Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) 2017-18 sezonunda 3 Şubat 2018 akşamı başlattığı yeni bir eserle opera-severlerin karşısında. Bestesini Gaetano Donizetti’nin, librettosunu Felice Romani’nin yazdığı iki perdelik Aşk İksiri (1832) operası çok sevilen, dünyada en yaygın olarak sahnelenen eserlerden biridir. Çok sevilmesi hem konunun kolay anlaşılır ve duygusal olmasından hem de müziğinin çok güzel olmasındandır. Özellikle de ikinci perdede “Una Furtiva Lagrima” (Gizli gözyaşı) adlı Donizetti klasiği arya opera külliyatının en dokunaklı aryalarından biri olarak tarihe geçmiştir.
Konu
Orijinalinde olaylar 19’uncu yüzyılda bir Avrupa köyünde geçer. Ama ADOB’daki yapımın rejisörü Figen Ayhan Karakelle konuyu günümüze, şehir ortamına taşımış. Olaylar bir şirket ofisinde geçiyor. Ofiste getir götür işlerine bakan eğitimsiz ve yoksul Nemorino (orijinalinde köylü) şirket yöneticisi eğitimli ve zengin Adina’ya âşıktır (orijinalinde Adina zengin ağa kızı). Ancak onunla ilgilenmeyen Adina, Tristan ve Isolde destanını okumakta ve burada söz edilen aşk iksirinden söz etmektedir. Tahsili olmasa da akıllı ve meraklı bir genç olan Nemorino, Isolde’nin Tristan’a âşık olmasını sağlayan iksir konusu ile yakından ilgilenir. Bu sırada havalı, kendini beğenmiş genç Belcore (orijinalinde asker) ofise gelip Adina’ya kur yapar. Hemen Nemorino da Adina’ya evlenme teklif eder. Ama Adina hemen karar veremez çünkü özgür olmak istemektedir.
Derken yaşam koçu Dr. Dulcamara (orijinalinde doktor gibi davranan bir şarlatan) çalışanlara eğitim vermeye gelir. Bu arada her derde deva iksirini tanıtır. Nemorino bunun Tristan’ın iksiri olduğunu düşünerek satın alıp içer. Aslında şarap olan iksirle kendine güveni yerine gelir ve hala kendine yüz vermeyen Adina’ya yüz vermemeye başlar. Bu sırada Belcore Adina’ya evlenme teklif eder. Adina da aslında sevdiği Nemorino’yu kıskandırmak için Belcore ile hemen evlenmek ister. Bunun üzerine Nemorino daha fazla iksir satın almak ihtiyacı hisseder ama parası olmadığı için rakibi Belcore’den borç almak zorunda kalır, karşılığında da Belcore’nin adamlarından biri olmayı kabul ettiğine dair sözleşme imzalar. O sırada Adina’nın arkadaşı Gianetta, Nemorino’ya büyük bir miras kaldığını ve artık onun çok zengin olduğunu açıklar. Bunun üzerine tüm kadınlar onun peşine düşer. Bu sefer sıra Nemorino’yu kıskanan Adina’nın aşk iksiri içmesine gelir. Bunu bilmeyen ve orada ayrılması gerektiğini düşünen Nemorino bir veda mektubu yazar. Neyse ki Adina Nemorino’ya onu sevdiğini açıklar. Dulcamara sonuçtan kendine pay çıkararak gurur duyar ama yine de gerçek iksir aşkın ta kendisidir, der.
Yorum
Yapımın yorumundaki bu farklılık gerçekten yakışmış ve orijinal konuya tıpatıp uymuş. Yepyeni bir bakış açısıyla konu yanı başımıza, günlük yaşamımıza yerleşmiş. Genç kadın rejisör Figen Ayhan Karakelle’nin bu yenilikçi tasarımı, Özgür Usta’nın dekor, Gazal Erten’in kostüm ve Fuat Gök’ün ışık tasarımı ile birlikte adeta ortaya yepyeni bir eser çıkarmış.
Ofis dekorunda tek bir boş alan yok. Aslında tam çalışılacak ofis; modern, soğuk, kişiliksiz ofislere benzemiyor. O kadar ki, duvarlarda günümüzün mavi dosyalarının, beyaz yazı tahtası ve unutulmaması gerekenlerin yazılacağı beyaz panoların yanında okunası eski kitaplar da var. Bir duvarda endüstri çarkını betimleyen duvar kağıdı, diğerinde dünya başkentleri saatleri, madalyalar ve kupalar, kayaklar; bir dart tahtası eksik! 1900’ların başına hasretle tasarlanan günümüz kafelerinden birindeymişiz hissini veriyor. İnsanın oturup, köşedeki kahve makinasından alınacak bir fincan cappucino eşliğinde o romanlardan birini raftan çekip ayaklı bir lambanın hafif loş ışığında okuyası geliyor neredeyse.
