ISD-ART GALLERY
Ayşın Öztürk İşeri, Bodrum Yalıkavak Marina’da, öteden beri takdir ve hayranlığımızı üzerinden kaldıramadığımız bir etkinlik âbidesi halinde yüreklerimizi ısıtıp duruyor.
İstanbul’da bir atölyesi var; orada on yıl gibi bir zamandan beri heykel üzerine kurslar veriyor, çok değerli öğrenciler yetiştiriyor. Bunların eserleri gerek İstanbul’da gerek Bodrum’da sergileniyor. Büyük ilgi topluyorlar.
Sanırım ilk bu yaz sezonunda heykelin yanı sıra resim sergilerine de yer vermeye başladı İşeri.
Ayşin hanım soyadı gibi tam bir ‘iş eri’. Sanata ve halka sanat yoluyla hizmet vermeyi sevgiyle yumaklamış; sıcak iklimde sıcak sunuşlar yapmaya devam ediyor. Hemen oracıktaki mavi deniz de her şeyi gözlüyor ve kâh dalgalarıyla kâh rüzgarlarıyla heyecan gösteriyor.
Galerinin şimdiki sergisinde Can Özsobay’ın tablolarını ve bir önceki serginin devamı niteliğinde heykeltraş Nilay Özenbay’ın yapıtlarını görüyoruz. Bir önceki sergiyi ‘kayıtlı düşler’ adı altında Özenbay heykelleriyle, Zafer Karakuş da tablolarıyla süslemişti.
MUTLU AŞK ŞARKILARI
Gelelim 11 ağustos gecesine…
Bu bir düş gecesi.
Bahçeye iskemleler dizilmiş. Ortada bir piyano; şu haliyle tahtadan, beyaz tuşlardan meydana gelmiş alelade bir eşyadan başka bir şey değil; ona dokunacak sihirli parmaklar sayesinde can bulacak; bizden biri olarak aramıza karışacak. Birlikte raks edeceğiz.
Bekliyoruz, daha bahçeye girerken ikram edilen şaraplı kadehler elimizde heyecanlıyız.
İşte tüm zerafet ve inceliğini ortamın bir parçası haline getirerek piyanonun başına geçen Anjelika Akbar’ı ta baştan ‘bis’ lercesine alkışlıyoruz.
Akbar, Kazakistan doğumlu; iki buçuk yaşında keşfedilmiş, ‘hârika çocuk’ olarak nitelendirilmiş ve o doğrultuda en önemli ve prestjili kurumlarda eğitim görmüş. Piyanist, besteci, yazar (’içimdeki Türkiyem’ adlı kitabı var)… Her şey… Piyano çalarken güzel sesiyle şarkılar da söylüyor. Bir odaya sığmayacak kadar ödül sahibi. Dünyaca tanınan bir kişilik. 1993 yılında vatandaşımız olmuş. Bir özelliği de Vivaldi’nin ‘dört mevsimi’ni piyanoya solo olarak uyarlamış olması. Ayrıca Bach’ın eserlerinin de doğu enstrümanlarıyla çalınarak iki ayrı küre halklarının kültürlerini birbirlerine yakınlaştırmak amacıyla ‘Bach a l’Orientale’ adlı bir albüm yapmış, yayınlamış.
Şelaleye varmadan önce ırmağın berrak ve yavaş akması gibi salınım ve zarafet dolu döngüsü halinde sahneye doğal bir akışla çıkan bu muhteşem hatunun ardından tenor Hakan Aysev beyaz ceketiyle sahnede birliği ikiledi.. Tenor dediğin iri olur, cüsseli olur. Aysev bu özellikle de tenorluk makamına hakkını veriyor. Ancak cismani cüssesinden biraz ödün vermek üzere mide küçültme operasyonu geçirmiş; gözümüzde değil ama görünürde küçülmüş. Küçülerek büyüyor.
İkili konser çok kaliteli, kalitesi yanında esprili ve de çok neşeli geçti.
