1332- 1406 yılları arasında Kuzey Afrika’da Tunus’ta yaşamış Arap tarihçi İbni Haldun’un adı kültürel tartışma konuları arasında sıkça geçer.
Onun tarihçiliğine ek olarak, kişiliğine toplumbilimci, coğrafyacı ve düşünür gibi kavramları eklemenin daha doğru bir yaklaşım olacağına inanmak gerek.
Temel yapıtı “Kitab el-’İber” adını taşır.
Söz konusu yapıttaki “İnsanın Toplumsal Yaşamının Niteliği Üzerine” bölümünün içeriği nedeniyle kitleler tarafından kitap “Mukaddime” olarak bilinir.
Başka bir çalışma yaparken yeniden okunan kitabın gündeme gelme nedenlerinden bir diğeri de yakın zamanda yeni bir çevirisinin tamamlanmış olması. Bilindiği kadarıyla önceki yıllarda çevirisine başlanmışsa da değişik nedenlerle yarım kalmıştı. Daha sonra farklı yayınevleri tarafından çevirileri çıktı. Bu kez Onur Yayınları adı geçen yapıtı 3 büyük ciltte okurlarla buluşturdu. Böylelikle kültür yaşamımızda büyük bir boşluğun giderileceğine inanıyorum.
Peki, bu yapıtı güncel kılan şeyler nelerdir?
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Yazarın yaşadığı dönem, 14. yüzyıl ile 15. yüzyılın başları Avrupa anakarasında erken Rönesans’ın ortaya çıkacağı yıllara denk düşüyor. Aynı zaman aralığında Avrupa’nın resim, heykel ve mimarlık yanında düşün alanında da ulaştığı aşamalar anımsanırsa Arap toplumunun aynı zaman aralığına denk düşen göçebe yapısını anlamak daha kolaylaşır. Doğal ki, göçebelik tek başına ele alınması gereken bir olgu değil. O doğadaki yaşam koşulları, toplumsal değer yargılarını da biçimlendirmekle etkisini göstermiştir. Katı, reflekse dayalı ve söz sanatlarının ağır bastığı bir dünya görüşü sarmalar bölge insanını. Yeri gelmişken şiir sanatının eski ve önemli örneklerini kapsayan Muallakatı Seba (Yedi Askı)’yı anmadan geçmek olmaz.
Söz sanatları dışında başkaca sanat alanlarına ilişkin örnekler bulunup bulunmadığı konusunda çok fazla bilgiye sahip değiliz bugün. Çünkü günümüz Arap yönetimlerinin dış dünyaya kapalı anlayışları bu engelin en büyük nedeni.
Göçebeliğin kendine özgü yapısının ortaya çıkardığı insan modeli yerleşik kültürün değer yargılarından ayrı bir yapı sergiler. Ancak her toplumda görülebileceği gibi burada da değişik dönemlerde etkileşimler sonucu yükselip alçalmalar ortaya çıkmıştır. Özellikle Avrupa’da Ortaçağda yükselen kilise baskısıyla antik felsefe metinlerinin yok edilme tehlikesi karşısında bu yapıtlar Mısır ve Ortadoğu’ya kaçırılmıştı. Bugün elimizdeki kaynakların çoğu bu süreçte Arapçaya çevrildiği için kurtulmuş oldu. İbni Haldun’un kitabında değinilmeye çalışılan özelliklerin ayrıntılı açıklaması bulunuyor. Bu konuya ilişkin değerlendirmeleri için şu satırları okumak yeterli olacak: “İlk Usta’nın, (Aristoteles) bu konudaki yapıtları halk tarafından ulaşılabilir niteliktedir. İbni Sina Şifa ve Necat adlı yapıtlarında Aristo’nun yapıtlarını özetlemiştir. Ayrıca İspanyol filozofu İbni Rüşd de bir o kadarını yapmıştır.” (cilt: 3, s. 99) Görüldüğü gibi Antikçağ düşünürlerinin görüşleri uzak yolculuklar sonucu bir başka kültürde, bir başka iklimde insanlara ulaşabiliyor.
Bizler yönünden ilgi çekecek bölümlerin sanatla ilgili anlatımlar olacağı kuşkusuz. “Sanatçıları en az olan Araplardı” başlığı altında söylediklerine kulak verelim: “Araplar, yerleşik yaşama (el-‘umrân el-hadarî), bu yaşamın sanatlarına ve yapıtlarına herkesten uzak, kökleşmiş bedevilerdir…. Onun için Arapların ülkesinde ve İslam ile birlikte ele geçirdikleri bölgelerde çok az bir sanat uygulaması vardır, sanat ürünlerini dışarıdan getirtmek gerekir. Tersine, Çin gibi, Hindistan gibi, Türklerin ve Hıristiyan milletlerin topraklarında bol miktarda sanat (zanaat) bulunur ki…) (c.: 2, s.: 212)
Okudukça yazılanların günümüzü tanımlar gibi olduğu dikkatlerden kaçmamıştır sanırım. İlgili bölümde yer alan kimi başlıklara da bir göz atma zamanı: “Bir kent tamamıyla örgütlenmediği ve yerleşik kültür tamamlanmadığı sürece insanlar vazgeçilmez olan gereksinimlerden başkasını düşünmezler, yani her şeyden önce beslenme ve tahıllarla ilgilidirler.” (c.: 2, s.: 209). “Sanat batan kültürün ardından ayakta kalamaz.” (c.: 2, s.: 210)
“Araplar, doğaları gereği, başkalarının mallarına el koydukları gibi her türlü hakemlikten ve kamu düzenini sağlamaktan da uzak dururlar. Bir halkı yenilgiye uğrattıkları zaman, buradaki amaçları o halkın mallarına el koymak için bu yengiden yarar sağlamaktır. Üstelik yasaya da boşverirler. Kimi zaman suçlar para cezalarıyla cezalandırılır, bu da maliyenin gelirlerini arttırmak ve bunlardan para olarak yarar sağlamak içindir.” (c.: 1, s.: 254)
Örnekleri çoğaltabiliriz. Değinilen gözlemler hiç de yabancı gelmiyor bizlere.
Burada ancak İbni Haldun’un bakış açısını gösterebilmek yönünden konumuzla ilgili en çarpıcı birkaç örnek seçildi. Elbette bunlar hakkında bilgi sahibi olabilmek açısından kitabın tamamını okumak gerektiği açık. Alt başlığı “Evrensel Tarih Üzerine Konuşmalar” olan Mukaddime’nin coğrafyadan tarihe, kültürden sanata değin açılan geniş bir yelpazeye sahip olduğunu söyleyelim. Zamanın Arap toplumunu yaşam ve kültür değerleri açısından anlayabilmenin yolu kitabın sayfaları arasında bekliyor. Bunu belirtirken sanılmasın ki içinde yer alan bilgiler düne ilişkin. Günümüzdeki kimilerinin egemen kılmaya çalıştığı Arap ideolojisinin temelinde cumhuriyetin çağdaş ve aydınlanmacı yapısı yerine bu özellikleri dayattığı unutulmamalı. Kitapta yer alan çoğu gözlemlerin bugün de varlığını koruduğunu bilmek zor değil. Zaten yazarı evrensel yapan da bu yönü değil mi? Kendi toplumunu gözleyip onunla ilgili değerlendirmeler yapmak yüzyılları aşmasının kanıtı olmalı..