Ankara Devlet Opera ve Balesinde (ADOB) 3 Aralık 2016 tarihinde prömiyeri yapılan La Bohème operasının temsilleri tüm hızıyla kapalı gişe sürüyor.
5.12.2016 tarihinde yine bu köşede İliklerimize Kadar İşleyen La Bohème başlığı altında yazdığım yorumda temsili ne kadar beğendiğimi anlatmış ve yazımın sonunda “Yapımın başka kastları da var. Laf aramızda, özellikle Esra Çetiner Tural, Tuğba Dekak, Aslı Kıyıcı’yı da dinlemek için sabırsızlanıyorum (pozitif ayrımcılık yaptım!)” demiştim. Nitekim dayanamayıp yeniden temsile gittim.
Kimi zaman büyük bir eser sahneye çıktıktan bir süre sonra ilk temsillerin başarılı olma enerjisi yerini yorgunluğa veya Sayın Şefik Kahramankaptan’ın deyimiyle “gevşemeye” bırakır; heyecan yok olur, biter. Oysa 18.1.2017 tarihindeki temsilde en ufak bir bozulma olmayıp, enerji yine bir prömiyer düzeyindeydi. Bu nedenle pek âdetten değildir ama izlediğim ikinci temsil hakkında bir şeyler yazmak gereğini hissettim. Bu başarının esas kahramanlarının Murat Karahan ve Eralp Kıyıcı olduğu muhakkak. Ayrıca Benoit rolünde Levent Akev, Parpignol rolünde M. Burak Pektaş ve Alcindoro rolünde Yiğitcan Tatlıoğlu de yine aynı düzeyde temsil verdiler.
Ama bu başarının kaynağını ararken Mimi rolünde Tuğba Dekak’ın, Musetta rolünde Aslı Kıyıcı’nın, Colline rolünde Mithat Karakelle’nin ve Schaunard rolünde Çağdaş Koçak’ın da hakkını vermek lazım. Tümü de prömiyer kastı olabilecek düzeydeydiler. Dekak’ın koyu narçiçeği renkli büyük, pürüzsüz kadife gibi sesi; Kıyıcı’nın nefis tizleri ve tam dozunda oyunu; Karakelle’nin akıldan çıkmayacak “Palto” aryası ve Koçak’ın etkileyici koyu bariton sesi sesi ve sahneye hâkim oyunu iyi ki yeniden seyretmişim dedirtti. Temsil öyle beğenildi ki seyircilerden bir müzik bölümünün sonunu bile beklemeden kendiliğinden alkışlar aktı.
Haydi, madem âdet olmayan bir yazıya başladım, âdet olmayan bir şekilde de bitireyim. Bir opera temsilinin hazırlanmasında en çok emeği geçenlerin başında şancıları müzik açısından esere hazırlayan korrepetitörler gelir. Korrepetitörler temsillerden önce piyano eşlikleriyle günlerce şancılara kendi bölümlerini ve eserin özünü, deyim yerindeyse öğretirler. Diğer bir deyişle bestecinin yazdığı asıla uygun yorum yapmalarını sağlarlar. Temsil sırasında da genellikle kuliste olmalarına rağmen ilk temsilden sonra örneğin orkestra şefi gibi “seyirciye selam vermek” için sahneye çıkmayan, gölgedeki kahramanlardır. Eğer bir eser defalarca oynandıktan sonra gevşemezse bu tabii ki hem sanatçıların işlerini ciddiye almalarından, gerçek sanatçı olmalarından, ama hem de korrepetisyonun iyi olmasındandır. İşte tüm bu nedenlerle (adetten değilse de) bu eserin korrepetitörü Duygu İnandık’a da bir alkış gerekiyor diye düşünüyorum.
Pınar Aydın O'Dwyer
20 Ocak 2017