1)Mira Koldaş’ın resim sergisi Valör Sanat Galerisinde (22 mart-9 nisan 2017) açıldı. Biliyorsunuz, Valör, Soyut ve Arda galerileri yan yana binalarda. Karşıda da Still Life var.
Bahar çiçeklerinin Bodrum’da dağları, tepeleri, kırları kapladığı haberleri Ankara’larda yankılanırken bizler de buralarda çiçeklerin ha bugün ha yarın bize de birkaç aylığına misafir gelmesini dört gözle bekliyor bir haldeyiz. Cemre düştü de benim mi haberim olmadı? Ne kadar pesimistim aslında; şimdiden Bodrum’un korkunç yazının sıcaklarını ya da Ankara’nın ıssız kavuruculuğunun sona ermesini düşlüyorum ve bir an önce eylülün hüzünlü sıcak kırıcılığını bekliyorum. Deniz mevsimi de geçmiş olacak. Ve ben yine ıssız, terk edilmiş, tenha Bodrum sokaklarında kendi kendimle dolaşacağım. Düşün Allah düşün… Gizemlerin ardında neler var, varoluşun ötesi?... Deniz de yanı başımda buna tanıklık edecek. Su her şeyi kaydeden bir bellekmiş; Masaru Emoto’nun ünlü kitabında ayrıntıyla anlatılıyor. Her yılın eylülünde kim bilir hangi düşüncelerimi kaydetti durdu. Bir gün belki o kayıtları bilgisayarıma aktarabilirim.
Mira çok hoş dünyalarda geziniyor. Lautrec’in ‘kankan’ dünyalarında Jean Avril tadında gezindiren resimler yapıyor. Ben de başımdaki fötrle Aristide Bruant sanıyorum kendimi. Ne var ki elimde absinthe değil şarap kadehi var. Seine nehri ancak kafamda; Ankara’nın lağımını taşıyan İncesu deresi de TED Kolejinin avlusu ortasından geçerdi. Üstü sanırım sonradan betonla örtüldü. Topumuz dereye kaçtığında o pis sulara paçalarımızı sıyırarak girerdik. Mikroplar arkadaşımız olurdu. Ama hiç birimizi hasta etmedi İncesu. Ankara’nın orta yerinde akarsu kalmadı artık. Akarsuları sağanaktan sonra alt geçitlerde arabaların sulara saplanmasıyla yaşar hale geldik.
Bir Paris gelgiti yaşayan ruhumuzu galeride terk edip bedenimizle baş başa düz yaşamın realitesine geçiyoruz. Teşekkürler Mira Koldaş, özlemiştik bu renkli alemleri.
2)Arda Sanat Galerisinde Mahir Güven resim sergisi açıldı; 23 mart- 15 nisan 2017. Galeri, her sergisinde olduğu gibi bunda da özenli ve kaliteli bir katalog hazırlayıp ziyaretçilerine cömertçe sundu.
Mahir Güven 1957 İstanbul doğumlu; İstanbul Devlet Güzel Sanatlar akademisi çıkışlı. Resimler tuval üzeri yağlıboya. Devasa boyutta eserler değil. Ortalama 50x70 diyebilirim. Karanlık fonlar içerisinden ‘ben varım’ diyerek ortaya çıkan kalabalık olmayan figürler. İnsana pentür haz ve zevkini veren resimler. Boya ve fırça tuşeleri ortaya lezzet sunan doku ve boya izleri çıkarıyor. Bu tuşeler (kuvvetlice dokunuşlar) beyaz ışıklar içerisinde kendi ruhunu bekleyen kadınların eteklerinde plileniyor. Ben haz aldım.
3) Gelelim Altınok Sanat Galerisinde enteresan bir sergiye (7- 31 mart 2017). Sanatçı adı Mümtaz Bolmen. Hiç duymamıştım; bu sergide karşılaştım. Neden? Çünkü Türkiye’den çok adını Avrupa’da, Kanada, Amerika’da duyurmuş bir fenomen adam. Kendisi yakın yıllarda bir huzurevinde vefat etmiş. Yaşamında resimlerini satmakta zaman zaman hasis davranmış. Herhalde kıyamamış. Zaten bakınca anlıyorsunuz; adeta kendisi için yaratmış. Kendine bir öykü anlatmak istemiş. Bir anı defteri belki de; ara sıra açıp bakacak, öyküsünü yaşayacak; yaşlanacak ve göçecek; öyle de olmuş. Kahramanımız Manş denizini yüzerek geçen ilk Türk sporcusu. Tiyatrocu, operacı, hikaye yazarı… Hayatı dolu dolu yaşamış bir kişi. Renk, renk ve renk. Oysa resimlerinde renk öğesi ikinci planda. Çünkü hep desen ağırlıklı. Bazı resimlerini ise renklendirmiş.
