(temmuz, ağustos 2016)
Ankara’dan ayağımın tozuyla Mor Sanat Galerisinde soluğu aldım. Bu yıl Bodrum’a intikalim hayli geç oldu. Olsun. Karpuz kabuğu denize düşmeden denize girilmezmiş. Ben işte o kabuğu bekledim durdum Ankara’da. Vakta ki ‘düştü, gel’ dediler soluğu Yalıkavak’da aldım.
Bodrum Türkiye’nin en efsunlu bölgesi. Yalıkavak da Bodrum’un bir sihri. Ama ille de Ortakent’in selvileri. En büyük tehlike Ortakent’e yapılacağı söylenen Tokiler.
İnsanlar anlamadıkları şeylere düşman olurlarmış. Yok etmek isterlermiş. Bodrum da işte böyle bir tehlikeyle karşı karşıya.
Ayağımın tozunu Galerinin kapısında bırakıp sergi salonuna girdiğimde Ankaralı dostlarla sarmaş dolaş olmam bir oldu. Bu Bodrum sergileri vesile oluyor yani; Ankara’da bile rastlaşamadığımız dostlarla buralarda hemhal olabiliyoruz.
Savaş Simitli’nin tabloları ile diğer salonda Recep Peker Tanıtkan’ın fotoğraflarıyla sihirlenmiş duvarlar.
Ankara’da sık sık beraber olduğumuz dostları Bodrum gibi başka bir mekânda görmek sanki asırlar olmuş da birbirimizi görmemiş gibi hasret gidermemiz. Düşündüm taşındım bunun zaman ve mekanın birbirine dönüşmüş hali olabileceğine hükmettim. Öyle ya bu dünya, bu evren bir zaman mekan farz-ı muhali (ilüzyonu) değil mi? Birbirine dönüşmesi her zaman olası. Nihayetinde zihnimizin bir oyunu bu bize.
Derken akşamları grubun en iyi görüldüğü tepeye çıktık. Yel değirmeninin olduğu rüzgarlarda gizlenen MMK Cafe Art Gallery’de Şule Özbahar’ın tablolarında anlattığı masalı dinledik.
Daha sonara Mine Sanat Galerisi’nde, H.Avni Öztopçu’nun ‘alan denemeleri ve tekler’ adlı sergisine konuk olduk; ‘…kendi alanının üzerinden dar zamana sıkışmayan geniş alana varma isteğidir…’ deniyor. Yani ‘tek’lerden hareketle çoğul’a varmak isteği. Bana hemen
Baudelaire ‘’in ‘çoklukta birlik’ mesajını çağrıştırdı; mutluluk çoklukta birlikle sağlanır. Çoğunluk mutlu olursa birey de mutlu olur. Ya da tersi; bireyler mutlu olursa çoğunluk da mutlu olur. Ancak bu evreye varmak için insanlığın çok ama çok olgunlaşması gerekiyor. Belki de bir utopyadan söz ediyoruz.
Ben daha basit ve yalın olarak tablolardan gördüğümü ifade edeyim; Tek bir şeklin üç boyutlu hale getirilişini izliyoruz. Belki de ‘tek’, üç boyutuyla cismanileşerek tablonun kendini sıkan sınırlarından kurtulup ‘çok’ luğa karışacak; bütünleşecek ve hep birlikte ‘varoluş’un o bir gurmenin haz içerisinde ağzını şapırdatırcasına yaşadığı mutlu evrende sonsuz raksına dalıp gidecek .
Gelelim Yalıkavak’ın renkli simalarından bir sanatçı dostumuza. Nurşen Tellioğlu Kulattı… Tiyatrocu, ressam Kulattı. Yalıkavak’ın o ünlü ‘sanatçılar sokağı’nda her zaman bir köşesi olan Nurşen Kulattı. Dostseverliği, sıcakkanlılığı, sosyalliği, sanatçı yaşam biçimiyle ayrı bir yere sahip. Yalan ve riya gibi özelliklerden yoksun içine bakıp dışını, dışına bakıp içini gördüğünüz bir delikanlı hanım.
Kulattı, Yalikavak Çökertme Caddesi Clup Monaküs üzeri MONART Galeri' de 1 ağustos günü bir kişisel sergi açtı. İşin ilginç yanı açılışa gelemeyenler için ikinci bir de açılış yaptı. Belki de Türkiye’de böylelikle bir ilk de gerçekleştirilmiş oldu.