Ama sonuçta orası bir ofis ve çalışanlar (koro) gelip masalara oturup tablet bilgisayarları önlerinde çekmesi, dosyaları karıştıran meraklı hizmetlinin kulağının çekilmesi, hep geç kalan kadın çalışanın nefes nefese işe yetişmesi, ofiste havaya koku sıkanların, dosya dağıtanların ortada bir o yana bir bu yana dolaşması bu bir “Kafka ofisi”, diye düşündürüyor. Adeta “Gide gele, ine çıka, koş koş sağa sola, dön dön, dur“ (Neco’nun şarkısı “Ne bu halimiz böyle”, 1974)!
Aslında opera rejisinde tiyatro unsuru sıklıkla göz ardı edilir, anlatılmak istenen duyguları sanatçıların salt sesleriyle ifade etmesi yeterli bulunur. Oysa Figen Ayhan Karakelle’nin iğne oyası misali mimik ve mizansenlerle bezenmiş rejisinde müzik olmaksızın da tek başına oyun konuyu anlatmaya yeter etkililikte. Birçok alana ve ana yerleştirilmiş kimi gizli kimi bariz nice küçük mizansen var. Örneğin Adina’ya sarılırken bile mikrop kapmamak için steril eldiven giyen, gelin adayı yerine kendisi koltuğa oturup onu ayakta bırakan, kendi düğününde sıkıntıdan uyuya kalan Belcore’nin kibirli ve takıntılı kişiliğini betimleyen, sürekli onun alın terini pudralayan, tırnaklarını törpüleyen, ellerini silen, aynada kendisine bakması için ayna tutan, elbisesini fırçalayan, Adina’ye evlenme teklif ederken vereceği alyansı taşıyan hatta Adina’ya uzatan, düğünde ağızları yemek dolu koruma görevlilerini ve onlara tırnak kontrolü yapılışı görmeye değer. Korumalar aynı uygulamayı daha sonra Belcore’nin adamı olmayı kabul eden Nemorino’ya da göz, kulak burun boğaz muayenesi yaparak uyguluyor; bir tür özel gruba kabul töreni, nitekim kabul işlemi Nemorino’ya da tipik siyah “koruma görevlisi” gözlüğü takılarak tamamlanıyor. Hele Nemorino’ya miras kaldığını öğrenen kadınların birbirinin elinden alıp kapıştığı ve süründüğü ruj sahnesi, olayın özeti olan “zengin adam evlenilecek adamdır” fikri bundan daha berrak şekilde ifade edilemezdi.
Ama rejisörün yaratıcılığını kanıtlayan bunlardan daha ilginç iki unsur daha var. Biri süreklilik arz eden kağıt unsuru kullanımı. Görevli bir kadının Nemorino’ya aşk mektubu göndermesi konunun aşk üzerine olduğunun haberciliğini yapıyor; Adina’nın okuduğu Tristan ve İsolde kitabı elden ele dolaştırılması ama bir türlü Nemorino’ya verilmemesi Adina’ya sahip olamayacağını işaret ediyor; Adina kağıtları yırtarak şımarıklığını gösteriyor; Nemorino aşkını bu kağıtlardan kırmızı bir kalp yaparak ifade ediyor. Belcore Nemorino’yu aşağılarken uşaklarıyla onun yüzüne kağıt çarptırıyor; Nemorino’nun acizliği arkasından atılan kağıt top ve sahip olmadığı kağıt paralar ile kanıtlanıyor; Belcore’nin acilen gitmesi gerektiğini derbi maçı biletleri gösteriyor; çalışanlara dağıtılan maaş zarfları ay sonunun geldiğini; elden ele dolaştırılıp patronlara imzalatılan kağıtlar mesainin bittiğini işaret ediyor; düğün zamanının geldiğini çalışanların elinde salladığı beyaz kağıtlar müjdeliyor. Nemorino’nun gitme isteğini veda mektubu, Nemorino’nun ikinci iksiri içişinden sonraki öforisi havaya fırlattığı zarflar, Nemorino için ufukta umudun belirdiğini Dulcamara’nın söylediği şarkının sözlerinin yazılı olduğu kağıt, hikayenin mutlu sona geldiğini sözleşme kağıdının yırtılması betimliyor. Denilebilir ki rejisör sadece kağıt unsurunu kullanarak bile olayları anlatabiliyor; gölge draması gibi kağıt draması, usta işi bir yorum!
İkinci unsur ise Dr. Dulcamara’yı günümüze transpoze ederken seçilen “yaşam koçu” kimliği. Operaları konusunun geçtiği dönemden çıkarıp günümüze veya başka bir zaman ile mekâna taşımak her zaman büyük bir risktir. Ya karakterler, ya sözler, ya da başka bir şey türlü tam oturmaz. English National Opera’da seyrettiğim bir Turandot böyle eğreti bir yorumdu mesela. Olaylar Çin İmparatorunun görkemli sarayında değil de bir Çin lokantasında geçiyordu, Turandot da lokantanın sahibinin kızıydı! Oysa Figen Ayhan Karakelle yaşam koçu kimliğini seçerek hem konuya uyum hem de günümüzün büyük aile yuvasında uzaklaşmış, kalabalıkta yalnız insanının akıl hocası “yaşam koçu” kavramına gönderme yapmış. Dulcamara kendini tanıtırken arka plandaki slayt sunumu köyün ihtiyar heyetinden pop yıldızlığına ya da elektrikli süpürge satıcılığına evrilen âkil insanı, dolayısıyla da doğrudan günümüz tüketim toplumunu eleştiriyor.
