Nuri - Suna Abaç'ların Evi
Tunalı Hilmi Caddesi'nde İş Bankası'nın karşısındaki binanın 3. katında bir araya geliyorduk, her zaman güler yüzle, sevgiyle, içtenlikle karşılandığımız bu evde. Duvarları ilk dönem resimlerinden, yakın döneme kadar örneklerin sunulduğu bir sanat yuvasıydı burası. Doğal olarak, aynı zamanda sanat insanları, sanat dostları ve sanat tutkunlarınca bütün saygınlığınca. sadece sanatın konuşulduğu.
Suna abla ve Nuri Abaç evlerinde ziyaret edilmeyi, konuk ağırlamayı, bütün sevecenlikleriyle ikramlarda bulunmayı çok seven insanlardı. Konuk edilmeyi de sevdikleri gibi.
Bu fotoğrafta bulunan herkesle ilgili yoğun anılarımız var. Bu nedenle sırayla zaman içinde hepsini yazmaya çalışacağız. Bu kez resmin çekildiği bu ev, bu aile ve bu grubu genel bir anımsama ile paylaşmak istiyoruz.
Zaman çok çabuk geçiveriyor. Yazılan, çizilen, belgelenenler kalabiliyor en azından, okuyanlar, ilgi duyanlar açısından. Bana göre herkes yazabildiği, anlatabildiği, belgeleyebildiği oranda bu çabayı göstermeli. 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl sonrasında geride neler kalmış, neler yaşanmış sorularına karşı bir küçük iz.
Ayaktakiler
Ergun Evren (Yazar, Köy Enstitülerin kurucularından Nazif Evren’in oğlu)
Baki Kurtuluş Beyin Eşi
Baki Kurtuluş (Eğitimci, Yazar, Gazeteci, Yayıncı)
Şükran Pekmezci (Eğitimci, Ressam)
İsmail Altınok (Eğitimci, Yazar, Ressam)
Zahit Büyükişliyen (Prof. Eğitimci, ressam, Yazar)
Nuri Abaç (Mimar, Ressam)
Doğan Akça (Ressam)
Oturanlar
İsmail Altınok’un Eşi
Münip Özben (MTA. Doğa Tarihi Müzesi Kurucusu, Ressam)
Suna Abaç (Nuri Abaç’ın eşi)
Hamiye Çolakoğlu (Prof. Eğitimci, Seramik Sanatçısı)
Sühendan Fırat (Ressam)
Doğa Akça’nın eşi Ayfer Akça
Saat 23.20. Bilgisayarımda eski dosyaları, eski resimleri karıştırıyordum. Bu resmi görünce cızz etti içim. Nuri Abaçların evinde toplandığımız bir gecenin anısı, belgesi. Arka sıradan, soldan başladım saymaya:
Ergun Evren (1937-2018) Sürekli sarı basın kartı sahibi, Yazar, şair, proğramcı TRT eski görevlilerinden TRT İzmir Radyosu kurucusu, Çukurova Radyosu ilk müdürlerinden).... Babası Köy Enstitüleri'nin kurucularından Nazif Evren. Kızı Ödül benim öğrencimdi Hacettepe'de. Şiir ve Öykü kitapları var.
Hani yosun rengi gözlerin olacaktı senin
Hani düşlerime gelecektin
Yağmurlu bir nisan akşamında, hani
Ansızın dönecektin
Yüzümü avucunun içine alıp
Sıcacık bir elveda diyecektin bana gülerek
İsteyerek başladık bu işe diyecektin
Yavrucuğum severek... Ergun Evren.1979
Gazeteci, matbaacı-yayıncı Baki Kurtuluş'un eşi.
Baki Kurtuluş Bey, (1929-2011) geçtiğimiz yıllarda bilinmezlere gidenlerden. Yayıcılığımızda, okul kitaplarında, sanatçı resimlerinin tıpkıbasım reprodüksiyonlarında getirdiği yeniliklerle çok hizmeti olan biri. Kurtuluş Yayınlarının sahibi. Bunların hepsi ''idi'' ile bitiyor artık. Geçmişte kalıverdiler.
Eşim Şükran Pekmezci, Çok sevdiği ve kendisini seven İsmail Altınok'un yanında.
İsmail Beyi de kaybedeli yıllar oldu. (1920-2002) Şimdi oğlu Mehmet Altınok adını yaşatmaya çalışıyor; Altınok Sanat Galerisi ile. İsmail Altınok eğitimciliği, ressamlığı yanında sanat alanında yazıları ve kitaplarıyla da önemli bir sanat insanı. Önceleri Burdur'dan yaptığı doğa resimleri nedeniyle Burdur ressamı olarak anılmış, daha sonra o dönemdee Türkiye'de pek çok ressamı etkileyen Op-Art tarzı akımlardan yola çıkarak gerçekleştirdiği araştırmaları ve resimleriyle de başarılı örnekler vermiştir. Bana göre de bu serideki eserleri, üzerinde derinlemesine araştırma yapılabilecek örnekler içermektedir. Bu dönem resimlerinden sonra tekrar doğa resimleri yaşamının son günlerine kadar onun temel betimleme alanı olmuştur.
