(Dibeklihan Sergileri 9-22 eylül 2017)
Mustafa Pilevneli’yi anlatmayayım; zaten sanatseverler biliyor, tanıyor. Dibeklihan’da seramik sanatçıları oğlu Yavuz ve gelini Pemra Pilevneli; ayrıca Ayça Ersoy, Elif İnanç (resim) ve Ayşe Anıl (exlibris) ile sergilendiler.
Lüsid rüyalar diye bir tanım vardır psikolojide. Rüyanızı görürken rüya gördüğünüzü bilir ve hatta rüyanızı yönlendirebilirsiniz de. Bu rüyalarda gördüğünüz, yaşadığınız her şey hakiki hayatınızdakilerden daha hakikidir. Yani resim sanatındaki hiperrealist ekole tam uyan bir terim; hakikisinden daha hakiki. Bu rüyalar sırasında mesela kafanıza düşen bir şey hakiki hayatta düşenden çok daha fazla ağrı veriyor. Keza hüzünler, sevinçler de öyle. Bazı insanlar yapabiliyor bu tip rüyaları görmeyi.
Dedik ya, rüya sırasında rüyayı yönlendirebilirsiniz diye. Acaba diyorum Pilevneli resimleri önce lüsid rüyalar görerek rüyalarında mı yaratıp sonra tuvaline kopye ediyor? Yani kopye ressamı!
Çünkü bu renkten daha renkli resimleri yapmayı an itibariyle ancak böyle değerlendirebiliyorum.
Bu sayfaya sanatçının İstanbul ve Bodrum resimleri ile bir ağacını alıyorum.
Mutad olduğu üzere Dibeklihan'da beş sergi birden açılır; öyle de oldu. Hepsine burada uzun uzun yer veremiyorum. Ancak Hamdi Topçuoğlu’nun şiirleri eşliğinde sunulan Ayşe Anıl’ın sergisine değineceğim. Çünkü dünyada nadir görülen uğraşlardan biri üzerinde yoğunlaşmış: Exlibris.
Exlibris beşyüz sene kadar evvel icad edilmiş; bir zorunluluk sonucu tabii; her icad gibi.
Bir kitabınız var ve o kitabın size ait olduğunun bilinmesini istiyorsunuz; ne olur ne olmaz, çalınır malınır. Ve fakat en önemlisi de ve maalesef sık rastlananı ödünç alınan kitapların iade zahmetine bilerek veya bilmeyerek girilmemesi. Tabii beş yüz sene öncesinde kitaplar daha da kıymetli, el yazması var, kısıtlı baskı adedi olanlar var vs. Bir de mesela ben de görmüşümdür, kütüphanesini borç aldığı kitaplardan kuranlar vardı, var ve var olacaklar. Kendi bir kitabımla bile rastlaşıp selamlaşmışlığım vardır bazı şahıs kütüphanelerinde. Oraya ne zaman nasıl gitmiş, meçhul…
İşte tüm bunların önüne geçmek ve çaldığı yahut iade etmediği veya iadede geç kaldığı için geri dönmeyen kitapları bulunduranları utandırmak veya geri dönmelerini sağlamak için kitabın kapak sayfasının arkasına kime ait olduğunu belirten bir etiket yapıştırılıyor. Bu etikette ufak bir gravür çalışması resim yer alıyor genellikle. Ve kime ait olduğu yani isim yazılı oluyor. Ve bu exlibris olayı ayrı bir sanat haline geliyor. Etikette kitabın sahibinin kendine özgü olarak hissettiği semboller de yer alabiliyor. Exlibiris, sonuçta kitabın tapusu oluyor.
İşte Ayşe Anıl bu exlibrislerin peşine düşmüş. Ne kadar enteresan değil mi? Müthiş bir koleksiyoncu ve sanatçı ayni zamanda.
Buraya ünlü Rockefeller’in bir exlibrisini alıyorum. Yav adam ne pinti, o kadar parası var utanmadan sıkılmadan bir kitabın peşine düşüyor… Değil. Kitabın manevi tarafı da var. O kitabı okumuşsunuz, üzerinde düşünmüşsünüz, ‘bir kitap okudum hayatım değişti’ bile belki demişsiniz; o kitapla özdeşleşmişsiniz. Onu elden çıkarmak kendinizi elden çıkarmak gibi bir şey.
Üçbinaltıyüz yılda bir periyodik olarak dünyamızın yakınına gelen Nibiru gezegeni (planet x) sistemimize germiş bile, deniyor. Ve Rockfeller’in de şimdiden o planete hicret ettiği söyleniyor. Bilmem ne kadar doğru Meraklılar bilir, Nibirulular (Sümerliler bunlara ANUNNAKİLER diyor) dünyaya inip insan denen robotu icad etmişler. Kendilerine kulluk etsinler, hizmet etsinler diye. Ve insan kızlarını beğenip onlarla evlenmiş ve çoluk çocuk sahibi olmuşlar. Nuh da bunlardan biri.
