İçimizde çocuk olmamış olan yok, çocukken oyun oynamamış olan da yoktur. Ama çocukluğunu ve çocukken oynadığı oyunları hatırlayan ne yazık ki pek azdır. Oysa kişiliğimizi ve geleceğimizi şekillendirip oluşturan en önemli unsurlar küçükken oynadığımız oyunlar. Hatta oynama ya da oynatılma şeklimizmiş. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi, Çocuk Gelişimi ve Müzecilik uzmanı, Ankara Üniversitesi Oyuncak Müzesi (http://cokaum.ankara.edu.tr/oyuncak-muzesi) kurucularından Prof. Müge Artar, Cermodern’de Düşler, Oyunlar ve Okumalar Sergi turu kapsamında sunduğu “Düş, Oyuncak, Yaratıcı Düşünme” başlıklı konferansta bunları söyledi.
Yıllarını çocuk eğitiminde oyun konusuna adamış olan Prof. Artar’ın anlattıkları şöyle özetlenebilir: “Çocuklara bir konuyu öğretmekten daha önemli olan neyi, nasıl öğreneceğini öğretmektir. Günümüzde bilgiye ulaşım kolaydır ama esas olan bu bilgiye önce soru sorarak gereksinim duymak, sonra da nasıl ulaşılacağını öğrenmektir. Sorun çözme, yaratıcı düşünme ve takım çalışması becerisi çocukların eğitiminde başta gelen eğitimlerdir.
Bu eğitim küçük yaştan itibaren çocuğun kendi yaşına uygun oyunlar oynaması ile geliştirilebilir. Oyun ileride yaşanacak erişkin yaşamının bir provası, hayaller geliştirilen deneyim şeklidir. Çocukların kendi hayal dünyalarını kendilerinin geliştirmesine olanak tanınmalıdır. Bunu sağlamak için onlara yaşlarına uygun basit malzemeler sağlanmalı ama bu malzemelerle ne yapmalarının beklendiği söylenmemelidir. Kendileri ne yapmak ve onu nasıl yapmak istiyorlarsa öyle yapmaya özgür kılınmalıdır. Kimi zaman bu malzeme bir ağaç yaprağı, bir çiçek, taş ya da tahta parçası bile olabilir. Oyun sırasında onlara eşlik edilebilir ama karışmamak koşuluyla; sadece alternatif sunulabilir. Yoksa hedef belirlemek hayal etmelerini engeller.
Yaşıtlarından çok farklı hissetmemelerini sağlamak açısından 3 yaşından sonra bilgisayarla tanışmalarına izin verilebilir ama hangi oyunlara ve ne kadar süre oynanacağına sınırlama koymak önemlidir. Çünkü Amerikan Çocuk Psikiyatristleri Birliği tarafından “3 yaşından erken ve uzun süre ekran karşısında kalan çocuklarda otizm eğilimi olabildiği” bildirilmiştir.
Prof. Artar’a göre özetle eğitim merak uyandırmalı, yaratıcı sorular sordurmalı, cevapları çocuğun kendisine buldurmalıdır. Başarı aslında bilgiye dayalı sınavlarda yüksek not almak değil, kişinin kendi kapasitesini gerçekleştirebilmesidir. İnsan kendi çözümünü veya ürününü yaratabilince mutlu olur. Nitekim bir şey üretmeyen çocukların canı sıkılır.”
Prof. Müge Artar’ın anlattıklarında en dikkat çeken bölümü ise çocuklara düş kurabilmeleri için zaman tanınması önerisi idi. Kurs, ders, ödev derken düş kurmaya zamanı kalmayan çocukların ileride yaratıcı olmalarının zor olduğu idi. Çocuk beyninin gördüklerini kaydedebilmesi, anlamlandırabilmesi, ardından da düş kurabilmesi zaman gerektiriyor. Ama aslında bu biz erişkinler için de öyle değil midir? Birçok işi arka arkaya ya da aynı anda yapmaya veya düşünmeye çalıştığımızda bizim de kafamız karışmaz ve sonra çoğunu unutmaz mıyız? Afrika kabilelerinden biri bir yerden bir yere hızla yolculuk yaptıklarında arada mola verilermiş, ruhlar bedenlerine yetişsin diye! Acele ederek yaşadığımız günümüz dünyasında keşke bizim de oyun oynayarak hayaller kurabileceğimiz, ruhumuzu tazeleyebileceğimiz zamanımız olabilse…
31.10.2018 tarihine kadar sürecek olan Düşler, Oyunlar ve Okumalar Sergisinde herkes kendi küçüklüğünden izler bulabilir, kendi oyunlarını hatırlayabilir. Çünkü sergide oyuncak tarihinden ilginç örnekler yer alıyor. Örneğin meşhur oyuncak ayı “Teddy Bear”in adının ABD Başkanlarından Theodore Roosevelt’in adından ilhamla konulduğunu; çağımızın mucizevi oyuncağı Lego’nun Danimarka dilinde “iyi oyun” (Leg godt) anlamına geldiğini; tanınmış Fransız zürafası Sophie’lerinin her birinin diğerlerinden farklı olduğunu öğrenilebiliyor. Sergide aynı zamanda geniş bir “ilk okuma kitapları” seçkisi de sunulmakta.
Pınar Aydın O’Dwyer