Abdullah Özkucur (1920- 2022) 11 Ağustos 2022 günü yaşama veda etti.
Sevgi ve saygıyla..
Bunları daha önce kaç kez yazdım, kaç konuşmada anlattım, Özellikle Köy Enstitülerini ele alırken mutlaka değinilmesi gereken bir değer. Yazdıklarımı da bulamıyorum. Büyük bir olasılıkla çalınan bilgisayarımda ve yedek belleklerdeydi.
Değinceğim konum; köyümün ilk okuyanlarından biri olan Abdullah Özkucur'la benim aynı kapsamda, solcu, komünist, dinsiz insanlar grubunda değerlendirilişim; bu benzetmenin benim yaşamımda yarattığı etkiler.
Ellili yıllarda bütün üçüncü dünya ülkelerinde salgın halinde yayılan Komünizmle Mücadele Dernekleri, Demokrat Partili olmayan herkesi komünistlikle suçlama kampanyaları; Konya gibi her zaman, bugün bile Atatürk Devrimlerini hazmedememiş, Kurtuluş Savaşı'nda şeriatçılarla ve Osmanlı saltanatının uşaklarıyla işbirliği isyanlarında başı çekmiş bir kentte yaşayanlar anlatacaklarımızın çok çeşitli örmeklerini yaşamış, tanığı olmuş ya da okumuşlardır mutlaka.
''Sen de Gucurların Abdulla gibi gomunist mi olacan len''
''Sen de Gucurların Addulla gibi şeerli biriynen evlenirsin len''
''Sen de Gucurların abdulla gibi köyünü terkedersen len''
Sen de Gucurların Abdulla gibi, Bizimradyo gibi konuşuyon len''
Bu sözleri o kadar çok duydu ki elinde olmadan, farkında olmadan, Gucurların Abdulla'yı hiç görmediği sadece adını bildiği halde ilgi duymaya, en azından merak etmeye başladı. Bilinçaltı yerleşmesi midir, kısmet midir; zaman onun için de benzer bir yaşam yolu çizdi kendi akışı içinde.
Hiç görmediği Gucurların Abdulla onun çocuk gözünde iki metrelik dev gibi bir adamdı. Değilse köylüler bu kadar adını anmazlardı, köylüler biraz da korktukları insanları ve olayları çok anarlar. Asık suratlı, adamı, bırakın adamı, adamları korkutan, kasıntısından yanına yaklaşılamayan bir adam olmalıydı, üstelik gomunist bir adam. Kim bilir nasıl bişi bu gomunist adamlar?
Aradan yıllar yıllar geçti. insanlarımız üzerinde oynanan oyunları, politika adı altında çevrilen dalavereleri, uluslararası soygun ve sömürü düzenini, bütün ''izmleri'' öğrendi ayrıntılarıyla. 68 Kuşağı sıfatının bütün özelliklerini taşıyarak. Gucurların Abdulla'yı unutmadı ama halkı kandırma oyunlarının içinde ve Köy Enstitülülere saldırıların örneği olarak değerlendirdi onu da. Ayrıca aydın insanların harcanması kapsamında daha pek çok örneğin yazgısı olarak görmeye başladı bu tür karalamaları, yaftalamaları. Tam bu dönemde bir öğrencisi ve öğretmen arkadaşı ile tanıştı Abdullah Özkucur'un, Hatay Kız Öğretmen Okulu'ndan. Sanki babalarından, koruyucu meleklerinden söz ediyorlardı, onu anınca. ''Ya boyu-posu'' dedi birden. ''Aha şu kadar bir narin insan'' dediler; elleriyle birbuçuk metrelik bir boy ölçümü göstererek. Fotoğrafını buldular, albümlerinden; tırtıllı kenarlı, siyah beyaz. ''Ule her tarafı komünist olsa ne yazar, bu karınca ezmez insan tipinin''.
Daha da çok zaman geçti aradan. Bu kez kendisi ile yüz yüze, göz göze geldiler Gucurların Abdulla ile. Gerçek bir hümanist, yurtsever, Cumhuriyet aydını. Beyni ve yüreği sevgi ile çalışan bir insan. Kitabi, teorik değil; özü-sözü ve eylemi ile tutarlı bir aydın insan. Tam nesli tükenen insan tipi. Bunca birikimine rağmen alabildiğine tevazu sahibi, alabildiğine doğal. Bu eğitimcinin öğretmenlik yaşamı boyunca herhangi bir öğrencisine yüksek sesle bile hitap edeceğini sanmayacağınız, ihtimal bile vermeyeceğiniz.