Nuh tufanı Nibiru dünyaya yaklaştığı zaman olmuş. Şimdi de sistemimize girdiği söylentilerine dayanak olarak da dünyamızdaki iklim değişiklikleri, seller, hortumlar, depremler, kasırgalar vs de gösteriliyor.
Çok çok eski çağlarda, hatta insan öncesi devirlerde sistemimize girip dünyaya Anunnakilerini bırakan Nibiru sistemimizi terk ederek elips yörüngesine devam etmiş; üçbinaltıyüz yıl sonra tekrar sistemimize girince Anunnakiler ufolarına binerek esas vatanları olan planetlerine ulaşıp çekip gitmişler. İnsancıklarına da ‘Bir daha geleceğiz’ demeyi unutmamışlar. Beklenen Mesih hikayesi buradan mı çıkıyor dersiniz?
Anladığım kadarıyla dünyaca meşhur ve kudretli Rockefeller, Rotschild gibi aileler için Anunnakilerin soyundan geldikleri yakıştırması yapılır. Komplo teoriler mi? .
Sümer tabletlerini okuyan Zakaria Sitchin’in anlattığı hikâyeler sanki tüm mitolojilerin, Grek, Roma, Aztek, Maya, Hint, Mısır ve dinlerde anlatılanlar da dahil Sümer tabletlerindeki öykülere çok benziyor. Gılgamış Destanı kezâ.
Zaten ünlü saygıdeğer Sümeroloğumuz Muazzez İlmiye Çığ da ‘tarih Sümerle başlar’ demiyor mu? Rahmetli Atatürk de Sümerlerle yakından ilgilenmiş ve Güneş Dil Teorisiyle Sümerlerin Türk olabileceğine de işaret etmişti. Sümerologlar Sümercede Türkçe kelimeler de bulup çıkarıyorlar; örneğin ‘ab-su’ gibi; Atatürk ayrıca Aztek ve özellikle de Mayalarla da ilgilenmiş. Oralara bu işleri incelemesi için Tahsin Mayatepek’i büyükelçi olarak göndermiş ve kendisine de Mayatepek soyadını vermişti. Tepek, Maya dilinde tepe demek!
Laf lafı açıyor, başka alemlere dalıyoruz. Konuya dönelim. Ayşe Anıl hanımı böyle bekli de unutulmaya yüz tutabilecek sanatları yaşatmaya çalıştığı için gönülden kutluyoruz. Kendisi uluslararası üne sahip bir exlibrist.
Şimdi sıra Şiir’de.
Bütün bu dev sanatçılar arasında bir de mini minnacık ama mini minnacıklığııyla ters orantılı bir dev sanatçıyla tanışmak nasip oldu.
İsmini sordum, ‘Şiir’ dedi. Zaten kendisi bir şiir. Adı Şiir olunca, şiir x şiir= çifte şiir. Samsunlu. Dokuz yaşında. İki buçuk yaşından bu yana anneannesi Elif İnanç’ın Samsun’daki Mona Lisa Sanat Galerisi'ndeki derslerine devam ediyor. Resim dalında birçok ödül almış. Neredeyse bu yaşta ödüllere doymuş.
Beş sergilerin eserleri arasında anneannesi Elif İnanç’ın resim sergisinde kendisine taht gibi bir köşe ayrılmış. Resimlerini orada sergiliyor. Muıhteşem. Resimlerine bayıldım. Zaten çocuk resimleri tam sanat eserleri; direkt ruhtan tuvale aktarılan rüyalar. Yapmacıklık yok; hakikiliğin tam örnekleri. Onlarda kompozisyon kendiliğinden zorlamasız oluşuyor. Picasso da zaten. ‘resim yapmak için çocukluğa inmek lazım’ kabilinden bir laf etmiş. Hatta çocukluğa gidemiyorsanız gözlerinizi kapayarak resim yapmaya çalışın. Belki de hârikalar çıkacak.
Şiir komple bir sanatçı; müzik, drama, spor… Hepsinde iştahla ilerliyor.
Ben buna dansı da ekleyeceğim. Ben Şiir’i, kalabalıkların arasında, ressam amca, teyzelerinin resimleri, seramikleri arasında gezinirken sanki istiridye içerisinden ışıl ışıl parlayarak gözümüzün içine seyahatler yapan bir sürpriz inci gibi buldum.
Tanıştık. Sanatı hakkında izahat aldım. Dans da sevdiğini öğrenince ‘merak ettim nasıl dans ediyorsun’ deyince koreografisini kendisinin hazırladığı bir mini dans gösteri sundu. Bitince de ben onu dansa davet ettim. Ayağı ağrımayan hatunlardan olduğu için hemen kabul etti. Fotoğrafımızı eşim çekti; muhteşem bir tablosuyla birlikte yayınlıyorum. Şiir’in dedesiyle de tanıştık, sohbetimiz oldu.
Herkese teşekkürler.
Monad Balkan
23 Eylül 2017 Bodrum