İsmet Birsel Resim Sergisi
Medya Sanat Galerisi, 5 Nisan-1 Mayıs 2019
(Üsküp Caddesi (Çevre Sok.) No:35 Zemin kat, Çankaya Ankara)
Budin ve Macaristan
Her şey o zaman başladı; Budapeşte 1997. Macaristan’a atamam yapılmıştı. Bir süre yaşayacağım bu yere sadece bedenim değil bedenime hapsolmuş dünyam da benimle birlikte göç ediyordu. İnsan mekan değiştirmekle kendinden uzaklaşmıyor; bu kurtulası bir dünya olsa dahi. Diyar diyar gezen gezginleri böyle kona göçeye iten neden bu mu acaba?
İşte dünyamla birlikte uçağa bindik ve vardık Budin kal’asının yüreğine.
Bavuluma ressam İsmet Birsel’in tablolarının görsellerini içeren bir tanıtıcı kitapçık da koymuştum. Evet ressam İsmet Birsel ve T.C Budapeşte Büyükelçisi İsmet Birsel.
Birbirinin dilinden anlayan ve birbirini kollayan, gözeten ve Gül Baba'nın İsparta gülleri kokan şehrinde fırça sallayan ve ülkesini temsil eden iki sanatçı. Gül Baba aslen İspartalıymış.
Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Budin tepelerine gelmiş ve kırmızı güllerini bahçesine özenle dikerek bu güzel havaliye yeni güzellilkler katmış bir Bektaşi babası. Türbesine giden yolun adı ‘Mescit sokak’. Macarların da pek sevdiği bu bilge kişiliğin adına Macar besteci Jeno Huszka, 1905 yılında Gül Baba adıyla bir saat otuz beş dakika süren bir operet bestelemiş. Ayrıca Gül Baba'nın ölümüyle ilgili bir de tablo yapılmış. Bu tabloyu buraya alıyorum.
İşte 1997 yılındaydı yanılmıyorsam; merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Macaristan’a resmi bir ziyareti sırasında Gül Baba’nın mezarının türbe olarak açılışı da yapıldı. Tabii davetlisi olduğu Macar Cumhurbaşkanıyla (Arpad Göncz) da görüşmeler yapıldı; ben de birkaç defa bu görüşmelere katılmıştım. Macar Başkan, Demirel’e, bir ara, okul çocuklarına muhakkak okutturulan bir yardımcı kitaptan sitayişle bahsetti. Bu kitap bir roman. Ve ben oralara gider gitmez bu romanı ingilizcesinden okumuştum; ‘Egri Csillagok’ (The Stars of Eger) . Göncs, hayli yaşlı ve geçkin bir Başkandı o sıralar. Küçükken okul sıralarında okuduğu romandaki ayrıntıların doğal olarak aklında kalması beklenemezdi. Roman (yazarı: Geza Gardonyi) Kanuni’nin kırk bin kişilik ordusuna karşı iki bin Macar’ın Eger kalesini korumalarını ve kuşatmayı kaldırtmayı başardıklarını anlatıyor. Daha sonraki yıllarda Eger bir kez daha kuşatılmış ve alınmıştı.
Romanda Türkler hakkında roman kahramanlarınca sarf edilen pek ağır bulduğum sözler de vardı yer yer. Heyette romanı taze taze okumuş sanırım tek kişi olarak böyle bir ironıyi ses çıkarmadan yaşadım. Macaristan deyince anlatmadan geçemedim.
Keşke bizde de örneğin Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’ romanı yardımcı kitap olarak okullarda okutulsa. Japonlar okul çocuklarını Hiroşima’ya götürüp atom bombasının yol açtığı felaketin izlerini gösteriyorlar ve ‘çalışın, bilinçlenin; bir daha böyle bir şey başımıza gelmesin’ diyorlarmış ve bize de çocuklarımızı Çanakkale’ye götürüp zaferimizi ne fedakarlıklarla kazandığımızı yerinde anlatmamızı öneriyorlarmış.
