Yapay zekâ, makine öğrenmesi, artırılmış gerçeklik gibi kavramlar git gide daha fazla gündelik hayata dâhil oluyor. Küreselleşmenin en önemli bileşenlerinden biri, kuşkusuz teknolojinin baş döndürücü hızda gelişme ve aynı hızda yeryüzüne yayılma eğilimidir. Nitekim, içinde bulunduğumuz finans kapitalizmi üretim biçimi, yeryüzünün tamamını bütünleşik bir pazara dönüştürmeyi hedeflediği için iletişim ve enformasyon teknolojilerinin geliştirilmesini öncelikli kılmıştır. Dünyanın bütünleşik bir iletişim ağıyla kuşatılması, kuşkusuz öncelikle o bağlantılar üzerinden biriken sermayenin akışkan hâle gelmesini mümkün kılmıştır. Böylece küresel ölçekte bütünleşen ve genişleyen bir sermaye yapısı, son derece esnek bir karakterle, sömürüyü görünmezleştiren bir düzeni kurumsallaştırdı. Toplumsal sınıfların yok olduğunu sıklıkla vurgulayan neoliberal söylem, bireysel kurtuluşları yücelterek ve sol düşüncenin içini boşaltarak yeni bir politik alan yapılandırdı. Bununla birlikte, küreselleşme yalnızca sermayenin bütünleşmesi ve sömürü düzeninin yaygınlaştırılması olarak tarif edilemez. Küreselleşme, aynı zamanda kültür alış-verişlerinin çok hızlandığı, bireylerden bireylere doğru aktığı, sürekli dönüşüm içinde olduğu bir etkileşim ağı da oluşturdu. Küresel kültür ortamı, kültür kavramının bölücü, ayırıcı, dışlayıcı bir nitelik arz etmesini göreli olarak azaltmakta, bütün kültür üretim ve simgelerinin hızla dolaşıma girmesini sağlamaktadır. Ayrıca bu karşılaşmalar yepyeni melezleşmelere neden olmaktadır. Elbette bu süreçte kültür endüstrisi kurumları, yükselen eğilimleri hemen popüler biçimlere sokmaya çalışmakta, böylece hem onları ideolojik anlamda evcilleştirmekte hem üzerinden akıl almaz kârlar elde etmektedir. Ancak, bu içerme politikasının varlığı, direniş biçimlerinin varlık göstermesini engelleyememektedir. Küresel kültür ortamı, o nedenle ne tam anlamıyla kültür endüstrisinin salt kapitalist güdüyle yönettiği bir alan ne bir demokrasi ütopyasıdır. Küreselleşmeyi anlamak, işte bu karşıt eğilimlerin ayrıştırılmaz bir şekilde biraradalığı nedeniyle zorluk arz eder. Her durumda teknolojinin git gide daha fazla gündelik hayata müdâhil olduğu bir düzen içinde yaşamaktayız. Bu gelişmenin son aşamasında, öğrenebilen sistemlerin yaygınlaşmasına tanık oluyoruz. Yapay zekâ ve benzeri yenilikler bu evrim sürecinin bir sonucudur. Yapay zekânın kültür alanında en önemli sonuçlarından biri kuşkusuz insan beğeni ve tüketim alışkanlıklarını modelleyebilmesidir. Beğeni, artık bir toplumsal sınıf göstergesi değil, akışkan bir kimlik stratejisinin belirtisidir. Bu nedenle beğeni artık sabit değil, akışın tesadüflerine bağlı, sürekli yapılıp bozulan bir algoritmalar sistemi hâlini almaktadır.
Beğeniler, sosyal bilimlerin çözümlemelerinde uzun bir süre doğrudan sınıf konumu, hatta ideolojik yönelim göstergesi olarak kabul edilmiştir. Nitekim toplumsal pratik alanında da bu beğeniler matrisinin birebir karşılığı var olmuştur. Üst-kültür – popüler kültür ayrımı, seçkin-halk kutuplaşması, her bir kültür tüketimi biçiminin belli bir toplumsal katmanı işaret edebilen özelliği, 1980’li yıllara kadar ağırlıklı olarak geçerliliğini korumuştur. Ancak, bugün hâlâ birçok entelektüel çevrede, var olmaya devam ettiği kabul edilerek çözümlemelere girişilen beğeniler hiyerarşisi ne Türkiye’de ne dünyanın herhangi bir yerinde eski bütünlüğünü ve doğrudan temsil gücünü korumaktadır. Küreselleşmenin özellikle kültür etkileşimleri anlamındaki sonuçları, hem farklı kültür ögelerinin dünya ölçeğinde sürekli yeni bileşimlere dönüşmesine hem beğeni ve tüketimlerin özgül ideolojik anlamlar taşımayan, bunun yerine çoğul, melez, dönüşen türde tezahür etmelerine neden olmaktadır. Artık kültür tercihleri, beğeniler ve bu doğrultudaki tüketim davranışları münhasıran bir toplumsal sınıf göstergesi olarak yorumlanamayacak kadar bireyselleşmiş, özgülleşmiştir. Bu küresel dönüşüm, beğenilerin en belirgin şekilde sınıf özelliği arz ettiği müzik dinleme tercihlerini de yakından ilgilendirmektedir; zira müzik tercihlerimiz, belli bir türe, üslûba, döneme sabitlenmediği gibi, zaman, mekân, ilişkisellik ve ruh hâline göre sürekli dönüşüm göstermektedir. Müzik beğenisi artık çoğulcu, sürekli mütasyon hâlinde, bütün sınıfları kesip giden şekilde akışkan bir nitelik arz etmektedir. İşte müzik endüstrisinin aldığı yeni örgütlenme biçimi, bu beğeniler dönüşümüne uygun bir akışkanlık hâline tekabül etmektedir. Streaming olarak adlandırılan internet temelli, müzik kayıt mecralarını (bant, plak, kaset, CD) satın almayı değil, onlara abone olmayı (Spotify, Fizy, I-Tunes, vb.) gerektiren yeni bir müzik dinleme pratiği, küresel ölçekte bir geçişkenlikler ve alış-verişler düzlemini kurmaktadır. Ancak müzik dinleme pratikleri, yalnızca maddî anlamda bir dönüşüm geçirmekle kalmamakta, aynı zamanda karmaşık ve eklektik bir tercihler bileşimi hâlinde sonsuz bir akış olarak (“dinlemeye devam ettiğin sürece şarkı eklenir”) süregitmektedir.
