İster enstrüman çalan olsun, isterse şancı olsun müzisyen olmak gerçekten de zor bir iştir. Öncelikle özel yetenek ama yanında mutlaka bol tutku gerektirir. Yoğun ve sürekli çalışmayı tutku olmak sağlarken, alanında özel olmak yetenek ile mümkündür.
Egzersiz, çalışma ve prova sırasında el, parmak, nefes, işitsel ve benzeri tüm bedensel beceriler geliştirilmiş olur. Ayrıca yeteneğin gelişmesi için de çalışma gereklidir. Çünkü çalışmayla eserin müzikal anlamada zihinde ve hafızada yer edinmesi ve tutunması yani “derin öğrenme veya içselleştirme” sağlanır. Böylesine derin öğrenme aslında belki de çalışmanın en önemli sonucudur. Çünkü bir parçayı çalışmaya ilk başlandığında parmaklar ve nefes o anda çalması gereken notaları çözümlerken (adeta sürekli deşifre durumu), parça öğrenildiğinde notalar parmakları ve nefesi sürükler, devamını aratır hale gelir. Diğer bir deyişle zamanla okuma hızı artar, seslendirme adeta refleks halini alır, otomatikleşir. Öylesine otomatikleşir ki müzisyen bir süre sonra o anda çalması veya söylemesi gereken notaları değil, az sonra çalacaklarını çözümlemeye başlar, müziği en az bir hatta iki üç ölçü önden okur hale gelir. Her müzisyenin öğrenme hızı farklıdır ama yine de deneyim arttıkça bu beceri ilk çalışta da gerçekleşebilir duruma ulaşır. Sonuçta her çalışta hem notayı çözümleyip hem de çalmaya veya söylemeye kalkmaya imkân yoktur; öyle olursa yorum sekteye uğrar, müzik cümlesi ve dolayısıyla anlam dağılır. O yüzden deneyimli müzisyenler hep bir iki ölçüyü önden gözleriyle okurlar, seslendirişleri bir saniye kadar geriden gelir. Bu şekilde önden okuma ile zihin olası hata payını azaltır. Müzisyen notayı önden izlediğinde zihni müziği cümle olarak algıladığı için o anda düzeltme yapabilir. Ayrıca akıcılık sağlanır, duygu ve ifade ortaya çıkar ve yine bu sayede izleyiciler duygusal olarak etkilenebilir. Hatta bazı orkestra şefleri de bir iki ölçü öncesini vurarak eseri idare etmeyi tercih ederler.
Özetle gözün merkezden ve yan alanlardan görmesi, kulağın işitmesi, beynin görüleni ve işitileni algılaması, ardından kaslara yapmaları gereken hareketleri emretmesi, hepsi birer zamanlama becerisidir. Bu becerilerin beyin-sinir sistemi açısından özelliklerini Beyin-Sinir uzmanı Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ’a sorduğumda konuyu şöyle açıkladı: “Beyinde iki kognitif (bilişsel) sistem var. Biri yaşanılan an ya da şimdi olanla ilgili ve bundan sorumlu sistem. Bu sistem notaya bakıp birebir seslendirmede, yani sürekli deşifre halinde olma sürecini sağlıyor. Aynı bisiklete binmeyi öğrenirken kol ve bacak hareketleri, gidilecek yola bakıp sürmenin adım adım gerçekleştirilmesi fakat bu sırada dengenin sağlanamaması gibi. Diğer bir deyişle öğrenme, çıraklık dönemi. Her işlemi tek tek düşünerek yapma ama tümünü kompoze edememe evresi.”
Beyinde sanatın işleyişi konusunda birçok kitabın yazarı olan Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ1,2, sözlerine şöyle devam etti: “Beyindeki diğer bilişsel sistem andan kopuk geri plan işleyişiyle ilgili. Buna Default Mode Network (DMN) deniyor. Bu sistem birinci sistemden farklı olarak seslendirmeyi otomatik hale getiren motor bellek işlevi görür. Müzisyenler seslendirdikleri bölümün az ilerisini notadan okurken sürekli dikkat bağlamında bir bilişsel akış olgusu gerçekleştirirler. Bir anlamda notayı okumuyorlar, müziği gerçekleştiriyorlar denilebilir. Kendilerinin ve başkalarının çaldıklarını duyarken şefi izlemeleri de buna benzer bir olgudur.” Bu bilgilerden “tek başına veya hep beraber yorumlamanın tümüyle yetenek gerektiren üst düzey bilişsel bir beceri” olduğu anlaşılmaktadır.
Bilişim ve Nörobilim uzmanı Dr. Marina Kreyn bir internet tartışma grubunda aynı konu hakkında şunları yazmış3: “Aslında, müziği deşifre etmek, yazı okumaktan çok daha zordur. Ayrıca, iyi bir performans düzeyinde okunması imkânsız olan besteler var; bunların arasında Liszt, Chopin, Rachmaninoff, Ravel ve Bach’ın virtüozite isteyen bazı eserleri sayılabilir. Chopin'in etütlerini, Bach’ın füglerini veya Brahms'ın sonatlarını deşifre etmek kesinlikle sıradan olmanın ötesinde ve insanüstü olmaya yakın bir yetenek gerektirir.”