Kışın İzmir’de yazın Bodrum Yalıkavak’ta oturuyor. İzmir’de de boş durmuyor; ‘Hedef Tiyatro Kültür ve Sanat Derneği’nde faal. Gençlikte kalmış kadim dostum ve genç yaşta kaybettiğimiz tiyatro yazarı Mehmet Baydur’un, ‘düdüklüde kıymalı bamya’ adlı eserinde geçtiğimiz kış rol almış.
Nurşen Kulattı, Gazi Üniversitesinde eğitim görmüş. Sanat onun dünyası ve yaşam biçimi. Sanatsal yaşam kişiyi ister istemez kendi yaşam biçimine sokuyor. Ve kişi diğer insanlardan ayrılarak ekzantrik bir havaya da bürünüyor. Bunu Kulattı’da çıplak gözle gözlemlemek mümkün.
Bir keresinde bir doğum günü toplantısıydı galiba; bir solo dans yaptı ki… Tamamen spontane bir dürtüyle ve doğaçlama figürlerle ama tam bir doğayla, evrenle uyum içerisinde. Dağınık kızıl saçlarını uçuşturarak bir göksel ayini tek başına yönetir gibiydi. Bunu da işte usta bir tiyatrocu yapabilir ancak. Resimleri de kişiliğinin aynası tabii. Görülesi eserler.
Casa dell’Arte’de Resul Aytemür sergisi vardı. Bu mekânda Ankaralı sanatçı ve sanatseverlere daha az rastlıyoruz. Daha ziyade İstanbul’un ‘créme de la créme’ (kaymak tabakanın kaymağı) tarzında kişilerle çevreleniyoruz. Şık kıyafetler, şık tarzlar… Etrafı görmeyen bakışlar, kendinden emin, gözler ileri başlar yukarı kişilere de rastlıyoruz. Eh bu da bir başka renk. Başka, rafine bir curcuna.
Kişinin kendi imajını sevmesi… Bir tatlı bal teknesidir. Yemeye doyulmaz.
‘Curcuna/cacaphony’ adlı sergi muhteşem havuz kenarındaki duvarlarda asılı tablolardan oluşuyor. Kaliteli şaraplar, gurmelere layık kanepe servisi eşliğinde suyun serinliği sayesinde ağustos sıcağının şiddetine karşı koyuyoruz. Avludan içeriye doğru açılan kapıdan Torba denizinin dingin maviliği karşımıza dikiliveriyor. Bir keyif curcunası oluyor bu mekandaki sergiler.
Adı üstünde ‘curcuna’; tablolar gündelik yaşam içerisindeki kalabalıkları yorumluyor. Kalabalıklar içerisindeki insanlara tek tek odaklandığınızda her birinin çevresine olan ‘indifference’ (kayıtsız; farkındasız) hallerini görüyorsunuz. Curcuna içerisinde yitik insancıklar. Yalnız kalamayan, kalabalıklar ya da gruplar içerisinde kendisini kendisinden saklamaya çalışan insancıklar. Bu sürü psikolojisi de değil. Sürüler tek bir varlıkmış gibi hareket ederler; bütünün parçalarıdırlar. Bunun da bilincindedirler. Ama curcunadaki insan varlıkları kendi içlerinin boşluğunu hissetmemek için yalnızlıktan, tek kalmaktan öcü gibi kaçıyorrlar. Kalabalıklar onlar için bir örtüdür. Tesettür içerisinde kendi kendilerini kendilerinden korurlar.
Daha çok plaj resimleri hakim. Kalabalıklar, kalabalıklar… Türlü türlü insanlar.
İnsanlara sürü psikolojisinden çok maymunsal davranışlar hakim gibi. Yani taklit. Sürü içerisinde birinin yaptığı aykırı bir hareket diğerleri tarafından kısa zamanda benimsenebiliyor. Böylece o ilk aykırı hareket normal hale geliyor. Bilimde yeni bir görüş, Darwinciler belki alınacak ama, insanın maymundan türemediği… Çünkü insan bizatihi (zaten kendisi) bir maymun türü deniyor. Kelime haznesi daha geniş. Elleriyle daha ileri teknoloji yapabilen maymunlar.
Gelelim Gültekin Serbest’in sergisine. Ankara’lı dostumuz bu kez de Bodrum’da karşımıza çıkıyor. Dereköy; Turgut Reis ile Gümüşlük arasında yer alan minik bir köy. HGC Art Gallery yazın galeri, kışın atölye görevini görüyor. Köyün bence en tatlı binasında yer alıyor.
Serbest’in tavus kuşları bu kez İstanbul Galata Kulesi semalarından Bodrum Dereköy’e hicret etmişler. Buradan nereye? Belki bir miraç; kimbilir?,
monad balkan ağustos 2016 bodrum