*
Ben Konya'nın Beyşehir ilçesinin Manastır beldesinden, küçük yaşta anasını, onun ardından sırayla iki gardaşını kaybederek yaşamın berbat yüzü ile erkenden tanışmış bir köy çocuğu, Hasan Pekmezci. İlkokulda genç bir Köy Enstitülü öğretmenin ilgi ve çabalarıyla İvriz Öğretmen Okulunu kazanmış, daha açıkçası yaşam savaşının en büyük zaferini kazanarak kimliğini, kişiliğini bulabilmiş, bu birikimle akademik aşamalarını da başarıyla yaşamış; artık yaşı yetmişleri geçmiş, beyaz saçlı bir eğitimci.
Gucurların Abdulla, namını erken duyduğum bir insan. Anamın anası ve anamın gocanası ile aynı mahallede yaşadıkları için. Üstelik ben anamın ölümünden sonra gocanamın yanında barındım uzun süre. Onun ''Bak Gucurların Abdulla okudu, adam oldu, köyden gurtuldu, getti'' anlatımı ve özendirmesiyle, adıyla sanıyla sürekli örnek gösterdiğinden.
*
Zaman içinde kitaplarıyla, yazılarıyla, konuşmalarıyla, aldığı ödüllerinin törenleriyle daha da çok yönünü, kibarlığını, vefasını tanıma fırsatı ve şansı bulabildiğim; bulabildiğimiz. Burada çoğul bir yaşam da başladığından, benden yıllarca duyduğu Gucurların Abdulla'yı görmeden tanıyan eşim Şükran'la.
Akademik yaşamın kendine özgü sorgulama bilinci içinde çok düşünmüşümdür; 1930'lu, 40'lı yıllarda derleme, belgeleme, arşivleme, saklama bilinci daha pek yaygın değilken. Kapalı, görgü, bilgi sınırlılığı içinde bir köy yaşamından çıkıp gelen ve geldiği okullarda daha ilk günden itibaren belge, bilgi, mektup, fotoğraf, anı belleği oluşturmaya başlayan, yazma, anlatma edimi kazanan Abdullah Özkucur. Bu bilinci nereden, kimden, nasıl aldı? Ondan neredeyse elli yıl sonra ''Bireysel Bellek, Toplumsal Bellek'' tekerlemeleri ile öğrencilerini uyarmaya çalışan ben, Lisans, Lisans üstü, Doktora aşamalarında öğrencilerine bu bilinci aşılamak için yıllarca çabalayan ve onları belgeleme, arşivleme, anı derleme gibi konularda olumlu çabalara yönlendirmede yeterince başarılı olamadığını üzülerek açıklarken. Günümüzdeki bunca teknolojiye, bilgi kaynaklarına ulaşma kolaylığına rağmen.
Dağ başlarında, ellerinde sadece kurşun kalem ve saman yapraklı bir defteri zor bulunabilen bir köy çocuğu. Ondan bundan ödünç alınan ders kitapları. Elden ele dolaşan yalın kapaklı devlet klasikleri. Elbette bunlar çok sınırlı ama bütün dayanakları idol eğitimciler, eğitim yöneticileri, öğrencilerine ''Ülküdaşım'' diye hitap edebilen müdürler; bütün duyu organlarıyla yönlendirilmiş ulusal değerleri yüceltme azmi.
Bu yüce duyguyu AİDİYET BİLİNCİ adı altında değerlendiriyorum. Bana göre bütün bilinçlerin toplamıdır bu. ''Ben Abdullah Özkucur'um. Ben duyan, düşünen, sorgulayan, gerektiğinde yaratan, bu ülkenin, bu ulusun taşına toprağına tutkun, doğa aşığı, insan sarrafı bir eğitimciyim. Cumhuriyet ideali ışığında daima başarı için didinen ülkücü Tonguç babanın, Hasan Ali Yücel'in, Rauf İnan'ların, Hürrem Arman'ların açtıkları yoldan yılmadan ilerlemek benim boynumun borcudur''. Bu ses tam bir aidiyet bilincidir, bana göre. İnsanın kendine, ilkelerine, ülkülerine saygısının ifadesidir.
Aradan yıllar geçti. Bir gün evinin kapısı çalınır Ankara'da. Eşi Şükran akşam karanlığında çekinerek açar kapıyı. Genç bir bay ve bir bayan ''Biz Hasan Pekmezci amcamızın evini arıyoruz'' derler. İçeri buyur eder, Anlatmaya başlarlar konuyu. ''Biz iki yıldır Ankara'da görevliyiz, memuruz. Sizin Ankara'da yaşadığınızı çok önceden biliyoruz, ama aramadık. Geçenlerde internette Hasan Amca ile ilgili bilgileri okuduk, köyde bize anlatılanlarla hiç ilgisi yoktu bu bilgilerin. Bunun üzerine tanışmak için aramaya karar verdik''
Bir süre sonra ben geldim eve. Her zamanki gibi günü hakkı ile yaşamanın verdiği yorgunlukla. Dış kapıda Şükran kulağıma fısıldadı, ''Köyden yeğenin''. Evde hiç tanımadığım iki genç. Hemen bana da anlatmaya başladılar, bir yandan da tepeden tırnağa beni inceleyerek.