İSMET BİRSEL
İsmet ağabeyimle aramızda aynı sanat dalıyla uğraşan iki insanın arasında kurulan doğal bir köprü üzerinden çok samimi ve sıcak bir dostluk kuruldu. Gerçek bir ağabey gibi bana kol kanat gerdiğini minnetle anıyorum. Toprağı bol olsun.
MONŞERİSTAN
Monşeristan diye küçümsenmeye özendirilen Dış İşleri Bakanlığının bir özeliği vardır. O da sanata ve kültüre değer verilmesi ve çalışanlarında dil ve mesleki bilgilerine ilaveten olmazsa olmaz olan kültür ve sanat donanımlarına dikkat edilmesidir. Örneğin Bakanlığa giriş sınavlarını yazılı olarak başaranlar sözlüye alındıklarında karşılaştıkları soruların arasında mutlaka ve mutlaka genel kültür ve sanat üzerine sorular vardır. Bu başka resmi kurum ve bakanlıklarımızda pek rastlanmayan bir haslettir. Takdir ederim. Bu bakımdan bu kurumdan özellikle resimle uğraşan kıymetler de çıkmaktadır. Evet tıbbıye ve askeriye kurumlarında da çokça sanat adamları çıkar ama bunların meslekte yükselmelerinde sanatsal yönleri ölçüt olarak bildiğim kadarıyla pek kaale alınmaz. Dış İşlerinde ise tersi. Örneğin bir başkonsolos vaktiyle bana yakıla yıkıla bazı diplomat ressamların projeksiyon yoluyla sahtekarca resim yapmalarına karşın sanatçı olarak prim yaptıklarını, kendilerinin ise bu durumda mağduriyete uğradıklarını anlatmıştı. Teselli etmiştim.
Yıllar yıllar öncesine, 1970’lere gittiğimde aklımda kalanlar arasında bir anı da şöyle; giriş sınavı yazılılarında başarı sağlayıp da mülakata giren bir arkadaşımıza hangi bestecileri sevdiği sorulduğunda arkadaş ‘Jimmy Hendrix’ yanıtını verince mülakatta başarısız kalışını şimdi tebessümle anımsıyorum.
Her kurumun bir çalışma usul, tarz ve birikim donanımları ve hatta şablonları vardır. Memurlarda bunlara uymaları aranır. Hendrix’ler falan sivri insanlardır. O arkadaşımız pekala Bach’ları, Mozart’ları vs biliyordu ama doğru olmaya karar vermişti; ancak yerleşik ve yazılı olmayan kurallar sivriliğe cevaz vermiyordu. Çünkü bu tiplerin şablona uyum gösteremeyeceği ve eski köye yeni adetler getirmeye kalkacaklarından çekinilir her yerde her zaman.
İşte böyle; güzel güzel yolunda ve şablonunda gider gibi gözüken düzenlerin kendi içerisinde barındırdığını bilmediği aykırılıklar vardır. Bu aykırılıklar örneğin Hendrix gibilerini alakası olmayan ortamlarda dile getirenlerin şahsında ortaya çıkıverir. Bakarsın düzen bozulmuş ya da bozulmak üzeredir; göklerden inen bir karar vardır!...
Bu karar evrende kaos noktasıdır. Kaos tüm mutlak gibi gözüken düzenlere bir gece ansızın müdahale ediverir.
‘Böyle gelmiş, böyle gitmez’.
Sanatta da sivri olmayan ve göklerden gelen kararı temsil etmeyenlerin pek şansı yoktur. Onlar uslu uslu güzel ve hoş resimlerini yaparlar, romanlarını, şiirlerini yazarlar ve sislerin içerisinde kaybolup giderler. Yaşasın kaos!
YİNE İSMET BİRSEL
Birsel, mesleğinde kaosçu değildi; parlak mesleki diplomatik kariyeri vardı. Ama bunun yanı sıra, ortamı içerisinde bulunduğu Monşeristan sosyal yaşantısını resimleriyle adeta ti’ye alan muzip ve sempatik fakat ayni zamanda çok sevecen bir yapısı vardı. Çok başarılı betimlemelerinin hayranıyım.