Dr. Kreyn’in görüşleri şöyle özetlenebilir: “Müziğin deşifresinde ilk adım notaların okunması ve parmakla dokunma sistemi ile solunum sisteminin hassas hareketlerinin notaları seslendirmesidir. Aynı anda işitme sistemi eserin melodik ve armonik yapısının sanatsal gereklerinin icra edildiğinden emin olur. Yani, birden çok duyu aynı anda senkronize şekilde olaya katılmaktadır. Tümünü yapabilmek son derece karmaşık ve özel bilişsel becerileri gerektirir. Öte yandan deşifre sırasında deneyimli bir müzisyenin gözleri birkaç adım ileri hareket ederken, elleri sanki bilinçli kontrol yokmuşçasına kendiliğinden hareket edebilir.” Diğer bir deyişle yetenekli ve deneyimli müzisyenler karmaşık notalı, deşifresi zor eserleri seslendirirken armonik yapıyı koruyarak müzikal sezgi ile bestenin devamını zihinlerinde hisseder ve icra eder.
Dr. Kreyn “son yıllarda müzisyenlerin beyinleri üzerine yapılan görüntüleme çalışmaları (Difüzyon Tensor Tomografisi), yüksek eğitimli müzisyenlerin beyinlerinin bazı bölümlerinin yapısının eğitimi az olanlardan daha gelişmiş olduğunu gösterdiğini” söylüyor. Ek olarak, “güncel görüntüleme çalışmaları, profesyonel klavyecilerin, işitsel ve motor alanları birbirine bağlayan çeşitli beyin bölgelerinde (görsel-uzaysal akıl yürütme bölgeleri) gri madde yoğunluğunda belirgin artış, yani gelişmişlik olduğunu göstermektedir. Beyin yarım kürelerini birbirine bağlayan beyindeki en büyük beyaz cevher yapısı olan Korpus kallozum adlı köprünün kalınlığının artması müzik eğitiminin sonucudur. Kalınlığın artması aynı zamanda müzisyenlerde beynin her iki yarı küresinin de müzisyen olmayanlarınkine göre daha büyük olduğunu göstermiştir”, şeklinde açıklıyor. Özetle öyle gözüküyor ki tüm bu bilgiler ışığında müzik icra sürecinin bilimsel olarak anlaşılmasına bir adım daha yaklaşılmıştır; müzik performansının bu karmaşık psikomotor işlevlerinin ayrıntılarının aydınlatılmasından sonra sıra henüz açıklanamayan estetik duyguların mekanizmasının çözümlenmesine gelecektir.
Uygulamalı Nörofizyolog Vivienne Marcus da nota okumakla yazı okumayı kıyaslıyor ve nota okumanın çok daha zor bir bilişsel işlev olduğunun üzerinde duruyor3. Dr. Marcus “gözlerin kâğıt üzerinde gördüğü noktaları ve şekillerin görüntüsünü beyne ilettiğini, beynin de bunları çözümleyip anlamlı hale çevirdiğini” hatırlatıyor. Ardından da “beynin farklı bir bölümünün, eğer bellekte mevcut ise bu anlamları gırtlak, dil ve dudakların hızlı, ince ve hassas hareketlerine dönüştürdüğü” bilgisini ekliyor. Diğer bir deyişle tanıdık olan şekiller bu motor işlevleri uyarıyor ve ortaya okuma, çalma veya şarkı söyleme sesi çıkıyor. Ancak belli ki karmaşık şekilli notaları okumak ve bunu müziğe çevirmek, basit şekilli harfleri okumak ve bunu söze çevirmekten çok daha zor, en az yetenek kadar çalışma da gerektiren bir iş. Orkestra şefinin işi daha kolay değildir; şef en az on, belki daha çok sazın notalarının yazılı olduğu partisyonu okuması, tüm orkestrayı duyması, ritmi ve beraberliği sağlaması, müzikte yeri gelen müzisyene işaret vermesi, ayrıca kendi el, kol ve tüm bedenini de yönetmesi gerekir.
Bu bilgilerden görüldüğü üzere güncel beyin araştırmaları yüzyıllardır sorulan soruya, neden herkesin müzisyen olamayacağına ışık tutuyor. Müzisyenlerin nasıl önden okuyabildiği de anlaşıldığına göre artık sıra sanatçıların kendilerine özgün yorum ve yaratım yeteneğinin kaynağı keşfetmekte!
Pınar Aydın O’Dwyer
30 Ekim 2022, Ankara
Not: Prof. Dr. Oğuz Tanrıdağ’a ve solist viyolonsel sanatçısı Doç. Sinan Dizmen’e verdikleri bilgiler için teşekkür ederim.
1 https://www.sanattanyansimalar.com/romanlar-yoluyla-beyni-ogrenmek/4218/