''Biz sizi şöyle şöyle tanıyorduk, çünkü herkes sizi böyle anlatıyordu''
Onlara anlatılanlar giriş kısmında ''Gucurların Abdulla'' için söylenenlerin aynen tekrarlanmasıydı.
''Alaanın Amedin, Zera'dan olma oolu dinsiz, imansız biri olmuş''
''Alaanın Amedin Zeradan olma oolu has gomunis olmuş''
''Alaanın Amedin oolu şeerli bi gızla evlenmiş''
Bunları duya duya belli yaşlara gelmiş gençler. Nasıl arasınlar ki. Kim bilir ne korkunç bir yaratık bu Hasan Pekmezci. Yanına yaklaşanları anında gomunis yapabilir, dinsiz imansız yapabilir, ne olur, ne olmaz.
Bereket internet denen teknolojiye düşmüş Hasan Pekmezci eşi ile birlikte. Eskiden ''gazetede çıkmak'' çok korkulan ya da çok sevinilen iki kutuptu. Olumsuz haberde yer almak o kişi için idam fermanı gibiydi, olumlu haberde yer almak da itibar kazandırıyordu.
Şimdi aynı şeyler internet ve medya ortamı için de geçerli.
Çok anlatılır: Bir yol kontrolünde trafik polisi bir aracı durdurur. Memur ''ehliyet ve ruhsat lütfen'' der, bütün kibarlığı ile. Araç sürücüsü diklenir; ''Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz'' der. Çok kullanıldığı için sakız olmuş ifadelerle. ''Peki efendim, adınızı söyleyin lütfen'' der.
''Mehmet Filanca''.
Polis memuru biraz uzaklaşır, telefonla oğlunu arar, ''Oolum, internetten Mehmet Filanca kimmiş bi bakıver''. Bir iki dakika sonra oğlu arar babasını ''İnternette böyle bir adamın adı geçmiyor' babacııım''
Memur Bey araca döner, sürücüye ''Beyefendi internetten araştırdım, siz internete göre bir hiçmişsiniz'' der.
Çok şükür ki internete göre ''biz bir hiç değilmişiz'' de yeğenler bizi arayıp bulmuşlar. ''O kadar çok bilgi var ki sizlerle ilgili, öğrencilerinizin sizin hakkınızda yazdıkları sayfalar tutar''. Bunların çoğundan bizim bile haberimiz yoktu. Geç vakte kadar geçmişi anlatmakla, sohbetle geçti gecemiz. Benim hayatımla, hayat mücadelemle ilgili tek doğru cümle duymamış gençlerle.
*
Cumhuriyet karşıtlarının, çağ dışı yaşam özlemcilerinin, toplumu uyutup kendi saltanatlarını sürdürme çabasındaki sömürgenlerin tahammül edemediği insan tipiydi bu. Bunlardan kul köle olamazdı, bunlar emir komuta zincirinin maşası, tetikçisi, yalakası, kıç yalayıcısı olamazdı. Dönek, hilebaz, düzenbaz, hokkabaz olamazdı bunlar. Öyleyse kendi karakterlerine uygun nitelikleri taşıyacak insan modeli yaratmaları gerekiyordu.
İşte 1950'den bu yana bu ne olduğu, kim olduğu belirsiz yaratıklar modeli üzerinde çalışıyorlar. Epeyce yol aldılar, bu modele uygun insanları yetiştirip, yerleştirerek devleti ele geçirdiler. Yalana, dolana, sahtekarlığa, polemik kültürüne, münazara kültürüne, biat kültürüne, sadaka kültürüne uygun modellerle.
Öte yandan 95 yaşında bir genç adam kitaplar yazıyor, konuşuyor, anlatıyor. Esaret beyinlilere inat pırıl pırıl hafıza ile.
1958'den bu yana adını ilk öğrendiğim; köyümün aydın insanı, Köy Enstitülü, beni adam statüsünde sayan, eğiten, donatan, kimlik ve kişilik kazandıran İvriz'in kurucularından, idollerimden sevgili ''Gucurların Abdulla'' büyüğüme minnet duygularımla.
HASAN PEKMEZCİ
12 Ağustos 2022, Anamur
Bu yazı 2015 yılında sevgili Abdullah Özkucur’un 95. Yaş günü için yazılmıştı.