Pavorotti
Aysev, vaktiyle ülkemizden kovulan Pavorotti’nin talebeliğini yapmış. Pavorotti’nin ilk plağı eline geçtiğinde plağa sarılarak uyumuş. Bayram geceleri çocukların yeni pabuçlarına sarılıp uyumaları gibi. Aşk bu işte. Sanat aşkı.
Pavorotti’nin kovuluşluna dair çeşitli spekülasyonlar var. Bir tanesi, sahnedeki beceriksizliği; mesela ellerini nereye koyacağını bilememesi; sesinin kötü bulunuşu… Operanın üç temsilinde bulunabilmiş sonra geri gönderilmiş. Ancak bir diğer iddia ise, Pavorotti’nin 6 eylül 2007 yılında ölümünden sonra kurumun o zamanki yöneticisi Cüneyt Gökçer’in yaptığı açıklama: Son yani üçüncü temsilindeki performansı çok beğenilmiş, seyrine gelen zamanın Devlet Başkanı Cemal Gürsel de ziyadesiyle beğenmiş ve yanına çağırtarak takdirlerini belirtmek istemiş; ancak Pavorotti, ‘ben sanatçıyım, o ise bir diktatör, ben onun ayağına değil o benim ayağıma gelsin’ mealinde konuşmuş. Merak edenler için:
https://www.haberler.com/pavarotti-nin-turkiye-den-kovuldugu-o-an-9899069-haberi/
‘MUTLU AŞK ŞARKILARI’
Bu başlık etkinliğin de başlığı. Anjelika ve Aysev hayli güçlük çekmişler mutlu aşk şarkıları derlemek için. Çünkü aşk şarkıları genelde hüzünlü. Sonunda çalışmışlar, araştırmışlar bir seçki hazırlamışlar.
İşte bir parça ‘o sole mio’ (İtalyanca; ‘benim güneşim’); bu doğrudan Atatürk’e bir gönderme olarak seçilmiş. Atatürk, GÜNEŞİMİZ. Mutlu aşk.
Aysev kadehleri çınlatan bir sese sahip. Elimdeki kadehi çılgına döndürdü. Anjelika ise âdeta transa geçerek çalıyor. Gözlerini de kapatıyor zaman zaman. ‘Chopin’in hayatı’ filmi vardı; küçükken seyretmiştim; gözlerini körebe gibi bağlıyorlar, o ise coşmuş çalıyor, çalıyor.
Atatürk aşkı ve de ‘tanrı aşkı’. Evet o da Yunus Emre’den bir parça. Aysev, aramızdaki olası deist ve ateisterden bir şekilde özür dilerek ‘tanrı aşkı’ndan bahsetti. İlk kez rastladığım çok uygar bir davranıştı. ‘Bana seni gerek seni…’ Büyüleniyor insan. Yıldızların altındayız; biraz ilerideki denizin kendine özgü namelerinin müzikle bir caz ‘ jam session’daki gibi kendiliğinden senkronize olması. Ortamları ortam yapan topluca hemahenk olmaktır. Orada artık sen ben yok; tek ve biriz.Yunus da bunu istemiyor muydu?
Tanrı aşkı aslında hakikat aşkıdır. 'Bir ben vardır bende benden içeri’ demekle Yunus, içimizdeki esas beni, özü, o şekilsiz, cisimsiz bizi kukla gibi yöneten o gizli varlığa varmamızı kastetmektedir. Burada teizm, deizm ve ateizm birleşmektedir.
‘Jam session’ dedim de aklıma Akbar- Aysev ikilisinin icra ettikleri ünlü Çanakkale türküsü geldi. Şöyle; ikilinin bir konserlerinde daha önce birlikte çalışmadıkları Çanakkale türküsü israrla istenmiş. Hadi bakalım n’olacak şimdi?
Sanatçılarımız önce bir an şöyle bir bakışmışlar; ve muhteşem bir anlaşma doğmuş aralarında kendiliğinden. Ayni usta cazcıların ‘jam session’ları gibi. Muhteşem diyorum çünkü parçayı o gün çaldıklarının aynısı olarak kulaklarımızın pasına sundular. Evet, muhteşem bulduk.
