Siyah Beyaz Sanat Galerisinde İtalyan Daniele Sigalot’un bir enstalasyon (yerleştirme) sergisine tanık olduk. Galeri, ilginç sergilere evsahipliği yapmaya devam ediyor.
Daniele Sigalot, sergisinin adını ‘yepyeni bir tekrar’ adını vermiş. Sergiyi gezerken bu ‘tekrar’ın ne olduğunu yavaş yavaş anlıyoruz. Kullandığı malzeme ile yarattığı objeler aynen kendi kendilerini tekrar ederek bir kompozisyon oluşturuyor. Örneğin aluminyumdan yaptığı kağıt algısı yaratan uçaklar. Bu uçaklar da bir nevi Sigalot’nun imzası gibi görülüyormuş artık. Ve bu uçaklar ona ‘leyleği havada gördürmüş’. Hemen hemen tüm küremizi uça uça dolaşmış.
1978 doğumlu Sanatçı Roma’da doğmuş. Yani bir gerçek ‘romano’. Tuttuğu futol takımı da, sormadım ama, mutlaka Roma’dır. Aslında Roma’nın dahil olduğu bölgeye Lazio denir. Dolayısıyla Lazio’nın da bir futbol takımı vardır. Lakin bu iki kulüp kardeş olacaklarına birbirleini adeta ortadan aldırmaya yönelik hareket eden iki azılı ebedi ve ezeli düşman gibidirler.
Sigalot halen Berlin’de oturmakta. Oturduğu yere de ‘la pizzeria’ adını vermekte. Yani, ‘pizzacı dükkanı’. Bunu bana asistanı söyledi sohbetimizde. Asistanı, o da italyan, ama nereli olduğunu sormaya fırsatım olmadı; aksanı Roma aksanıydı. Pizzacı dükkanı demekle sanırım Sanatçı ironik bir dalga geçme ve de eserlerini pişirip kotardığı bir mutfağı kastediyor. Mutfak deyince tabii bir italyanın aklına pizza geliyor. Bizim ise kebap.
İtalyanca konuştuk. Almanca da pek bilmiyorlar. İngilizceleri var. Ama İtalyanlar yabancı dil konuşmayı pek sevmezler; ‘fatigoso’ bulurlar. Yani ‘yorucu’. Bir de konuşmayı fazlasıyla severler. Roma’da görevdeyken sormuştum bir italyana, ‘niçin konuşmayı bu kadar çok seviyorsunuz?’ diye. ‘Lisanımız o kadar güzel, müzikal ve melodik ki, konuştukça aldığımız tad ve lezzet arttıkça artıyor. Bir türlü doyamıyoruz.’
Gerçekten başımdan geçen ilginç bir olaya kısaca temas edeyim. Bir fuar için Türk heyet başkanı olarak Leipzig fuarına katılmıştım. Doğu ve Batı Almanya o zamanlar iki ayrı devletti. Ve Doğu sıkı bir rejim altındaydı. Seksenli yılların ortalarıydı. Türkiye’ye dönüşte eski tayin yerim Roma’ da üç dört gün kalmak üzere bir ‘stop over’, soluklanmak yaptım. Uçaktan inip de taksiye falan bindikten kısa bir süre sonra ağzımda sanki esanslı gibi bir şey yemişim ya da içmişim gibi bir tad, bir koku , bir tarifsiz lezzet… Bu çok hoşuma giden ama bir o kadar da tuhafıma giden bu his birkaç gün sürdü. Ama meraktan çatlayacağım. Nedir bu, nereden çıktı? Uçakta yediğim hep bildik şeylerdi. Derken eski arkadaşlarla buluşup bir ‘pizzeria’da nefis italyan şarapları eşliğinde sohbet ederken birden ne olduysa zihnimde şimşek çaktı.’Yav ben onbeş gün kadar kaldığım Almanya’da, sert insanların arasında, ‘hart hurt zart…’ antitadında almanca konuşup durduktan sonra aniden italyancaya geçişimden dolayı bu ağzımdaki nefis esans havası oluşmuştu! . Bu erişilmez hakikate varır varmaz bu eşsiz tad ve lezzet anında kayboldu gitti. Kadehime göçtü ve orada bir süre bana eşlik etti. İşte italyanların çok konuşmasına şaşmamalı. Varsın olsun; konuşsunlar. Aryalarıyla, napolitenleriyle…
Bir taraftan Galeride dağıtılan dört sayfalık türkçe ve ingilizce broşürde yer alan Melis Golar’ın sanatçıyla yaptığı röportajı da okuyorum. Oradan da yer yer esinler alıyorum.