Zahit Büyükişliyen, Ankara'da yetişti, uzun yıllar Gazi Eğitim-Gazi Üniversitesi'de görev yaptı. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kurucu öğretim üyeliğiyle başarılı hizmetler verdi. Eğitim ve sanat çalışmalarını İstanbul'da sürdürenlerden.
Sevgili Nuri Abaç (1927-2008) ağabeyimiz. Her zaman Ağabeylik yaptı bize ve pek çok genç sanat insanına. Şükran'ın bütün sergilerinin ilk kontrolörü, isim ve fiyat babası olmuştur. Nadide bir insan türü. Kimsenin hakkında en küçük olumsuz bir sözcük duymadığımız, herkese güzel düşüncelerle, sevgiyle bakan pozitif insanlardan. Birlikte Paris, Brüksel, Köln şehirlerinde sergiler açtık. Bizim koruyucu babamızdı oralarda. Aniden kaybolur ve bize sağdan soldan çeşitli yiyecek, içecekler taşırdı. 2008'de uğurladık bilinmezlere.
Yazılacak, anlatılacak, paylaşılacak çok anımız var Abaç ailesi ile. Bunlardan birini yazayım buraya:
Yarım yamalak inşaatlı yeni bir ev almıştık, bahçeli. Nuri Bey çok sevinmişti özellikle, Şükran yönünden; çünkü geniş bir atölye olanağı vardı. içinde yaşanır hale getirmek için didiniyorduk sınırlı olanaklarımızla. Bir gün inşaattan söz edilince ''Senden bir şey istiyorum; bahçeye benim için bir salkım söğüt dikeceksin, büyüyecek, bana da dibinde bir kadeh rakı sunacaksın''. İşi gücü bırakıp Yahyalar'a gittik, kocaman bir salkım söğüt alıp bahçeye diktik. Hele Şükran, her gün gözümüz gibi bakıyoruz, bir an önce büyümesi için. Su masrafımız bile katlandı bu yüzden. Bir türlü büyümüyor, bunca ihtimama rağmen. Gidip ikincisini aldık, yakınına diktik onu da. Kıskandı mı ne, ilki bu kez evin boyunu aşmaya başladı.
Nuri Abaç-Suna Hanım, Mustafa Sönmez Yüceler (1944-2008) ve eşi Sevgi ile bu söğüdün dibinde oturduk, sohbet ettik, ağırladık ve onun istediği bir kadeh rakıyı ikram ettik; Pekmezci ailesi olarak büyük bir hazla...
Her iki dost da yoklar hanesinde. Şimdi her bahçeye çıkışımızda o köşeye gider, bu anıyı içimiz titreyerek yadederiz.
*
Doğan Akça,(1926-2007) Tanıdığımız sayılı resim tutkunlarından. Nuri Abaç'ın keşfi ve desteği ile. Çok verimli yaşta gidiverdi bize göre, sanat adına ne hayalleri, düşünceleri vardı, şaka gibi bir şey. Resmin yanında şiire ve yazıya düşkünlüğü içinde Yumuktepe sitesinde, Akkahve'nin Sanatçıları serisinde, benim hep bireysel bellek ve toplumsal bellek olarak savunduğum gibi çok önemli, hatta belge niteliğinde anı ve öykü yazıları var.
Oturanlar: İsmail Altınok ağabeyimizin eşi. Biri doktor, diğeri hariciyeci iki evlat sahibi ana. İsmail Beyden kısa bir süre sonra o da terki diyar edenlerden.
Münip Özben (1932-2005) ağabeyimiz. Erken kaybettiği eşine düşkünlüğü ile bilinenlerden. Münip Bey her zaman, her yerde, herkese karşı saygılı tipik bir İstanbul efendisi olarak sevgi ve saygı gördü. Son yıllarda çok zorlu sağlık sorunları içindeydi.
Suna Abaç: Abaç'ın her şeyi. Suna ablamızın bir geleneği vardı; bizim açtığımız her sergiye mutlaka çok beğenilen kekler yapar getirirdi. Bizleri ''evlatlar'' diye onurlandırırdı. Nuri Beyin kaybından çok etkilenen, kolu kanadı kırılanlardandı. Ondan sonra perişanları yaşadı. Şimdi hiçbirşeyden habersiz, kimseyi tanımadan Ümitköy'de bir bakım evinde.
Hamiye Çolakoğlu, (1933-2014) İnsan sevgisi, öğrencillerine tutkulu, Yurt ve Atatürk sevgisi aklıma gelir, her zaman Hamiye Hanımı anınca. Yıllarca Hacettepe Güzel Sanatlar'da birlikte çalıştık. Her toplantıda kendine özgü çocuksu coşkusu ve tavrı ile mutlaka bir şiir okumadan duramazdı. Pozitif insan örneğiydi. O da alzaimer belası ile zorluklar içinde bir kış günü bilinmezlere uğurlandı.
