Çankaya Belediyesi'nin Ankaralılara hediye ettiği Zülfü Livaneli Kültür Merkezi kurulduğundan bu yana Merkezin yer aldığı Şehit Mustafa Doğan caddesi üzeride park yeri kalmadığı bir gerçek. Bu da buraya olan rağbeti pek güzel anlatıyor.
Kediler… Sanatçılara en çok esin kaynağı olan hayvancıklar. Atlar ve köpekler de var tabii. Atlar estetik ve romantik ve hattâ hattâ rüzgarın kılık değiştirerek bedenselleştiği varlıklar. Köpekler başka âlem. Ama ille de kediler; en gizemli hayvanlar. Bu dünyaya ait olmadıkları söylenir. Uzaydan gelmişler. Spiritüel alemden aramıza karışıvermişler. Bunlar hep duyageldiğimiz şeyler.
İşte sanatçı Gürbüz Doğan Ekşioğlu da kedilerin tılsımına kapılmış gidiyor. Kendi kedisi de var. Öyle anlıyorum. Sergisi Livaneli salonunu sarıp sarmalamış. Bilmem Zülfü Livaneli’nin kendisinin kediler üzerine bir sazlı sözlü eseri var mı?
Açılış gene kalabalıkları iyi omuzladı. Ağanın eli tutulmaz; Belediye Başkanı Alper Taşdelen’in ikramı da her zamanki gibi sanki bir başka oluyor.
Küratörümüz gene İbrahim Karaoğlu. Karaoğlu bu kulvarda aldı başını gidiyor. Başarısını yakalayana aşk olsun.
Çok güzel ciltli, kapsamlı, sergi üzerine nefis bir de kitap hazırlanmış. Bir tane edinebildim. Sağdaki sayfalarda sanatçının kedi analizleri (tablolarından kesitler) soldaki sayfalarda ise dünya ve Türk edebiyatçı ve sanatçılarının kediler hakkında deyişleri ve şiirleri yer alıyor.
İşte mesela; ‘birçok zen ustasıyla birlikte yaşadım ve hepsi kediydi’ diyor Eckhard Tolle. Bukowski, kedileri evrenin ara sokaklarında aylakça dolaşırken görüyor. Kediniz varsa, kediniz sizi kendinizden daha iyi tanır, diyesi Montaigne. Kediniz ancak başka bir işi yoksa çağırdığınızda yanınıza gelir, diyor Bill Adler. Belki de ünlü şifresini kediler üzerine kurmuş; Da Vinci, ‘kediler doğanın başyapıtıdır’ diyor. Kediyle köpeği kıyaslayanlar da var; bir kızağı köpekler gibi çeken altı kedi bulamazsınız, diyen Jeff Valdez’den tutun da , ‘köpek düzyazıdır, kedi ise bir şiir’ benzetmesi yapan Jean Burden’a kadar. Paul Moore da kedilerin lütfedip evimizde kaldıklarına inanıyor. George Mikes insanları kedilerin evcilleştirdiği yaratıklar olarak görüyor; kedisi olan insan değil de, insanı olan kedi kavramı ortaya çıkıyor. Garrison Keller, doğada her şeyin illa bir işe yaradığına dair düşünceyi söküp atıyor; örnek olarak kedileri gösteriyor.
İşte kısaca denenleri kendime göre bir derleme yoluna gittim. Kedi dünyasında bir kısa gezinti yaptık.
Benim kedim hiç olmadı. Ama Bakırköy’de geçen çocukluğum sırasında zemin katta bir süre boş kalan bir evin içine bulduğumuz yavru kedileri koyduğumuzu ve onları büyük bir coşku ve heyecan içerisinde besleyip gözettiğimizi hatırlıyorum. Ne var ki bir süre sonra nedense hepsi öldüler. Tüm çocuklar ağlaşmıştık. Müjgan da vardı.