Yağlı boya tabloları diplomatik yaşantının bir parçası olan kokteyl ve yemeklerde birbirini süzen, kasılan ama kasıldığını bilmeyen, hayli bilgiç, hayli espri kumkuması kadın erkek vs tipleri tipliyor. Resimlerindeki kahramanlarının duruş ve mimiklerinden ne dediklerini, içlerinden neler geçirdiklerini Birsel o kendine özgü üslubuyla sözsüz yazısız hepimize anlatıyor. Diplomat olmasaydı çok başarılı bir karikatürist olacağından kuşkum yok.
Dışişlerinde protokol düzeni ve protokolün hiyerarşik yapısının büyük önemi belki de onların monşer görülmesine katkı sağlamakta; Birsel tablolarında tanıdık simalara da yer veriyor, protokolde konulduğu yeri beğenmeyenlerin serzenişleriyle de karşılaşabiliyordu.
Böylesine bir ‘observer’ (gözlemci) olan kişi acaba içindeki kaosu bilerek veya bilmeyerek başarıyla mesleği icabı maskeliyor muydu? Ben şahsen onu böyle tahayyül etmeyi seviyorum. Onda sevdiğim şeylerin başında da sanırım bu vardı. İçimizdeki ortak şeytan!!!...
AYŞE BİRSEL
İsmet Birsel’den söz ederken eşi sevgili Ayşe Birsel’i anmamak ihanet olur. Onları birbirine çok bağlı, çok iyi anlaşan doğal ve bir o kadar da zarif çift olarak ailecek bildik, sevdik.
Ayşe Birsel eşinin mesleki yaşamını ve resim tutkusunu hararetle hep destekledi. Zarif, görgülü, kültürlü bir sefire hanım olarak kalplere girdi.
İsmet ağabeyi maalesef geçtiğimiz 2017 yılında kaybettik; Ayşe hanım eşinin ismini ve eserlerini unutturmamak için yüksek bir kadirşinaslık örneği olarak Ankara Medya Sanat Galerisi' nde tablolarından bir kısmını sergiledi.
Sergi, o çok geride kalan yaşamımdaki ortamlarda bir kere daha kah gülerek kah özleyerek tablolar arasındaki gezintimi süsledi. Sanki yanımda İsmet Birsel’le oralarda gezinirken gizlice ve muzipçe dedikodu yaptık. Öyle hissettim.
Ayşe Birsel’in zarif duruşunu yakaladığım bir fotoğrafını burada yayınlıyorum.
BUDİN’E VEDA
İsmet Birsel’in görev süresi bitti; kesin dönüş yaptı. Buda tepelerindeki bir parkta bulunan Atatürk büstü önünde katılımcılarla birlikte yaptığımız ilk 10 Kasım anışımız gözlerimin önüne geldi.
Büyükelçilik binasının yakınlarında bulunan son Budin Valisi Arnavut Abdurrahman Abdi Paşa' nın mezar taşına Macarların yazdığı ‘kahraman düşmandı rahat uyusun’ ibaresi; Macarların Türklere isyanı sonucunda Paşanın ofisine giriliyor. Paşa teslim olmak bir yana kılıcını çekip tek başına hepsiyle dövüşe girişiyor. Yaşı yetmiş o zaman. Ve tabii şehit ediliyor. Yıl 1686. Macarlar Abdurrahman Abdi Paşanın bu hareketi karşısında duygulanıyor ve büyük saygı duyuyorlar.
Ve Budin tepesi eteklerindeki Türk süvarilerinin mezarları…
Gül Baba türbesinin bir dahaki restorasyonunu da bir sonraki Büyükelçi Ender Arat’la eda ettik. Türbenin yakınlarda bir restorasyon daha geçirdiğini duydum. Ve sonunda Büyükelçilik Budin’den Peşte’ye, mavi Tuna’yı aşarak öteki yakaya taşındı.
Gül Babamızı, mezarlarımızı, Atatürk’ümüzü, Abdi paşamızı, Sefaret binamızı geride bırakarak Budin’e biz de veda ettik.
Ve sonra ver elini Türkiye.
Monad Balkan
15 Nisan 2019, Ankara