Sühendan ablamız. (1929-2000), Her zaman ablamız olarak andığımız. Ender insan tiplerinden. Çok özel alışkanlıkları, huyları, tavırları, zevkleri vardı. Seçici, tavır koyucu yanı nedeniyle çok fazla arkadaş çevresi yoktu ama sevdiklerini de tam severdi. İlki Atatürk olmak üzere sanat konusunda kendine özgü felsefeye sahip nadir insanlardandı ve taviz vermeyeceği ikinci konuydu sanat onun için.. 1960'larda resim alanında eklektik malzemeleri, çarkları, bebekleri, metal, cam parçalarını cesaretle kullanabilen, üçüncü boyutu zorlayan, zaman zaman metafizik duygu ve düşüncelerini betimleme çabasını özgürce uygulayabilen bir ressamdı. Sağlık sorunlarına rağmen yurt dışı müze ve sanat merkezlerini gezerek, gidemediği zamanlarda da evinde sanat kitaplarını dikkatle inceleyerek çağdaş sanatı izleme çabasını yakından bilenlerdeniz. Onun yaşadığı zaman içinde yeterince anlaşılamadığını ya da sanat kuramcıları ve sanat etkinliği tasarlayıcılarınca yeterince ilgilenilmediğini düşünenlerdenim. Bütün resimlerini Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'ne bağışladı.
Anamız gibiydi, çok güzel günlerimiz, anılarımız var onunla. Değer verdiğimiz, değer verdiğimizi bilen ve değer veren biri. Hiçbir tavrın altında kalmamak gibi bir vefası da vardı. En küçük bir hediyemizi bile yıllarca değer verdiği objeler olarak koruduğunu, kullanmasa bile yanında, yakınında bulundurduğunu biliyorduk. Ne zaman evine gitsek, oturduğu koltuğun kenarında benim Pakistan'dan onun için özel olarak aldığım şalı veya Şükran'ın aldığı bir hediyeyi bulundurmaya özen gösterirdi. Bizim bulgur pilavı tutkumuzu öğrendiği günden itibaren her gittiğimizde masada hazır bulgur pilavı bulurduk. Bir yere hediye alınacaksa nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda çok şeyler öğrendik kendisinden. Gün görmüş, köklü bir aileden gelen; varlığı, yokluğu bilen biriydi.
Bazı konularda, aile bilgileri, sırları, kişisel sıkıntıları sözkonusu olduğunda dışarıya çok kapalı bir kimlik olmasına karşın Şükran onun sırdaşı, anılarını paylaştığı nadir insanlardan biriydi. 3-4 yıl Sühendan Fırat'la ilgili pek çok araştırma yapan, onun isteği ve bilgisi ile kişisel arşivini inceleme fırsatı bulan bir aileyiz. Kapsamlı bir kitap olarak yayınlandı bu çalışmamız. Kimileri bütün paragözlü bakışlarıyla bu çalışmaları ve kitabı bir para karşılığı yaptığımızı sandı. Oysa ki bizim çıkarımız ikram edilen onun sevgisiydi ya da çalışmamızın karşılığı olan onun analığı ve bir tabak bulgur pilavıydı. Benim gibi çok küçük yaşta anasız kalanların; yaşamı dişiyle tırnağıyla didinerek elde edenlerin duygusunu bazı insanların anlaması da anlatmak da çok zor.
*
Doğan Akça'nın eşi Ayfer Hanım. Doğan Beyin koruyucu meleği. Şimdi onun anılarına sahip çıkma sorumluluğunda.
Resmi çeken benim. Bu yüzden yokum aralarında. Bu insanlar aklıma her düştüğünde içimde nasıl karma karışık duygular yaşıyorum, anlatılmaz. Hey günler, aylar, yıllar, neler alıp götürdüğünüzün farkında mısınız:
14 kişiden kaç kişi kalıvermiş bakın. sadece 4. Suna ablanınki yaşamak sayılıyorsa.
Bu ve benzeri yazıların bir amacı da nice değerlerimizi yaşadığı zaman içinde ya da birlikte yaşadığımız zaman içinde gereğince onurlandırabildik mi; sevgimizi, saygımızı gösterebildik mi? Yanında yakınında olmanın hazzını yaşayabildik mi? Yeterince bilgisinden, sanatından, şiirinden, kültüründen, anısından beslenebildik mi? sorularıyla kendimizi yargılamamıza fırsat yaratmasıdır.
Her geçen zaman çeşitli değerlerimizi de alıp götürüyor, bunu engellemeye gücümüz olmayabilir ama yok ediveren zamanın elinden neler kurtarabildiğimizin hesabını yapabilmek de elimizdedir.
Hasan Pekmezci
20 Ocak 2019