Sigalot’nun tekrarlarıyla bazı eserleri fraktal havalı şekillere bürünüyor. Bu, belki de ister istemez kendiliğinden oluyor. Ayni objelerin tekrar tekrarı fraktallere dönüşebilir. Fraktaller kendileri zaten başlı başına bir kompozisyon oluştururlar. Birbirine benzeyen objeler bir süre sonra hipnoz gibi bir etkiyle insanı meditasyona sokabiliyor. Tabii kalabalık açılış kokteyli sırasında bu biraz zor.
Sigalot’nun asistanı malzeme bilgisine sahip. Aluminyumdan tutun da paslanmaz çelik, altın paslanmaz çelik… Bütün bu malzemelerden meydana getirilen eserlerde harcı var, payı var.
Sanatçı, sergide üçkısacık mektubuna da yer veriyor; sanat, kader ve gelecek üzerine. Sanatı pek önemsemiyor. Ayni fikirdeyim. Sanat olarak bildiğimiz şey giderek önemini yitiriyor ve kayboluyor. Mesela artık kaç kişi şiir, roman okuyor; klasik müzik de devrini tamamladı. Bunda en büyük suç Mozart, Beethoven gibi ilahi bir yetenek sahibi olanlar. Ortaya çıkardıkları eserler ‘absolut’. Evrene baş kaldıran; ya da evrenin kazaen alemimize düşürdüğü kişiler, eserler. Çünkü bunlar mükemmeldiler.
Müzikte caz tek umudum. Çünkü doğaçlama sanatı olduğu için ucu açık . Vokalistler arasında geçenlerde öte âlemlere uğurladığımız bariton Dmitri Hovorostovsky gibi ilahi yetenekler var. Bunların haricinde her şey fasa fiso gibi. Resimde keza.. İnsanüstü bazıları dışında… Sadece hoşlandığımız, gözümüze kulağımıza hoş gelen eserler; işte o kadarcık.
Contemporary Art denilen akım da bir çıkış yolu olarak başvurulan bir şey gibi geliyor bana. Onun da ucu açık ama gördüğüm kadarıyla zorlama var, kopyalama ,etkilenme var, taklit var, egolar fırlayıp arşı alaya yükselmiş, zırvalama çok. Bakalım hayırlısı, nereye varacağız? Herkes bir kendi üslubunu yaratma çabasında. Oysa üslup kendiliğinden oluşursa hakiki olur. Doyurur. Sürekli çalışma ve üretmeyle ister istemez üslup kendi kendisini yaratır. O da bir canlı. Doğacak, büyüyecek, gelişecek… Hazır üsluplar yok; varsa da yapay. Yani bir hiç.
Sanatçı, kaosun dünyayı yönettiğini söylüyor. Doğru. Kaos hareket demek. Kaos olmazsa hareket olmaz, evren ‘stop’ olur. Herşey kaynaşıp duracak. Evren kendi varoluşunu böyle koruyor. Kaosla. Evren de canlı bir varlık. O da kendisini koruyacak tabii. Absolut yok. O nedenle kesin bir hakikat de yok. Anlamlı olan şey hakikatın olmadığını bile bile hakikatın peşinde durmadan yorulmadan koşmak.
Evren durgunluğa izin vermiyor. ‘Tamam ben oldum; tamam bu eser işte ancak böyle olur; ben şuyum buyum…’ dendiği anda evren feci bir şekilde müdahale ediyor.; ‘göklerden gelen bir karar vardır!’… Kibre o nedenle yer yok evrende.İşini iyi yap; ancak bu sondur, tamamdır, ben şuyum’ deme. Evreni durdurmaya kalkma. Yapaylığa geçiş yok.
Sigalot’nun sergideki başeseri altın kapmalı paslanmaz çelikle yaptığı kırık aynaları puzzle gibi birleştirerek oluşturduğu otoportresi. Eserin önünde durup baktığınızda hem Sanatçıyı hem de kendinizi görüyorsunuz. ’Bir’ oluyorsunuz.
İşte bir serginin bende uyandırdığı düşünceler, izlenimler…
MONAD BALKAN
GALERİ SİYAH BEYAZ
DANIELE SIGALOT / ‘yepyeni bi tekrar’
01.12.2017 – 01.01.2018