Avrupa’da 15-16. yy.’da başlayan büyük düşünsel/toplumsal değişimlerle ve aşamalarla (Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma, …) iç içe ve/veya onların ivmesiyle tıpta da büyük ilerleme ve gelişmeler başlamış, bilimsel tedaviler ve somut olumlu sonuçlar sayesinde hekimlik; büyü, doğaüstü yaklaşımlar, deneme-yanılma gibi öğelerden arınıp, tümüyle bilimsel bir meslek statüsüne ulaşmıştır. Doğru, uygun ve tolere edilebilir tedaviye olanak sağlayacak güçlü tanısal ve tedavisel donanımlara ise 19. ve 20. yy.’da kavuşulmaya başlanmıştır.
İlk antibiyotik (1928’de keşfedilen penisilin) ancak II. Dünya Savaşı devam ederken uygulanabilmiş, ilk tüberküloz ilacı 1945’de kullanılmaya başlanmış ya da örneğin, etkinliği (etkililiği) ve güvenilirliği (güvenliliği) çok yüksek yeni sınıf ülser ve hipertansiyon ilaçları 1980’lerden itibaren tıbbi kullanıma girmiştir. 21. yy. başından itibaren ise, ilaç, aşı, cerrahi ve görüntüleme yöntemleri başta olmak üzere, bir bütün olarak tıp biliminin değişim ve gelişimi çok hızlıdır. Dolayısıyla, anestezi, sterilizasyon (asepsi/antisepsi), röntgen gibi uygulamaların insanlık ve tıp tarihinde görecelikle çok yeni (19/20.yy.) olduğunu düşündüğümüzde; özellikle 20.yy.’dan gerilere doğru gidildiğinde, çoğunlukla yoğun acı veren, ama buna karşın da etkinliği son derece düşük olan tıbbi girişimleri uygulayan eski hekimlerin durumu (zorluğu/çaresizliği) ve kaçınılmaz yüksek başarısızlık oranları daha iyi kavranabilir…
Hammurabi Kanunları’nın olduğu taş stel (Louvre Müzesi, Paris)
Ama tıbbın ve hekimlerin insanın bedensel/ruhsal sorunları ve yaşamıyla doğrudan ilintili olmasından, yetersizlik ya da başarısızlık (yani fiziksel/psişik acı, sakatlık ya da ölüm) karşısında ise bir başka seçenek/olanak bulunmamasından dolayı, tedavideki olumsuzluklar hemen her dönemde ve uygarlıkta, öfke ile alay arasında kalan geniş bir ölçekte tepki görmüştür. Örneğin Babil krallarından Hammurabi’nin (Yönetim Dönemi: M.Ö. 1792-1750) ünlü yasalarında, hekimlik ve hekimlerin sorumluluklarından da bahsedilmiş, yapılan tıbbi hatalara ise tüm yasaların özünü oluşturan “göze göz, dişe diş” kuralı ve “özgür insan-köle” ayrımı kapsamında cezalar getirilmiştir [1,2]: “Eğer bir hekim, (soylu/saygın) bir adamı ağır yarası için bronz bıçakla (neşterle) ameliyat edip (üzerinde çalışıp) ölümüne sebep olursa veya adamın şakak bölgesini (gözündeki apseyi) bronz bıçakla açıp, adamın gözünü kör ederse, elleri (parmakları) kesilecektir.” Dolayısıyla, hekim başarısızlığının Babil’deki kadar olmasa da, en azından birkaç yüz yıl öncesine değin önyargılarla, nedensellik ilişkileri kurulmadan, hatta içgüdüsel bir sertlikle değerlendirildiği, hekimlerin (özellikle yönetici sınıfı tarafından) değişik tarz ve derecede cezaya da (şiddete) maruz kalabildikleri kestiriminde bulunmak hatalı olmayabilir. Öte yandan, tarihsel süreçteki böylesi tüm duygu ve edimlerin bir yansıması olarak da şiirler, öyküler, romanlar, fıkralar, oyunlar, komedyalar ve şarkılarda doktorlarla ilgili olaylara, figürlere ve görüşlere kısacası tıbba yönelik olumlu/olumsuz eleştirilere sıkça rastlanılır.
Doktor Ziyareti (1660/62) - Jan Steen (1640-1719)
Bu bağlamda, Batı edebiyatında tıp doktorları özne, hekimlik ise konu (tema) olarak epey yer bulmuştur. Molière (1622-1673), en tanınanı (ve son oyunu) Hastalık Hastası (1673) olmak üzere; Âşık Doktor (1658), Uçan Doktor (1659), Sevda Hekimi (1665), Zoraki Tabip (1666) gibi komedi oyunlarıyla hekimleri/hekimliği en çok konu eden (ve eleştiren) yazarlardandır. Honoré de Balzac’ın (1799-1850) ayrıntılı mekân, doğa, insan, toplum ve dönem tasvirleriyle Köy Hekimi (1833), salt konumuz anlamında da, önemli bir yapıttır. Yine, Boris Pasternak’ın (1890-1960) ilk kez 1957’de yayımlanan ünlü romanı (belki ondan da ünlü 1965 yapımı sinema filmi ve film müziğiyle) “Dr. Jivago”, günümüz gençlerine değin, kuşaklar boyunca bilinen, edebiyatta “doktor” denilince ilk akla gelen eserlerden biridir örneğin. Ya da, kendisi de bir tıp doktoru olan ve çok sayıda hekim/hekimlik temalı roman yazan A. Joseph Cronin’in (1896-1981) ve Albert Camus’nün (1913-1960) unutulmaz doktorları Andrew Manson (Şahika,1926) ile Bernard Rieux (Veba,1947)…
Türk edebiyatında da, konunun hekim/hekimlik merkezli olduğu (örn. Yeryüzünde Bir Melek (1879) / Ahmet Mithat Efendi; Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (1892) / Mizancı Murat; Kırık Hayatlar (1924) / Halit Ziya Uşaklıgil; Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) / Peyami Sefa, …) çok sayıda yapıt vardır. Ama romanlarında (örn. Çalıkuşu (1922), Dudaktan Kalbe (1925), Yeşil Gece (1928), Değirmen (1944),…) doktor karakterini (roman kişisini/tipini) en fazla, ve genellikle de olumlu tiplemelerle, kullanan yazarımızın Reşat Nuri Güntekin (1889-1956) olduğu görülmektedir [3].
