13 Ekim 1923 Ankara’nın başkent ilan edildiği gün. 29 Ekim de Cumhuriyet’in 100. 100. yılını kutlayacağımız önemli tarihler. Elbette yeni bir toplum yaratmanın da başlangıç noktaları bunlar. Çağdaş bir devlet olma heyecanı doğal olarak pek çok yeniliğe sahip çıkma, buna kendini uydurma çabalarının da yoğunluğu demek.14 Ekim 1923, bir başka alanda; Sanat dünyamız için 100. Yıl. Cumhuriyet’i kuranlarca bu ulusun kültür ve sanatı adına en önem verileni.
‘’Ankara’nın başkent ilan edilmesinden bir gün sonra 14 Ekim 1923’te açılan Birinci Ankara Resim Sergisi’ni, yeni başkenti ve sanatı özdeşleştirme çabalarının bir göstergesi olarak değerlendirmek mümkündür. Birinci Ankara Resim Sergisi’nde teşhir edilen yapıtlar, sergiye katılanlar tarafından, sanatseverlerin kalplerini rahatlatacak nitelikte bulunur. Ressamların, sergilerin bir ayağını Ankara’ya taşımaları onları mahrumiyet altında çalışmaktan kurtaracak elin uzanması olarak yorumlanır. Ankara Türk Ocağı Binası’nda açılan Birinci Ankara Resim Sergisi, Anadolu’da açılan ilk resim sergisi olma özelliği ile ön plana çıkmaktadır. Uzun zamandır büyük zorluklar içinde çalışan Türk ressamlığının ve resminin doğuşunun işaretlerini taşıması bakımından önem göstermektedir. (Anonim, Resim Sergisi (14 Teşrini Evvel (Ekim) 1923). Hâkimiyet-i Milliye). Bu durum Türk resim sanatçıları için gerçek bir sınav hüviyetindedir. Resimle doğrudan tanışan Anadolu halkı ve siyasî otoritenin tutumu, yarının Türk resminin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Ankara sergilerini özel kılan bir başka durum, Gazi Mustafa Kemal’in sergiyi ziyaret ederek “gördüğü eserlerden duyduğu memnuniyeti” ifade etmesidir ‘’ (3) (Anonim, Gazi Paşa Hazretleri ve Sanat (24 Teşrin-ı Evvel (Ekim) 1923). Hâkimiyet-i Milliye). Pamukkale Üniversitesi S.B.E. Dergisi, Sayı 27, Mayıs 2017 H. Özyiğit… https://dergipark.org.tr/tr/download/article-
Bu tarihlere kadar Ankara’da sanat ve sanatçı konusunda bir iki isim saymanın bile zorluğu yanında İstanbul sanat ortamının ilgi alanında bir Ankara ve hatta Anadolu’nun hiç yer alamadığı düşünülünce sanatın ne denli İstanbul’la sınırlı kaldığı görülecektir.
Alıntıda belirtilen tarihi etkinlik bu nedenle dönüm noktası. Daha sonra yaşanan ve günümüzü yaratan bütün sanat hareketlerinin de mayası. Elbette bunların her biri başlı başına birer araştırma konusu.
***
Bizler 1960’larda başlayan sanat serüvenimizde sanat insanlarımızın, ressamlarımızın, heykelcilerimizin, seramikçilerimizin yarattığı geleneğin ikliminden beslenmeye çalışanlar olarak bu serüvenin kahramanlarını anmayı, onlarla ilgili anı kırıntılarını paylaşmayı ayrı bir duyumsama olarak görüyoruz.
Unutkanlık elbette kaçınılmaz insani zaaflardan. Ama bu geçmişi, yakın geçmişi, daha dünü unutuvermek, yok sayıvermek halinde seyrediyorsa hastalık hali demek gerekir. Bugün yapılan her şeyi, o her şeyin yoktan var edildiği olanakları düşünmeden ‘’Cumhuriyet tarihinin en büyük bilmem nesi’’ çığırtkanlığına dökmek ve her konuda Cumhuriyetin kazanımlarını yok sayma, geri plana iteleme çabaları da bu bağlamda değerlendirilebilir...
‘’Başkaları unutsun, vefa denen, saygı denen insani duyumu yok saysın ama sanat insanları bu duruma düşmesin’’ diyenlerdeniz.
Sanat adına bir çivi çakan, bir fırça izi bırakan, bir cümle kazıyan kim varsa sevgi ve saygıyla anmak.
Hele bu anma fotoğraf denen müthiş icadın olanakları üzerinden görsel anlamda da çoklu çağrışımlar, duyumsamalar getiriyorsa. Göze, beyne nakşediyorsa.
