Sanatın, Müzelerin ve Kültür Kurumlarının Değerini Anlamak
ya da İnsanî Değerler Çoraklaşmasında Bocalamak
Bu yazının amacı Şefik Bursalı, Mustafa Ayaz ve Süleyman Saim Tekcan adlarındaki tutkulu, özverili sanatçıları-efsane eğitimcileri-sanat insanlarını anlatmak değil. Daha önce bunları birkaç kez severek yerine getirdik, yazdık, anlattık. Amacımız, bizlerin bu sanat insanlarını nasıl anladığımızın, nasıl değerlendirdiğimizin ve onların ülkülerine, tutkularına nasıl yanıtlar verdiğimizin ya da veremediğimizin biraz eleştiri ile sorgusu.
***
Yıllar önce Pakistan’a gitmiştik bir grupla sergi için. Diktatör Ziya Ül Hak’ın aydınlar ve sanatçılara yönelik çok katı baskısı altındaki bir topluma.
Sadeoquain Art center, İslamabad
İslamabad’da önce önemli sanatçılarından Sadeoquain adına kurulan sanat merkezinde tıklım tıklım izleyici tarafından çok ilgi gören sergimizden, konferanslarımızdan sonra Lahor’da çeşitli müze, sanat ve sanat eğitimi kurumlarını; şimdi üzerinde duracağımız Al-Hamra Kültür Merkezi’ni, Şakir Ali Müzesi’ni gezdik. Uluslararası devasa Kukla Festivalini izledik. Adını aldığı kırmızı tuğla mimarisi ile çok amaçlı devasa kültür merkezi Al-Hamra. İçinde çocuklar, kadınlar, gençler için ayrı ayrı tiyatro salonları, çeşitli alanlarda kültür evleri. Birkaç katlı, içi ziyaretçi dolu sanat galerisi*Müzesi. Hem kültür merkezindeki bütün salonlarda, hem de müzede yoğun bir izleyici; yoksul bir toplumda bu kadar ziyaretçiyi biz hiç tahmin etmiyorduk. Bunun birkaç nedeni vardı; öncelikle diktatör ve askeri yönetim. Halk ve aydınlar üzerindeki ve doğal olarak kültür ve sanat üzerindeki yoğun baskı. Ardından yoksulluk. Kentlerin, caddelerini, mimari yapıların bu olumsuzluklardan son derecede etkilenmiş olması.
Bunca olumsuzluğa inat sayılabilecek bir manzara; tıklım tıklım insan dolu, görkemli bir kültür merkezi.
Al-Hamra Kültür Merkezi-Lahor
Al-Hamra Sanat Merkezi-Müzesi.Lahor
Al Hamra Sanat Merkezi’nde Sergi gezen dostumuz Dr Ajaz Anwar Doktorasını Türkiye’de Güzel Sanatlar Akademisin'de yapan Pakistan’ın ünlü bir suluboya ressamı-eğitimcisi.Orhan Peker ve Osman Zeki Oral’ın yakın arkadaşı.
National Collage of Arts.Lahor.
Bunların yanında Pakistan’ın önemli sanat, kültür ve eğitim adamlarından Şakir Ali’nin (1916-1975) uzun yıllar görev yapıp pek çok öğrenci yetiştirdiği National Collage of Arts gezildi ama asıl adına düzenlenmiş Müzesi’ne gidince daha da anlam kazandı gezimiz. Şakir Ali, sanatçı, sanat eğitimcisi ve çok yönlü ilgi alanlarıyla Pakistanlı modernist sanatçıları hem çalışmaları, hem de tavrı ile uzun yıllar etkiledi. Bu özelliğiyle Pakistan sanatında ve kendi kuşağı ressamlar arasında ayrıcalıklı bir konuma sahip. Adına müze kuruldu. 2015’te doğumunun yüzüncü yılında devlet törenleriyle, anı pullar ve ödüllerle anıldı.
National Collage of Arts tarihi mimarisi, her biri eserlerle dolu, devasa sergi salonları ve hayatını buraya adamış hocaları Şakir Ali anısı için olduğu gibi korunan odası ile.
Pakistan milli geliri en düşük ülkelerden biriydi o yıllarda da. Kentlerin etrafı karton kondularla doluydu. Varsıl-yoksul arasında uçurumun en fazla olduğu ülkelerdendi.
Ama müzeler ve kültür merkezleri tıklım tıklım doluydu.
Şakir Ali Müzesi’nde ayağında şıpıdık terliksilerle, üstü başı dökülen ama yanında çocuklarıyla müzeyi gezen analar-babalar vardı. Demek ki bazı şeyler sadece varlık-yokluk meselesi değil, insan denen canlının ilgi ve birikimine değebilme sorunuydu.
