Başlık biraz karmaşık gibi.
İlk anda birbiriyle ilintisiz görünen sözcüklerle yapılmış bir düzenleme sanılabilir. Kuşu tanımlamak tamam da “Rus türü” nasıl olur ki?
Kimi kavramlar ve olguların zaman ve sınır tanımadığının açık bir kanıtı olduğuna inanmalı derim. Özellikle politikanız, bağımlı olduğunuz bir başka büyük güç tarafından biçimlendiriliyorsa benzer uygulamaların üzerinizde denendiğini görmek ne acı. Anlatılacaklara bakılırsa ne demek istendiği açıkça görülecektir.
Olayda adı geçen bir sanatçı, bir ülke ve oradan yansımış uygulamalarla yönetilen başka yerler var.
Sanatçı Picasso.
Biraz garip görünen ama gerçek olan bir öykü.
Öykünün çıkış noktası Şebnem Atiyas’ın New York’tan gönderdiği bir yazı.
“Picasso’nun FBI Dosyaları” başlıklı yazıda anlatılan olayı okurken kimi güncel yaşananlarla benzerliğine bakıp gülmekle şaşırmak arasında gidip geliyor insan. (Cumhuriyet, 18 Kasım 1990) Anlatılanların, adı geçen yazıdan alıntılar olduğunu ekleyelim.
“Soğuk savaş fatihi” olarak adlandırılan FBI (Amerikan Federal Soruşturma Bürosu) başkanı
J. Edgar Hoover, 1945 yılında Paris’teki Amerikan Büyükelçiliği’ndeki özel ajanını Picasso’yu izlemekle görevlendirir.
Özel ajana gönderilen 16 Şubat 1945 tarihli notta “Picasso ile ilgili herhangi bir bilgi eline geçerse, Picasso’nun günün birinde ABD’ye gelmeye kalkışması durumunda kullanılmak üzere” kendilerine bildirilmesini istemektedir.
Yıllar sonra 1950’de Picasso ABD’ye gitmeye karar verir. Çünkü sanatçının başında yer aldığı 12 üyeli “Barış Delegasyonu”, ABD’de toplanacak “Dünya Barış Partizanları Kongresi”ne katılacaktır. Durum tehlikeli göründüğünden Picasso başta olmak üzere hiçbir üyeye vize verilmez.
Olayın ayrıntıları 1989 yılında Herbert Mitgang’ın yazdığı “Tehlikeli Dosyalar” kitabında yer alıyor.
Yazar, kitabına konu alacağı olayın belgelerine ulaşabilmek amacıyla “bilgiye ulaşma özgürlüğü” yasası kapsamında FBI’ya başvurur. Picasso dosyaları başvuru tarihinden iki yıl sonra yazara verildiğinde tümüyle sansürlenmişti.
Burada bir sorun çıkıyor ortaya.
Çünkü tüm dünya ABD’yi özgür(!) bir ülke olarak tanıyor. Siz şimdi kalkıp ünlü bir sanatçıyı, arkadaşlarıyla birlikte tehlikeli oldukları gerekçesiyle ülkeye sokmayacaksınız.
Bu durumun özgürlük söylemiyle ne denli çeliştiği açık. Öyleyse görüntüyü kurtarma adına bir masal uydurmak gerek. Dönemin ABD Paris Büyükelçisi Amerikan Dışişleri Bakanı Dean Acheson’a gönderdiği mektupta çözüm yolunu gösteriyor:
“Picasso’nun dünya çapında tanınan biri olduğunu göz önünde bulundurursanız ABD’nin kendisine vize vermeyi reddetmesi entelektüel ve liberal çevrelerde ABD’ye karşı olumsuz bir bakış doğmasına neden olacaktır. Bizim ‘Komünist Barış’ propagandasından korktuğumuz izlenimi verecektir. Eğer giriş hakkında olumsuz karar verilirse bu durumda Voa (Voice of America) sözcüsünün bir açıklama yaparak ziyaret sebebinin barışçıl amaçlı olmadığını, profesyonel faaliyetlerle bağlantılı olmadığını söylemelidir. Her iki durumda da kararın bir an önce verilmesi yerinde olacaktır…”
Burada dikkati çeken noktaların neler olduğu ilk bakışta görülüyor.
Birincisi, çok özgürlükçü görüneceksiniz ama uygulamada tersi olacak.
İkinci olarak devletin/hükümetin uygulamasını kendinize bağlı yayın kuruluşuna açıklatacaksınız. Böylelikle yanlı politikaları kitlelere anlatmak oldukça kolaylaşacaktır.
Üçüncü ve en dikkat çekici olanı da şu: Yasaklamanın, sanatçının alanıyla ilgili olmayıp başka politik gerekçeye dayandıracaksınız.
Bu üç gerekçeyi yeniden okuyunca bazı Ortadoğu ülkelerini anımsamamak elde değil. Oralarda da kimi liderler ne denli özgürlükçü olduklarını sabah akşam bağırıp dururlar.
Oralarda da yöneticinin buyruklarını yazarak-okuyarak kitleye duyuran görevli gazeteci ve yayıncılar vardır.
Ve oralarda da kimilerinin, yaptıkları işle değil, başka örgütsel etkinlikler içinde yer almalarına bağlı olduğu için tutuklandığını yayarlar.
Sıra geliyor “Rus Kuşu”na..
FBI’nın ölünceye değin izlediği Picasso’nun dosyasında yer alan 1949 tarihli bir notta “Bilindiği gibi komünistler uluslararası kampanyalarının amblemi olarak İspanyol ressam Pablo Picasso tarafından çizilen beyaz güvercini seçtiler. Bu kuş Rus trompetçisi olarak bilinen bir türe aittir.” Sanırım, sanat konusunda engin bilgilerle donatılmış bir uzman işi bu tanılama.
Olanlara bakılırsa kimi Ortadoğu ülkelerinin nereden kopya çektiğini anlamak zor değil. Aynı eğitim tezgâhlarından geçerek ülkelerini yönettiğini sananların nasıl bir aracı olduğunu anlamaları ise çok güç.
Picasso’ya gelince…
O, yaşamı boyunca okyanus ötesindeki bu özgür ülkeye hiç gidemedi. Ancak yapıtları, oradaki müzelerin en değerli varlıkları olarak izleyicilerin karşısında beklemede.
Bu olay da gösteriyor ki politikacılar her dönem ve coğrafyada sanattan korkuyorlar.