Sanatçılar
Emre Akkuş, tek kast olarak yer aldığı yoğun prova trafiğine rağmen tam da olması gerektiği gibi duygusal, içten, naif bir Nemorino (tenor) ortaya çıkardı. Bir yaz günü sarı mavi gökyüzü renginde sesiyle izleyicilerin kalbini fethetti. Una Furtiva Lagrima aryasını bundan sonraki temsillerde nasıl söyleyeceğini heyecanla merak ediyorum ve mutlaka gidip tekrar dinlemeyi planlıyorum.
Adina (soprano) rolünde Görkem Ezgi Yıldırım Avrupa sahnelerinde rahatlıkla yer alabilecek usta işi bir yorum ortaya çıkardı. Önce şımarık, sonra kalbinin sesini dinleyen aklı başında genç kadın profilini hem koronun sesinin üstünde yankılanan açık kırmızı nefis sesi hem de bir opera sanatçısından beklenmeyecek harika oyunu ile başardı. Nicedir Yıldırım’ın sahnede olacağı bir temsilde soprano açısından hiçbir sorun olmayacağına duyduğumuz güven tam oldu.
Özgür Savaş Gençtürk’ün neredeyse sevimli, babacan Dr. Dulcamara (bas) yorumu ses açısından mükemmeldi. Resitatifleri (konuşma tarzında şarkı söyleme) bile salonun dışından dahi duyulabilecek kadar güçlü ve müzikaldi. İnsanda tekrar tekrar dinleme isteği uyandıran bu sesin daha uzun yıllar yorulmadan, bozulmadan sürmesini diliyorum.
Beran Sertkaya’nın Belcore (bariton) yorumu da birinci sınıf tiyatro sanatçısında taş çıkaracak bir yorumdu. Seyirciyi rolü gereği gibi değil de gerçekten ukala, kendini beğenmiş ve takıntılı biri olduğuna inandırdı. Yanımda oturan bir seyircinin “aman ne sinir bir adam” dediğini duydum, “ben buna tahammül edemem”, diye ekledi. Demek ki Sertkaya da Ayhan Karakelle de amacına ulaşmış, kutlarım.
Ezgi Karakaya hem abartısız ve net çizgili oyunu hem de devasa, müzikal koyu kırmızı-kahverengi sesiyle unutulmayacak bir Giannetta (mezzosoprano) portresi çizdi. Gianetta’yı yan karakterden çıkarıp ana karakter halinde hafızamıza kazıdı.
Alessandro Cedrone yönetimindeki ADOB orkestrası (Engin Güngördü'nün çaldığı meşhur fagot solo da dâhil olmak üzere) ile kendisi de sahnede koronun içinde söyleyen ve harika oynayan (!) Giampaolo Vessella yönetimindeki ADOB korosu seyircilerden aldıkları büyük alkışı hak ettiler. Özellikle kadın korosu ruj sürme sahnesinde inanılmaz bir beraberlik içindeydiler ve hem müzikal, hem de görsel bir şölen sundular.
Söz etmeden geçemeyeceğim, başta üç koruma görevlisi olmak üzere tün figüranlar (soyadı alfabe sırasına göre: Murat Beşik, Serap Bölek, Ceren Ertem, Işık İnal, Dinçer Keser, Damla Kışlalı, Elif Onaran, Mert Özdemir, Özgür Özer, Serkan Sarıkaya, Görkem Yıldırım) müzikal kalitesinde oyunlarıyla neredeyse ana karakterler kadar oyuna katkıda bulundular.
Sonuç
Müzikal demişken Figen Ayhan Karakelle’nin böyle bir opera eserini durağan opera karakterinden çıkarıp canlı müzikal karakterine çevirebilmesinin üzerinde yeniden durmak isterim. Reji kelimesi Fransızca “régir” kelimesinden geliyor; yönetmek, düzenlemek, anlamında. Sahne sanatlarında bu kelimeyi yeniden yaratmak üzere yönetmek anlamında anlamak mümkün, çünkü rejisör gerçek yaşamda olanı seyirciye yeniden yaratıp sunan kişidir. Bu açıdan Figen Ayhan Karakelle’nin Aşk İksiri’ni sahneleme yorumu re-rejidir (yepyeni reji!), denilebilir. Çünkü bu yorum eserin tam anlamıyla baştan, yeniden yaratımıdır. Bu sürümü beğenmeyen de olsa artık önümüzdeki Felice Romani’nin yazdığı libretto değil, bir yanıyla onun etkisinden kurtulabilen ve kendi bakış açısını ortaya koyabilen rejisörün özgün librettosudur ve bu kayda geçmesi gereken ölçüde büyük bir başarıdır.
Kim bilir belki sihirli iksir Figen Ayhan Karakelle başta olmak üzere, bu yorumda emeği geçen herkesi etkilemiştir, şu her derde deva Aşk İksiri?
PINAR AYDIN O'DWYER
5 Şubat 2018