Bir önceki yazıda kaldığımız yerden devam ederek:
Koreografi üzerine
Eserin intermezzo bölümündeki rüya sahnesinin koreografisi üzerine uzun süre düşündüm. Derken aniden aklıma piyanist Emre Şen’in Gestalt psikolojisi çerçevesinde beyaz perdeye çektiği Meeting (Toplantı) adlı film geldi. Gestalt psikolojisi ve farkındalık teorisi, insanın kendi iç dünyasında olup bitenlere dair özgün seziler üzerine kuruludur. İnsan ancak ne düşündüğünün farkında olursa sahip olduğu seçeneklerin de farkında olabilir. Nilgün Birsel Demireller’in koreografisi Butterfly’ın zihninden geçenleri, umut ve endişelerini anlatıyor, âdeta harakiri seçeneğini de aklına getirdiğini ifade ediyordu. Bir tür Gestalt seansı diyebileceğim bu koreografiyle seyirci sonraki üzücü olaylara da bir anlamda hazırlanmış oluyordu ki bu opera sanatı açısından çok özel ve nadir kullanılan bir yöntem.
Orkestra üzerine
23 ve 25 Aralık temsillerinde orkestrayı şef Tulio Gagliardo Varas, 8 Ocak’ta şef Rustam Rahmedov yönetiyordu. Onların değneği altında, solosuyla başkemancı Sibel Güçlü ile tüm orkestra üyeleri özellikle eserin intermezzo bölümünde seyircilerin duygularını etkileyerek coşkulu alkış kopardılar. Varas’ın yorumu bağlı çalınışla daha İtalyan iken Rahmedov’unki punktat (benekli) çalınışla daha Japon tınısı içeriyordu. Kadın ağırlıklı koronun da Japon gelenekleri usulünce önce kontrollü, sonra salınmış duygusal tepkilerini sunuşu çok başarılıydı.
Dekor, Kostüm ve Işık üzerine
Öncelikle oryantal Japon efekti yaratan dekor tasarımının yoğun ama estetik olduğunu ifade etmeliyim. Öte yandan uzun gece sahnesinde, librettoyla uyum yaratacak şekilde gökte hilal aydan geçtim, yıldızlar olsaydı daha etkili olur muydu diye düşündüm. Hatta sabahın gelişi yavaş ama belirgin biçime ve daha resimsel Japon güneşi renginde aydınlatma ile olsaydı, kelebekler uçuşsaydı ve böylece intermezzo’nun etkisini artırsaydı biz seyirciler kim bilir daha da nasıl bir huşu içinde olurduk diye akımdan geçirdim.
Afişte, libretto ve dekorla uyacak şekilde krizantem çiçekleri ya da duvara iğnelenmiş bir kelebek resmi olmayıp da kayalıkların olması da kafamı karıştırdı. Ne de olsa krizantem Japonya’nın sembolü, kelebek ise Butterfly’ın lakabı. Hatta librettoda Butterfly, Pinkerton’a “onun ülkesinde insanların yakaladıkları kelebekleri iğneyle levhaya raptediyor olmasından korktuğunu” söylüyor. Sonuçta da korktuğu başına geliyor.
Kostüm tasarımına gelince, Pinkerton’un kostümü (23, 25 Aralık) bana önce otel komisi kıyafetini hatırlattı (Wes Anderson: Büyük Budapeşte Oteli, film, 2014). Ama sonra çeşitli kaynaklardan kontrol ettim ve gerçekten de 1900’lerin başında Amerikan donanmasında genç subayların denizci tarzı beyaz değil lacivert, kenarı yırtmaçlı ve parlak şeritli ceketler giydiğini gördüm (1).
8 Ocak temsilinde ise Pinkerton daha üst rütbeli subay ceketi giyiyordu. Öte yandan son perdede, Pinkerton üç senenin ardından geri döndüğünde sadece lacivert şapkası beyaz şapka rütbesine ulaşmış (23, 25 Aralık) veya açık lacivertten bir koyusuna yükselmişti (8 Ocak); bir türlü binbaşılığa terfi edemeyen çizgi roman kahramanı yüzbaşı Tom Miks gibi, tek bir madalya bile kazanmamış olması dikkat çekiciydi. Kontrol ettim, Pinkerton İskoç adıymış, dolayısıyla sarışın olmalı diye düşündüm. Zaten orijinal librettoda Butterfly oğlunu babası gibi “mavi gözlü, sarı bukleli” diye tanımlıyor.
Sonuç
Samimi söylemek gerekirse, Verdi gibi düşündürmekten çok, aşırı duygu uyarıcı olması nedeniyle Puccini en tercih ettiğim opera bestecisi değildir. Ek olarak konusu nedeniyle pek hazzetmediğim Madama Butterfly hakkında tüm fikrimi baştan aşağıya değiştirten bu başarılı yapım, “sanatçıların fikrine değer veren ve köşeli olamayan” rejisiyle saygı gören Gürçil Çeliktaş’ın neden “duayen opera rejisörü” olduğunu bir kez daha anlamamı sağladı! Kendisine sağlıklı, uzun ömür ve ne iyi ki yetiştirdiği genç rejisörlerin eserlerini gururla izleyebilmesini diliyorum.
Pınar Aydın O’Dwyer
10 Ocak 2024, Ankara
Kaynak
https://www.history.navy.mil/browse-by-topic/heritage/uniforms-and-personal-equipment/uniforms-1905-1913.html