Mahşeri kalabalıklarla kaldırıldı Tarık Akan’ın cenazesi. Bu tür kalabalıklara Uğur Mumcu ile Barış Manço’nun cenazelerinde tanık olmuştum. Manço’yla ilgili de bir yazı kaleme almıştım. Mumcu’nun vefatıyla onun bir portresini yapmıştım.
Kitlelerin derin sevgisine mazhar olmuş kişiliklerin şöyle kabaca bir analizine girecek olursak; önce vefatlarının yaşları kaç olursa olsun vakitsiz kabul edildiği algısıyla karşılaşıyoruz. Yani bu kişilerden toplum olarak daha pek çok şeyler yapmaları bekleniyorken ‘olmadı işte bu şimdi’ duygusuyla sarsılmamız… Sanki kendimiz de yarım kalmışız gibi bir his; bütüne ulaşamamak…
Bu insanların dürüst ve samimi olmaları halkın kalbinde derinde yer almalarının en büyük nedeni; ‘geçekten mi acaba böyle bir savaşıma giriyorlar yoksa arka fonda başka bir şeyler mi var’ gibi kuşkular bulunmuyor.
Bu halk kahramanlarının kavgaları siyasi olabilir; sanatsal, yaşam biçimi, bilimsel kaygı ve gerçekler üzerinden olabilir; fark etmez. İnandırıcı olabildiği ve özellikle de geniş kitleleri ilgilendirdiği ve onların hislerine tercüman olabildiği ölçüde sevgi halesi, gidenin arkasından hayıflanma hisleri çığ gibi dağlardan tepelerden iner.
Toplumlar bu konularda başlıca ikiye ayrılırlar. Puta tapanlar, hakikiliği düşleyenler.
Puta tapanlar narsist kişiliklerini bilmeyerek de olsa meşrulaştırmak açısından kendileri gibi narsist kişileri, rol modellerini özümserler. Bildiğimiz gibi, narsist kişilik kabaca; boş kişiliğinden duyduğu bunalımdan kurtulmak için bilerek veya bilmeyerek bir imaj yaratan ve o imajın arkasına sığınan ve fakat o imajı artık kendisi sanan kişiliktir. Böyle bunalımlı kitleler de, imaj bir nevi put olduğu için, puta yani yalana tapmış olurlar.
Aslında, hadi gene felsefe yapalım, bu dünyanın, evrenin bir imaj, bir ilüzyon, aldatmaca, matriks, hologram olduğuna dair kadim öğretilerin yanı sıra bugünkü bilim de giderek bu düşünceye yaklaşmış bulunuyor.
Dolayısıyla insanın dünyaya, yaşama bakışı para, güç, kudret, kin, haset vs gibi düpdünyevi enstrümanlar ise putun da putuna tapılmış olunuyor.
Kadim öğretiler, dinler… hep insanın putu görmesi ve öze, hakikiliğe dönme farkındalığının yaratılmasını öngörür; gerisi zahiridir (görünen yüzeysel kısım).
Denmiyor ki dünyadan elini eteğini çek kapan bir yere… Tam aksi, dünyayı, yaşamı yaşayarak özü bulacaksın. Dünyaya geliş nedenimiz karanlık cennetimizden çıkarak kendimizin farkındalığına varabilmek için dünyasal serüvene katılmamız oluyor.
Yunus’un ünlü mısraları: ‘beni bende demen, ben bende değilem, bir ben vardır bende, benden içerü’… İşte o en içerideki ben’in peşinde koşmak Tarık Akan gibi hakiki insanlara özgü bir savaşımdır. Bu savaşım kişinin sadece kendi içerisindeki labirentler içinde yol alması değil yaşadığı fiziki ve toplumsal ortamın da bir içe dönüşle özünü bulma savaşımına kaçınılmaz olarak öncülük yapmış olmasıdır.
Bu kişiler ister istemez hakikiliği belki bilmeden ama sezişle özleyen kitleler için bir nevi öncülük eden kahramanlardır. Özgürlük kahramanlarıdırlar. Evet özgürlük; dünyevi putizmden kurtulmak, zincirlerini kırarak sonsuz varoluşa yönelmek...
İşte Bakırköylü hemşehrim, dolayısıyla kardeşim Tarık Akan bir hakikilik kahramanı olarak halkımızın kalbinde yer etmiştir. Ve işte o beyaz atlarına binerek kaybolup giden nesillerden birçok sanatçı bu sihirli beldeden çıkmıştır. Taşşş gibi Taş Mektepten…
Ve Bakırköy’ün orta yerinde (eskiden dışındaydı) akıl ve ruh hastalıkları hastanesinin bahçesinde yontucu merhum Kemal Künmat’ın yaptığı Rodin’in ‘düşünen adam’ heykeli vardır. Bu sembolü çok anlamlı buluyorum; narsisizm akla zarardır. Düşünmek bir öze dönme, hakikilik savaşımıdır.
Tarık Akan aslında kızının cenazede dediği gibi yitmemiş ama ülke bir Tarık Akan kazanmıştır.
Özgürlüğe Bakırköy sahillerinden ‘yelkenler fora!’…
monad balkan 27 eylül 2016 bodrum