Reklâmlardan polemik vaad eden televizyon tartışma programlarına, mezuniyet törenlerindeki geçitlerden yeni bir otomobilin ‘lansman’ gösterisine kadar, heyecan ve coşku duyguları uyandırmak istenen her vesilede bıkıp usanmadan kullanılan başlıca müzik eserlerinden birisi kuşkusuz Carl Orff’un ünlü Carmina Burana kantatıdır. Popüler söyleme bir şekilde mâruz kalmış herkesin bilinçaltına nakşolmuş bu eser, 1802 yılında Almanya’da bir manastırda bulunmuş Orta Çağ şiirlerinin bestelenmesiyle oluşan bir şarkılar toplamıdır. Eserin özelliği, Orta Çağ’a ait ama dinsel olmayan bir metne dayalı olmasıdır. Nitekim Carmina Burana’nın içeriğindeki konular, aşk, baharın gelişi, yeme-içme, gündelik kırsal yaşam vb. profan yani din-dışı temalara dayanır. Çoğunluğu Latince, birkaçı da eski Almanca olarak kaleme alınmış olan bu şiirler, koyu bir dinsel taassup ile aklımıza resmedilmiş Orta Çağ imgesini yıkarak, dünyevi zevklerin yüceltildiği bir başka Orta Çağ ‘a dair ipuçları sunarlar. Carl Orff, bu profan şiirlerin ruhuna uygun bir müziği keşfetmede, doğrusu önemli bir başarı kaydetmiştir. Carmina Burana’nın bölümleri, çoğunlukla enerjik, ritmik, haraketli dans müzikleridir. Orff, işini şansa bırakmamış, daha başlangıçta ünlü “O fortuna” bölümünü tereddütsüz bir görkem patlaması olarak (tutti orkestra ve koroyu fortissimo ve iyi işaretlenmiş vurgularla sunarak) ortaya koyarak eseri başlatır. Zaten akıllara nüfuz etmiş, bir yerden işitmiş olmanın tanıdıklığını daima içeren toplumsal yaygınlık da esasen “O fortuna”nın bildikliğidir. Carl Orff, burjuva estetiğini yerle bir eden on iki toncuların kuşağından olmasına karşın, muhafazakâr sayılabilecek, eskiyi ihya etme düsturunu benimsemiş nev’i şahsına münhasır bir besteciydi. Bununla birlikte, bu muhafazakârlık dinsel bir tondan ziyade, geçmişe soyut bir özlem içeren, ters yönden modernist bir tahayyüle dayanıyordu. O nedenle Orta Çağ’dan kalma bu din-dışı metinler Orff’un geçmiş tahayyülünü sese dökmek için biçilmiş kaftandılar.
Eser, Nasyonal Sosyalizmin en şaşalı savaş öncesi yıllarında bestelenip (1935) icra edilmiştir (1937). Orff’un nabza göre şerbet verme konusunda epeyce mahir olduğu bir gerçekse de, Nazi’lerle doğrudan organik bağı yoktu; en azından böyle bir ilişki bugüne dek kanıtlanamamıştır. Ancak birçok sanat eserinin ‘yoz’, ‘komünist’, ‘bozguncu’ vb. şeklinde yaftalanıp aforoz edildiği, mümkünse yakıldığı bir dönemde el üstünde tutulmuş olması kuşkusuz dikkate değer bir durum olsa gerektir. Carmina Burana’yı Nazi estetiğinde caiz kılan en temel özelliği, müzikal doku anlamında basitliğidir. Her ne kadar tek çalgı, solist, koro veya orkestra için zorlu kimi bölümleri olsa da, geneli itibariyle eserin ritim örüntülerinin, armonik yapılarının ve özellikle ezgi kuruluşlarının basitlik ve tanıdıklık ilkesine dayalı olarak inşa edilmiş olmaları, onun geniş halk kitleleri nezdinde kabul görmesini sağlamıştır. Diğer bir deyişle, Carmina Burana, müzikal öğeleri ve besteleme anlayışıyla gündelik yaşamın sıradanlığına çok iyi hitap eden bir eserdir. Dinleyenin kolayca ritim döngüsüne eşlik etmesine olanak veren, çoğu kez aksak olmayan, 4/4’lük ölçünün vuruşlarına birebir tekabül eden bir doku söz konusudur. Böylece en eğitimsiz dinleyici bile kolaylıkla bu basit ritme ayak uydurabilir hale gelir. Marşlarda (yani ezgisel yürüyüş kararlarında) görülen