Ama gözümüz renkten ziyade figürlere takılıyor. Akıl almaz bir fantezi. Akıl almaz bir kalabalık. Akıl almaz bir detay. Devrim Erbil’in İstanbul resimlerini hatırlayın. O ince detaylar, detaylar… Otistlerin görsel düşünme yeteneğini sanki yakalar gibi bir durum. Einstein, Mozart, Tesla… Otizmde belli bir hareket tekrarlanıp duruyor. Ama dahilerde bir konuya obsese olunuyor. Üzerinde yaşam boyu israrla duruluyor. Ve fantezilerle içlerinde kıvıl kıvıl kıvranan merak kurtçuğu besleniyor da besleniyor. Bu insanların fantezileri olmasaymış insanlık başladığı yerde dururmuş. Bu lafı otizm aktivisti Temple Grandin söylüyor.
Devrim Erbil’le farkı, Erbil’in resimleri uzaktan bakıldığında tam bir leke, kitle armonisi halinde görülüyor. Ki bunlar resim sanatının en önemli öğelerinden. Yakından bakıldığında ise hafazanallah!... Bolmen’in resimlerinde ise leke, kitle hatta perspektif öğeleri yok. Minyatür sanatına da benziyor bu haliyle. Tabii konu itibariyle de Erbil’den ayrılıyor. Biri İstanbul hastası, diğeri mitolojik kahramanlara dalmış.
Ben klasik Türk musikisine benzetiyorum Mümtaz Bolmen’in resimlerini. Klasik batı müziğinde perspektif vardır, çok seslilik vardır. Mesela gamlara göre, bir enstrüman ‘mi’ basarken diğeri ‘do’, bir diğeri ise ‘sol’ basar. Bizim musikimizde bu yoktur. Tek seslidir musikimiz. Bu bir eksiklik sayılabilir evrensel anlamda. Ancak zihnimiz perspektife ayarlandığı için her bir tek seste bir derinlik algılalama yoluna gireriz. Bu da bize belki de batı müziğinden daha bir fazla derinlik hazzı verir. Çünkü burada tınılarla dinleyici arasında çok aktif bir iletişim, moda deyimiyle interaktivite kurulur. İşte Bolmen’de bunları yaşadım.
Mitolojik figürlere kendi dünyasından da mitolojik figürler katıyor. Ortaya modern bir mitoloji çıkarıyor. Resimlerine uzaktan bakınca leke, kitle ve perspektif armonisi bulunmadığı için hemen dikkati çekmiyor. Önünden geçip gidebilirsiniz. Ya da şöyle diyelim; sadece bir kaotik durum görüyoruz. Bu kaosa dalmak istiyor muyuz? Önce bunun kararını vermek durumunda kalıyoruz. Bir cesaret; resme dalınca önce kayboluyoruz. Zihnimiz allak bullak. Sonra bildiğimiz düzene ayarlı zihnimiz bu kaosu bir düzene çeviriyor. ‘Ordo ab Kao’!
Detayist sanatçılar yapmacık değil, samimiler. Samimiyet ve dürüstlük sıradan insanların harcı değildir.
Paris’de, l’Aurore, le Figaro ve Extra Magazin gibi ünlü yayınlar ressamımızın eserlerini öve öve bitiremeyen yazılar yazmışlar. ‘Yeni bir buluş’ olarak nitelendirmişler.
Mümtaz Bolmen çağımızın hastalıklarından alzheimerdan yaşama veda etmiş. Bu kadar renkli bir yaşamın yaşlılıkta artık yaşanamayacağı ve eski renklerin üzerine yeni renklerin konulamayacağını anlayan bünye her şeyi unutturmayı yeğliyor belki de, kimbilir?
Ruhu şad olsun.
4) Muharrem Pire gördüğüm kadarıyla iki yılda bir SEVGİ Sanat Galerisinde o çok sevdiği atlarını sergiliyor. Bu kez de (22 mart-8 nisan 2017) rüzgarda yelelerini savura savura koşan atlarını seyrediyoruz. Bana bu atların rüzgardan hızlı koşuşları Iva Zanicchi’nin bir şarkısını hatırlatıyor: ‘scogli i cavalli al vento bene mio…’ ; ‘sür atları rüzgara güzelim benim… belki bu akşam sınırların sonu açılacak, bize biraz su verecek…’ İşte Pire’nin atları sınırların sonunu zorluyor. Manasız alemin sınırlarını belki aşabilecek… Umut dolu… Ulaştığın her mana anlamsızlaşır, koşar koşarsın. Önemli olan koşmak.. Zanicchi bir ara ‘dur nefes alayım’ diyor. ‘Sonra gene koşarız.’ İşte o nefes almalar yeni manalara nefeslenmek için…
Pire’nin atlarını bu sefer daha bir sevdim. Gerçekten uçuyorlar.
Monad Balkan
28 Mart 2017