ahmet Molvalı’yı hatırlatıyor)
Molivos halen, 1960’lar Türkiyesi’nin Ege ve Akdeniz kasabalarının sadeliği görünümünde şipşirin bir belde. Osmanlı’dan kalma kalenin kıyıya hayli dik inen eteklerinde “çoğu iki katlı- taştan yapılmış-balkon ve cumbaları boşlukta asılı gibi duran-türlü renklerdeki ahşap ya da metal panjur ve kepenklerinin boyaları ile çok gözalıcı evler” arasında dolaşırken, kendinizi Ortaçağ’a adreslenebilecek tarihi bir film setinin oyuncularından biri gibi hissediyorsunuz. Bayıraşağı, iki tarafı birbirine yapışık dükkanlarla birlikte inen çarşı yolunun üzeri neredeyse tamamen, zamanını geçirmeden yakaladığımız morsalkımlarla kaplı. Çarşı yolunun iki yanında ve yakın ara sokaklarında 1795’e tarihlenen Taksiyarhis ve 1844 yapımı Agios Panteleimon kiliseleri, bugün toplantı salonu olarak kullanılan, mimaresinin sadece kaide kısmı kalmış olan cami ve birkaç çeşme ile cafe-restoran olarak işletilen hamam, Belediye binasının bünyesinde 9000 ciltlik kitabıyla barınan Halk Kütüphanesi ile Arkeoloji Müzesi, minyatür sahaf dükkanı, caminin altından geçen abbara ve yamaçta sıralanan tüm ara sokaklar Molivos’un görülmesi gereken yerleri. Günün belli saatlerinde Petra’ya gidip dönen “Sightseeing Train Tour”, birden çok gün kalan ve Gençlik Parkı’ndaki “Küçük Tren”i yaşamak isteyenlere sunulan bir başka seçenek.
Molivos’da bizdekilerin neredeyse yarı ederini ödeyerek( Euro’nun TL.nin 4 katına çıkmış olmasına karşın) yiyip içebileceğiniz, “Türkçe Menülü” ve garsonları Türkçe de konuşan, bir çok restoran-pub-taverna bulunuyor. Ben buralarda özellikle şarapta ahtapot-karides-kalamar-sübye-tarak-midye yenmesinden yanayım, Saydıklarıma yine bence ancak, ladotiri peynirinden saganaki ile mevsimin Ege Otları eklenebilir. Belki yine mevsiminde Kalloni Sardalyası ile ben her nekadar sevmesem de papalina(dikkat çaça ile karıştırılmaya !) da “yandan” eşlik edebilir.
Müskirat faslında ise, lokantalarda rakı pek bulunmasa da UZO, pek ala “Abdurrahman Çelebilik” edebiliyor. Yunanistan üretiminin %60’ının sağlandığı Midilli'de (ve özellikle Plomari) 20 kadar uzo üretim tesisi bulunuyor. Birçok ailenin kendi aroması ile kendininkini yaptığı uzonun 400 civarında çeşidi olduğu söyleniyor (Bizim “tekel” rakısı kaça çeşitlendi acep ?). Bunca uzo arasında, üzümün direkt damıtılmasından yapılmayıp “yıldız anason-rezene-kakule-mısır-kişniş-melekotu vb.” tohumlarla aromalandırılmasından ötürü lezzet farkları var. Ben kaldığım sürece genelde “Ouzo Plomari” markasını seçtim.Zaman zaman da Varvagianni’nin “ 42 derecelik Yeşil-46 derecelik Mavi-47 derecelik Evzon-48 derecelik Afrodite” markalarından “Klasik Mavi”yi denedim. Dışarıda pek satılmayan Afrodite’i ise daha sonra tatmak üzere yanımda getirdim.
Molivos’un bir hayli lokantası arasında benim favorilerim, “limani”de kıyıda oturacaksanız Octapus, denizi ve kasabayı yukarıdan seyretmek isterseniz Molyvos Stars (Birden çok geceleyecekseniz limanda Vangelis’in buzuki çalıp söylediği Le Grand Bleu, taksilere gidiş-dönüş 14 Euro ödeyerek ulaşabileceğiniz Petra’daki Women Co-operation of Petra Accomodations and Restaurant’ı ve sevimli-tombilik garsonu Magdalena’yı da unutmayın). Tatlı gereksiniminiz için ise, kendi özel tatlarının yanısıra kadayıf ve baklavaya ilaveten hem de Türkçe adıyla Laz Böreği bile bulunduran Blue Fox, tek adres.