bu temel basit yapı, Carmina Burana’nın genelini ifade etmektedir. Onun zamana ve coğrafyaya yayılan popülerliğini sağlayan; içerdiği bu netlik, gönderme yaptığı sıradanlık ve gizlice taşıdığı otoriterliktir. Çağımızda bunca teveccüh bulması, günümüzün tüketim-kurgulu küresel akışkanlığının, bir yanıyla demokratik eğilimleri beslerken, diğer yandan ürkütücü bir sıradanlığı ve standartlaşmayı dayatması olmasın sakın? Faşizmin bir yüzü merkezi bir otoriterlik ise, onun toplumsal meşruiyetini sağlayan diğer yüzü, sıradanlığı kutsayan basitliğe dayalı estetiğidir. Pier Paolo Pasolini'nin Salo ya da Sodom’un 120 Günü adlı irkiltici faşizm eleştirisi filminin vahşet şenliği denilebilecek son sahnesinde, Carmina Burana’dan, ilkbaharın gelişini anlatan o ‘sevimli’ bölümü kullanması boşuna değildi. Enformasyon toplumunun faşizmi ise, en demokratik maskeyle gelip örneğin ‘sosyal medya’ üzerinden büyüyen dolaylı insan ilişkisinde, en sinsi şekilde içselleştirilendir. Carmina Burana, farkında olarak ya da olmayarak bugün, hele Türkiye’de, içinde yüzdüğümüz böyle bir saydam otoriterliğin ifadesine ister istemez denk düşüyor.
21 Mayıs 2014 akşamı Zorlu Center konser salonunda İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosu şef Antonio Pirolli yönetiminde Carmina Burana kantatını seslendirdi. Solistler Nazlı Deniz Boran (soprano), Caner Akın (tenor) ve Kevork Tavityan’dı (bariton). Çok küçük eşzamanlama ve kısmen ihmal edilebilir entonasyon sorunlarına rağmen, genel anlamda teknik bakımdan İDSO’nun temizce bir icra ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Buna mukabil, belli bir saygınlığı olan her ciddi orkestranın özelliği olan topluluk ruhunun İDSO’da mevcut olduğunu ifade etmek maalesef mümkün değil. Bir görkem gösterisi olan “O fortuna” girişinin bile epeyce sönük bir icraya kurban gitmesi üzücüydü. Bunun İDSO’nun müzmin bir rahatsızlığı olduğu görülüyor. Nitekim sondaki tekrarında daha coşkulu çalınan “O fortuna”nın, bis’te bir kez daha çalındığında en coşkulu hale ulaşması, İDSO’nun zor ısınan bir makine olduğu sanısını uyandırıyor. Koronun durumunu da orkestradan ayrı değerlendirmek pek mümkün görünmüyor. Solistlere gelince, güçlü sesleri bile, çoğu zaman orkestranın asimetrik gürlüğü karşısında epeyce zorlandı. Bunun bir salon akustiği ve ses sistemi (güçlendirici mikrofonlar en azından görünürde yoktu) boyutu olsa da, aynı zamanda orkestrayla ‘imtizac’ etmemiş bir ilişki sorunu olduğu izlenimine kapıldık. Caner Akın güçlü bir tenor olsa da, esasen kontrtenor için yazılmış partilerde bir parça zorlandığı, üstelik orkestrayla uyumsuzluk sorunundan mustarip olduğu görülüyordu. Yine de tencerede pişmekte olan kazın öyküsünü, onun ağzından anlatan kara mizahi yegâne bölümü için takdiri hak ediyor. Kevork Tavityan da sesini hakkıyla duyurmak için epeyce zorlandı. Tavityan dramatik vurguları fazla öne çıkaran bir bariton; bu teatral tavır Carmina Burana’nın ruhuna uygun düşse de, bazı yerlerde fazla abartıldığını düşünmeden edemiyoruz. Buna rağmen Tavityan’ı bu sıra dışı yorumu için kutlamamız gerek. Ancak konserin parlayan yıldızı, sıvı billur sesiyle seyirciyi büyüleyen soprano Nazlı Deniz Boran oldu. Bu ‘sıradanlığın estetiği’ içinde, sıra dışılığı solistlerin yorumlarında gördüysek, Nazlı Deniz Boran, konserin tek taş pırlantasıydı demek pek de haksızlık olmaz sanırız.