Tango deyince tabii Arjantin Tangosu. Alman tangosu, Japon tangosu, İnigliz tangosu… olmaz. Ama biz Türkler ‘Türk tangosu ‘ icad etmişiz. Sanırım dünyada bu bir tektir. Söz yazarları ve bestecilerimiz ünlü tangolar bestelediler vaktiyle. Bunlardan en meşhuru tabii ‘papatya gibisin, beyaz ve ince.. Düğünlerde açılış ‘la cumparsita’ olmakla beraber sonrasında Papatya mutlaka çalınır ve tango raksı icra edilirdi. Gecemizin de mutlu aşk şarkısı oldu Papatya.
Bu arada aşk türkülerinin büyük üstadı Neşet Ertaş’dan da bir parça. Ertaş; ‘abdallık kültürünün’ son temsilcisi, halk ozanı; UNESCO sözleşmesi kapsamında ‘yaşayan insan hazinesi’ ilan edilen sanatçı.
Ve geliyoruz ‘felicita’ya (İtalyanca; mutluluk). Al Bano’nun unutulmaz parçası.
FELİCİTA VE KABAK YEMEĞİ
Hakan Aysev, Anjelika’dan acele bu parçayı hazırlamasını istemiş. O sırada da Anjelika’nın işleri başından aşkın. Bir taraftan mesela yemek pişiriyor ama Aysev’in eline tutuşturmuş olduğu şarkının sözleri ve ezgisi olan kağıt parçası da önünde. O sırada yaptığı yemeği de söyledi bize. Çok şekerdi samimiyetiyle. Annesinden öğrendiği özel bir kabak çeşidinden yapılan yemek. Çok basit bir yemek aslında; iki satır arasında tarifini de verdi. Basit olduğu nispette çok da lezzetliymiş. Tarifi aklımızda; bir gün bizim evde de yapılır umarım.
Tabii o kağıt artık buruş buruş olmuş; bize de gösterdi. Romina Power- Al Bano iklisinin 1982 yılında San Remo Müzik Festivalinde meşhur ettikleri parça, ‘Felicita’. Şarkı, Akbar-Aysev ikilisinin ağzına da pek yakıştı. Hele Aysev’in tenor göğsünden fırlayıp arşa yükselerek çıkan gök gürültüsünü andıran sesi Al Bano’yu geride bıraktı diyebilirim.
Tabii bir de aşk şarkıları dediğinde ilk akla gelenlerin başında Özdemir Erdoğan var. Onun ‘pervane’si. Bu parçaya çok kişi hep bir ağızdan katıldı. Şölen.
GRANDE FINALE
Sıra geldi ‘grande finale’ ye (büyük final) . Öyle bir final ki kimse yerinde duramadı. Bir köşe bulabilip dans edenler oldu. Biz yerimizden çıkıp bir köşe bulana kadar parçanın sonuna gelinmişti maalesef; herkesler gibi yerimizde sallandık durduk. O da iyi.
Evet öyle bir ‘grande finale’ ki bu yaz sezonu Bodrum gecelerinin de finali oldu. Darısı gelecek yaza.
Monad Balkan
20 Ağustos 2019, Bodrum Yalıkavak
NOT: Bu yazıya birkaç gün önce başladım. Keyifle yazdım. Ancak 19 ağustos günü sevgili dostumuz besteci Pınar Köksal’ımızın Ankara’da vefat ettiği haberiyle derinden sarsıldım. Pırıl pırıl, son derece aktif, hep geleceğe yönelik planları olan; zaman zaman telefonla da olsa uzun uzun dertleştiğimiz, fikir alış verişi ettiğimiz, hep yanımızda hissettiğimiz bir gerçek dostu bir anlamda pek talihsiz bir şekilde kaybetmenin derin acısını yaşadım. Dolayısıyla başladığım keyifli yazının bütünlüğünü bozmamak için içim acıyla dolu olarak çok zor da olsa aynı havada yazmaya devama çalıştım.
Köksal’ın bestelerini Hakan Aysev seslendirirdi. KEV (Köksal Eğitim Vakfı) olarak burslu öğrenciler yararına Pet Holding binasında nice resim sergileri, sanat etkinlikleri düzenledi. Ruhu şad olsun.