Streaming (akış mecraları) üzerinden müzik dinleme eğilimi, beğenilerin bir yandan bireyselleştirilmesi diğer yandan küçük yönlendirmelerle dönüştürülmesi (“şunu dinlediğin için bunları da beğenebilirsin”) esasına dayanır. Böyle bir ilişkisellik, özünde bir makine-insan alış-verişi olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz “makine” olarak adlandırdığımız varlıklar, sanayi kapitalizminin zihinlerimize yerleştirmiş olduğu ağır sanayi üretim aracı olan mekanik olanlar değildir. Artık teknoloji, yumuşak güç olarak elektronik ortamda, özgün hâlinde var olmaktadır. Streaming müzik dinleme ortamları, dinleyiciyi bireysel anlamda yüceltirken (“senin için hazırlandı”), onu çözümlemeyi, hatta onun şifresini kırmayı hedefler. Streaming sistemleri, öncelikle dinleyiciyi anlamaya odaklanmıştır. Kuşkusuz bu anlama, Max Weber’in Verstehen, Jürgen Habermas’ın öznelerarası iletişim olarak tarif ettikleri türden bir zihinsel alış-veriş değildir. Makine, insan zihnini, onu bütün çelişki ve karmaşıklıklarıyla modellemeye çalışmaktadır. Algoritma olarak zihin, makinenin, insanı anlama yordamıdır. Yapay zekâ, insanın psiko-sosyo-organik zekâsını algoritmalaştırılabilir kılmaya çalışmaktadır. Artık beğeniler, yalnızca sınıf göstergesi olma niteliğinden uzaklaşmakla kalmamakta, makineyle bir çeşit satranç oyununun sonuçlarına dönüşmektedir. Diğer yandan, bu ilişkinin tek yönlü olarak düşünülmemesi gerekir. Makine insanı çözümlemeye çalıştığı kadar, insan da makinenin ürettiği algoritmaları dönüştüren bir esnek eylemsellik benimsemektedir. Böylece iç içe geçen iki zekâ türü (organik ve yapay), artık belli toplumsal konumların sabitliğine bağlı olmadan, akışkan bir beğeniler matrisi içinde birbirini hem tamamlamakta hem dönüştürmektedir. Kuşkusuz, bu makine-insan ilişkisi, kapitalist üretim ilişkileri içinde, kaçınılmaz bir şekilde kültür endüstrisinin tüketim çarkında metâ fetişizminin yeni biçimlerini üretmektedir. Bununla birlikte, çoğul, dönüşen, farklılıkları bileştiren, küresel alış-verişler düzlemine eklemlenen yeni bir demokratik kültürün olanakları da bu akışkanlıktan türemektedir. İlginç bir şekilde, eğer mümkün olabilecekse, bu yeni demokratikleşme yönelimi, insan insana olmaktan ziyade, en azından makine-destekli bir insan ilişkisi kapsamında yapılanacak gibi görünüyor. Kimilerinin insan-sonrası var oluşu fazla yüceltmesine temkinli durmaya devam etsek de yapay zekânın yeni toplumsalın kuruluşunda kısmî belirleyici bir rol oynayabileceğini de göz ardı etmememiz gerekiyor.
Yapay zekâ bir müzik beğenisi için esin kaynağı olabilirse, insan zekâsı da belki daha etkileşimsel, daha farklıklara açık, daha demokratikleştirici bir toplumsalın kurulması için çoğul beğenilerin oluşumunda yapay zekâyla bütünleşebilir.
İnsanın insanla ilişkisi binyıllardır iktidar ve şiddet üretiyor; belki yapay zekâyla diyalog başka bir dünyanın umudunu getirir.
ALİ ERGUR
1 Temmuz 2022, Denizli