Öte yandan, edebiyat birikimimizde “hekimlik” üzerine mizahi ögeler ve yapıtlar da mevcuttur. Örneğin, döneminin yönetimini, bürokratlarını, yolsuzluk ve haksızlıklarını şiirlerinde yergi (hiciv) yöntemiyle eleştiren Şair Eşref’in (1847-1912) birkaç şiirinde yine döneminin “tıbbı” ve “tabipleri” de, nükteli (esprili) bir üslupla hicvedilmişlerdir [4].
Etibbâ öldürür kim hastegânı öyle süratle
Ederler vâreste Azrail’i külfetten.
[etibbâ: doktorlar, vâreste: kurtulmuş, uzak]
Doktorun hastalara verdiği ekser reçete
Sanki celbiyyesidir mahkeme-i kübrânın.
[ekser: çoğu, celbiyye: çağrı kağıdı, mahkeme-i kübrâ: öbür dünya]
Gitse bir hastaya doktor X...
Kurtulur lâhzada anî, o alîl.
Çıkmadan doktor efendi kapıdan,
Bacadan girer çünkü Azrâîl.
[alîl: hasta, hastalıklı]
Şair Eşref’ten sonra en önemli ve geleneksel heccavlarımızdan kabul edilen ve bir şiirinde “hazâkatzede” (hazâkat: tedavide ustalık, tıpta üstatlık) olduğunu belirten Neyzen Tevfik de (1879-1953) doktorları ve tıp ile hep mizah dolu bir çekişme içinde olmuştur; kimi nükteli sözleri, yanıtları ve fıkralarında gördüğümüz üzere [5].
Arles Hastanesi Hasta Koğuşu (1889) - Vincent van Gogh (1853-1890)
Ama artık günümüzde ve aslında uzunca bir süreden beri, doktordan, tedaviden ya da hastaneden hoşnutsuzluk veya yakınmada; rasyonelliğin, nesnelliğin, eleştirinin, yerginin ve mizahın yerini hakaret, tehdit ve şiddetin aldığını üzüntüyle ve hayretle görmekteyiz. Bugünden gerilere, yani tıbbın neredeyse mutlak ya da kısmi bir çaresizlikten ibaret olduğu geçmiş dönemlere baktığımızda; hekimlik ve hekimler, toplumda genelde edebiyat, resim, karikatür, müzik ve filmler/parodiler aracılığıyla betimlenir, tartışılır, övülür ya da yerilirken, şimdi bir tür “şiddet salgını” ile de mücadele etmektedirler maalesef. Üstelik de, tıp bilimi hastaların beklentisini karşılama (sağaltımsal başarı) anlamında tarihinin (şimdiye kadarki) en iyi dönemindeyken ve artık insanlığın geleceğinde başka boyutlar oluşturma yetenek ve yetkinliğine ulaşmışken…
Her ne kadar yine burukluk ve hüzünle gelse de, “14 Mart Tıp Günü” kutlu olsun; tıp biliminin belki kötülük ve şiddet “hastalıkları”nı da yeryüzünden “eradike edebildiği” bir gelecek umudu ve dileğiyle…
SAMİ EREN
12 Mart 2022, Ankara
KAYNAKLAR:
Harper RF. The Code of Hammurabi. The University of Chicago Press- Chicago. Callaghan & Company. Second Edition, 1904. s.79
https://fr.wikipedia.org/wiki/Code_de_Hammurabi Erişim Tarihi: 07.03.2022
Asiltürk, B. Reşat Nuri Güntekin’in romanlarında doktor tipleri. Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, 2010: 3 (Ocak-Haziran), 17-38.
Kabacalı, A. Çeşitli Yönleriyle Şair Eşref. Hayatı, Sanatı, Yergileri. Özgür Yayın-Dağıtım-İstanbul. Birinci Baskı, 1988.
Kabacalı, A. Çeşitli Yönleriyle Neyzen Tevfik. Hayatı, Kişiliği, Şiirleri. Özgür Yayınları-İstanbul. Üçüncü Basım, 1996.
Tablo: Doktor Ziyareti (1660/62). Jan Steen. (Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/The_Physician's_Visit Erişim Tarihi: 07.03.2022).
Fotoğraf: Hammurabi Kanunları steli (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Hammurabi Erişim Tarihi: 07.03.2022)
Tablo: Arles Hastanesi Hasta Koğuşu (1889). Vincent van Gogh. (Kaynak:https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Ward_in_the_Hospital_in_Arles.jpg Erişim Tarihi: 07.03.2022)