Bu tablolar yıllar geçtiği halde halâ gözlerimin önündedir. Özellikle Şefik Bursalı Müzesi’ni ve Mustafa Ayaz Müzesi’ni gezerken ve bazı grupları gezdirirken bu yaşadıklarımı anlatırdım. Bir Ekim ayının sonunda Şefik Bursalı Müzesi’ne gittik eşimle. Bu konularda sürekli inceleme yaptığım için görevliye ‘’Bu ay kaç ziyaretçi geldi’’ dedik. Yanıt yürek yakıcıydı ‘’Bu ay sadece şimdi siz geldiniz.’’ Çankaya’da, etrafında belki yirmi okul, binlerce öğrenci ve bu okullarda pek çok öğretmen, resim öğretmeni olan bir müzeyi Ekim ayında sadece iki kişinin gezmesi.
Sonuç baştan okunmaya başlamıştı; ‘’yeterli gezen yok’’ gerekçesiyle ilgili bakanlıkça kapatılıverdi.
Elbette bu düşüncelerimiz sanatçı-eğitimci idealist kimliği ile sadece resimden kazandıklarıyla villalar, han-hamam-yazlık-çiftlik sahibi olmak hesapları yerine Ankara’nın orta yerine devletin, kurumların, holdinglerin yapmadığını, yapamadığını yaparak çağdaş bir müze yaratan Mustafa Ayaz Müzesi’ne gidince daha da çarpıcı duygular yaratıveriyor.
Müzenin tam karşısında bir lokanta var, her gün önünde, sağında, solunda kelli felli turizm acentelerinin otobüsleri. Bunlar içinden tek kişinin devasa müzeyi görmemesi, görememesi, gösterilememesi ilginç bir körlük. İlgili bakanlığın ve Turizm şirketlerinin, duyarsızlığı.
Bir yanda özveri, idealizm ile yaratıcılığına, emeğine, alın terine karşılık ülkenin kendisine verdiklerini yine bu ülkeye bu toplumun insanlarına sunma çabasının karşılığı; sayısı günde beşi onu geçmeyen izleyici olmamalıydı. 1938 doğumlu bir sanatçının müzenin yakıt sorununu düşünecek durumda olmaması gerekirdi.
Ankara kültür ve sanat kenti olmak zorundadır. Çünkü Cumhuriyet’in ve çağdaş Türkiye’nin kalesi olma sorumluluğunu taşımaktadır. Daha ilk günden Mustafa Kemal’in istediği böyle bir Ankara ve Türkiye değil miydi?
Bütün üniversitelerinde Güzel Sanatlar, Sanat Tarihi, Tasarım Bölümleri var mı, var; Bunların öğrencisi, öğretmeni, akademisyeni sanatçı kimliklileri var mı, var. Resim Heykel Müzesi, Mustafa Ayaz Müzesi, Çağdaş Sanatlar Merkezi, İncek/Evliyagil Çağdaş Sanatlar Müzesi bunların ilk uğrak yeri olmasından doğal ne olabilir? Ama yoksa, burada durup kara kara düşünmek gerekir.
Ben Mustafa Ayaz Müzesi’nin tıklım tıklım izleyici, sanat meraklısı ile dolu olmasını hayal edenlerdenim. Sanat insanlarının uğrak yeri-buluşma noktası olmasını küçük-büyük gruplarla kısa süreli sanat sohbetlerinin yapılmasını dileyenlerdenim.
Bu ilgi, bu ülkeye gönül bağı ile sanat kurumu kazandıran ve hatta kazandıracak olan Mustafa Ayaz gibi özverili insanlara verdiğimiz değerlerin de bir göstergesi olmalıdır. Bu tavır ilgi ve sevgiyle beslenen insanların onurlandırılması anlamını da taşır.
İbn-i Sina’ya atfedilen ‘’Marifet iltifata tabidir, İltifat görmediği yerden kaçar’’ sözüyle çok bağlantılıdır bunlar. Kaçarsa ne olur, olacağı zaten yaşanıyor ülkemizde, darmadağın edilen doğamız, ormanlarımız, su havzalarımız, kültürel değerlerimiz, uzaydan gelenlerce yapılmadı. 2. Moğol istilasını da yaşamadı üstelik. Ya takır tukur, hırçın, her dakika hır çıkarmak için fırsat kollayan, sevgi-saygı yoksunluğuna hızla sürüklenen insanlarımız…
Sanat hayattır, hayatı sanata çeviremeyen toplumlar bu dünyada cehennem azabına ve cehennem zebanilerine tutsak olurlar.
Prof. Hasan Pekmezci.
3 Aralık 2022, Ankara