Bir öğle öncesi Çarşı Yokuşu’nun merkeze değil de limana doğru inen tarafında gezinirken “Alamaz hiç kimse bil kalbimdeki yerini” şarkısını duyuyor, hemen sese yöneliyorum. Nağmeler, ustura ile sakal traşı yapmakta olan berberin konsolunun üzerindeki radyodan geliyor. İçeri girip Türkçe selamlaşıyorum. Traşı bitirdiğinde oturup söyleştiğimiz Ermeni asıllı berber Stratis Partevyan, dedesi Onnik Partevyan’ın 1922’de henüz iki günlük babasını da yanına alarak Gelibolu’dan Molivos’a geldiğini, evlerinde Yunanca ve Türkçe konuşulduğunu, dedesi ve babası gibi kendisinin de müzikle ilgilendiğini ve hepsinin en az bir enstrüman çaldıklarını, küçük yaşından buyana Türk Müziği dinlediğini (o sırada TRT FM’i izliyor, ama TRT Nağme’yi de biliyor), sözcük dağarcığı az ama neredeyse aksansız Türkçesini televizyonda Türk Dizileri izleyerek ilerlettiğini, uzun yıllar profesyonel olarak uğraştığı akordeon çalmayı 20 yıl öncesinde bıraktığını, anlatıyor.
1958-1959 dersyılından kalma bir fotoğrafını gösterip, sınıflarındaki 44 kişiden 15’inin halen Molivos’da bulunduklarını, o yıllarda 3500 olan nüfusa karşılık tüm evlerin dolu, şimdi ise nüfusun daha çok ama çoğu evin de boş olduğunu ekliyor. Ankaralı olduğumu öğrenince, kutusundan özenle çıkardığı akordeonu ile bana önce, Gündoğdu Duran’ın DTCF öğrencisi olduğu 1958 yılında yazıp bestelediği muhayyerkürdi Ankara Kızları’nı, sonra da “Beyoğlu’nda Gezersin”i çalıyor. Onun “bana özel-tek dinleyicili” bu jestine şarkı sözleriyle eşlik ediyorum. Gelecek yıl yine görüşebilmek umuduyla,1953 doğumlu Stratis ile öpüşerek vedalaşıyoruz.
Midilli’nin nasıl uygar kaldığı sorusuna yanıt arayan sayın Doğan Kuban, “Midilli’nin yüzlerce yerleşme yerinde 2-3 kattan yüksek yapı olmaması, yeni yapılarda yerel, geleneksel taşın kullanılmasının sürdürülmesi, çok katlı yapının ekonomik kazanç olanağının toplumca reddedilmesi, geleneksel çevrenin korunması, toplumdaki tarih bilinci, tarihe karşı saygı, bunların beslediği bir sevgi, tarihi çevreyi koruma isteği Türkiye’de hala topluma mal olmamış bir uygarlık göstergesidir” diyor(Cumhuriyet Bilim ve Teknik Eki, 9 Ekim 2009).
Bizde son yıllarda “Kentsel Dönüşüm” kılıfı altında ya sadece “Ön Cephe Düzenlemesi (Makyajı)” ya da “Eskinin Yokedilip Yeninin Yamanması” şeklinde biçimlendirilen, tartışılmasını mimarlara bırakmakla birlikte bir kenttaş olarak bir türlü içimize sindiremediğimiz, “Restorasyon (Onarma)-Konservasyon(Koruma)-Rekonstrüksiyon (Yeniden Yapma)” tanımlamalarıyla yutturulmaya çalışılan, ama aslında tarihi dokunun “bilinçsizce-insafsızca-acemice-sorumsuzca” talan edilmesine varan “Tamamen Yok Etme” uygulamaları Midilli’ye henüz ulaşmamış. Bizim bu uygulamalarımız o güzelim doğayı-yapıları-eski ulaşım yollarını ve madenci-termik santralcı kolkolalığı ise zeytinlikleri yutmaya çalışırken; Midilli’de eski yapılar onarılıp içinde yaşanıyor, doğa ve o daracık ama keyifli köy yolları genişletilmeyip aynen korunuyor, zeytinliklerin sayısı daha da arttırılarak dünya sıralamasında daha üst sıralara çıkılmaya çalışılıyor. Molivos, kayalıklar üzerinde yan yana sıralı, cumbalı-teraslı evleri, Arnavut kaldırımlı kıvrım-kıvrım ve dar sokakları, begonvilleri-mor salkımları-yaseminleri, küplerde-saksılarda zeytinyağı tenekelerindeki sardunyaları, ortancaları ve diğer çiçekleriyle tarihe meydan okuyan böyle bir yerleşim. Sanki ilk kurulduğu gibi durduğu izlenimi veren Molivos hemen yanıbaşımızda. Başta da söylediğim gibi, bizim 1950’lerde kalan güzelliklerimizi özleyenlere, ıskalanmaması gereken bir seçenek. Gidin-gezin-kalın-yiyin-herşeyi beğenirseniz bir kadeh de benim için İÇİN.
Savaş SÖNMEZ