Bir de Rezzan Hanım teyze vardı komşumuz; oğlu kendi kendine piyanist olan Fatin, kızı Rengin. Rezzan hanım bir gün evinde ben ve Oktay’a (Oktay Ülgen) Beşiktaş kulübünü anlatmıştı. Küçücük çocuklardık. Evdeki sanat kokusu, Rezzan hanımın etkili ve gizemli anlatışı… Evin duvarlarında o zamanki Beşiktaş takımının (direkt milli takımdı o zamanlar BJK) futbolcuların takım halinde çektirdikleri, bir fotoğraf… Baba Hakkı, Şeref Görkey, Sabri, Şükrü Gülesin, Çengel Hüseyin… Öyle tılsımlı bir havaya girmiştik ki, sanki bir ayindeydik ve doğaçlama bir inisiyasyon (ezoterik bir gruba kabul; el verme) oldu; Oktay’la yeni bir dine geçiş yapar gibi Beşiktaşlı olduk. Bu metamorfoz (başkalaşım) sonrası Karl Gustav Jung’un senkronizasyon (eşzamansal) dediği olay gerçekleşti ve evren Oktay’la bana bir kedi verdi.
Başka bir komşumuz iki yaşlı Rum kızkardeşin bir kedileri vardı. Siyah Beyaz; beyaz suratında siyah da bir beni vardı. Adını hemen koyduk; Beşiktaş. İsmini haykırdığımızda penceresinden fırlar, koşar gelirdi. Kızkardeş teyzeler kim bilir ne isimle çağırıyorlardı onu. Ama o hem bizi hem Beşiktaş’ı benimsemişti. Hem de çok..
Öğleden sonraları sıcak yaz günlerinde Muhsin’lerin (ressam Muhsin Kut) deniz kıyısındaki evlerinin yanından Viyana Gazinosu'nun hemen yanındaki büyük kayalığa elimde ayakkabılarım denizde yürüyerek gider ve denize oltamı atardım. Uzun meditatif saatler geçerdi. Mavi deniz, enginler, ufuk, yeşil yosunlarlın sudaki raksı derken bir iki balık oltama tutulurdu. Lapin, çırçır, kaya balığı, horozbina, gümüş balığı… Doğru Beşiktaş’a. Bir sokak ötesinden çağırmama koşa koşa gelirdi; en taze balıklar ona. Bir gün horozbinayla eve dönüyordum ki aniden şöyle bir volta atmaya çıkmış Beşiktaş’la karşılaştım. Kaçmaya başladım. O kovalıyor ben kaçıyorum. Zor kurtuldum. Niye? Horozbinanın zehirli olduğunu söylemişlerdi büyüklerimiz. Bilmem doğru mu? Denizden babam çıksa yerim diyen Karadenizlilerin kulakları çınlasın.
İşte Beşiktaş ve kedi sevgisini bir potada eriten minik bir hikâyem. Benim de kedilerle ilgili söyleyecek bir şeyim oldu böylece. Allah kabul etsin.
Kitabın önsözünü Alper Taşdelen, Sanatçı hakkında çok dokunaklı, sevecen bir yazıyla kaleme almış. Giderek dünyada kaybolmaya yüz tutan eleştiricilik alanında hemen hemen en büyük otorite olan ‘The New Yorker’ dergisinde yedi kez eserleri kapak yapılan Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun uluslararası bir değer olarak kabul edildiğini ancak ne yazık ki ülkemizde pek az dikkate alındığını, dolayısıyla onun da kendi göbeğini kesmek durumunda kaldığını hayıflanarak anlatıyor. Hak veriyoruz. Başarı cezasız kalmaz, derler.
Ekşioğlu (resimlerini Gürbüz olarak imzalıyor) 31 kişisel sergi açmış; küresel çapta birçok önemli ödülün sahibi olmuş. Halen Yeditepe Üniversitesi'nde hocalık yapıyor. 1954 Mesudiye doğumlu.
Ressam, grafiker, ilüstratör, karikatürist, fotoğraf sanatçısı olan bir kişilikten söz ediyoruz.
Resimleri, karikatüristliğinden gelen bir mizah yumağı. Yazısız, düşündürücü, sonra da tebessüm ettirici. Dijital tekniği hayli kullanmış. Tuval üzeri yağlıboya, akrilik, karışık teknik, suluboya, kağıt üzeri çalışma olarak adlandırdığı resimler, dijital çizimler, ilüstrasyonlar, kuru boya resimler…
Kompozisyonlar mükemmel. Sıcak, sarıcı… Ne güzel oldu da bu sergiyi kaçırmadım dedirtecek bir ruh halini yaşadım. Zeka, sanat, ustalık, felsefe, muziplik hepsi bir arada; öyle bir kişilik.
Sergiye giderken bir kara kedi önüme düşüp bana yol gösterdikten sonra koşarak karanlığa karışıp gitti. Anımsayacağım.
MONAD BALKAN
27 Ocak 2018
Not: Sergi 10 Şubat'a kadar açık...