İşte bu günün konusu böyle bir fotoğraf. Her biri başlı başına birer değer olan yaratıcı sanat insanlarımız. 20 dev insan bir görsel karede. Aralık.1969 da Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde Hikmet Onat sergisinde bir araya gelen sanatçılarımız. (Sevgili Fethi Arda’nın oğlu Övgü Arda’nın isimlerle ilgili verdiği bilgilerle)
Unutulmaması gereken bu resme bakarken neler düşünüyor insan; günümüzde çekilebilecek her karenin yıllar yıllar sonra onu izleyenlerde ne gibi duyumsamalar yaratabileceği gibi. Çok söze girmeden özetle, birkaç cümle ile.
Önde: İsmail Altınok (1920-2002), Kayıhan Keskinok (1924-2015)
Oturanlar: Refik Epikman (1902-1974). Halit Doral (1906-1997), Hikmet Onat (1882-1997), Eşref Üren (1897-1984), Melih Soley (?..)
Ayaktakiler: Mürşide İçmeli (1930-2014), Nüzhet İslimyeli (1913-2005), Şükrü Erdiren (1914-1991), Fethi Arda (1934-1996), Naciye İzbul (1912-2002), Nermin Pura (1923-?), Turan Erol (1927), Adil Doğançay (1900-1990), Numan Pura (1907-1989), Hikmet Duruer (1926-2004), Nuri Abaç (1926-2008), Osman Zeki Oral (1925-2012), Lütfü Günay (1924-2021)
Her biri anılarımızda ayrı ayrı yer edinen, bazılarını ‘’Ağabey’’ olarak gördüğümüz, bazılarını sanat kültürümüz içinde çok yönlü tanıma fırsatı bulduğumuz, bazılarını anılarımız bir yana kimliğimizde izleri bulunan öğretmenlerimiz olarak her zaman sevgi ve saygı ile andığımız.
Önden başlamalıyım, çok özet olarak tanıtmaya bu her biri değerli sanat insanlarını. Elbette bir biyografi yazısı değil amacımız, birkaç cümle ile de olsa geçmişin bir görsel karesi ile duygusal ve düşünsel bağ kurabilmek, vefa adına.
İsmail Altınok (1920-2002)
Öğrenciliğimizden, öğretmenliğimizin ilk yıllarından başlayarak önce eserleriyle, zaman içinde de yazıları, kitapları, sohbetleri, kimlik ve kişilikleriyle tanıma olanağı bulduğumuz ressam-eğitimci, yazar.
Burdur Ressamı olarak bilinen, bir zamanlar resim kitapları, reprodüksiyonlar yönünden görsel yoksulluğu içinde olduğumuz yıllarda, resimlerinden, Köylü portrelerinden yapılan kartlarını öğrencilerimize ders desteği olarak sunduğumuz.
Özellikle 1980 sonrası daha yakından aile ortamı ve çevresiyle birlikte; eşi, çocukları ile birlikte güzel anılar yaşadığımız. Onun yaşamını ele alan bir kitap çalışmasının basım aşamasına getirilmesinde yazan olarak çabalarımız. Şimdi vefalı çocukları tarafından adına kurulan sanat merkezinde sürekli sergi ve sanat etkinlikleriyle anılan.
Kayıhan Keskinok (1923-2015)
Yazılarımda dilim döndüğünce çok anlattım, 1960’lı yıllarda bizim sanata bakışımız, hatta hayata bakışımız konusunda bilinçlenmemize olan katkılarını, sevgili öğretmenimizin. Elbette sadece benim değil, sanat camiasında pek çok kişinin de hayatında yeri olan bir idol kimlik.
Bir insanda yaşam felsefesinin ne anlama geldiğini; sanat denen bu çok özel alanda sanat felsefesi olmadan sanatın olamayacağını ondan öğrendik. Klasik ders saatleri içinde değil; gece yarılarına kadar süren sanat söyleşilerimizde. Sanat, sanatçı ve toplumsal duyarlılık denince ilk aklıma gelen insanlardan; isyancı, protest. Hem düşünsel, hem de eylemde. Onun gezi eylemcilerine dair büyük boyutlu kompozisyonu her an gözümün önünde.
Gazi Eğitim’de onun nöbetçi olduğu, olacağı günleri bilirdik hepimiz. Ona göre hazırlanırdık, gece sohbetlerine, onu uyutmamak da vardı hesaplarımız içinde. Bunları tek tek yazdım sağlığında, hakkında yazdığım yazıyı okudu, beni aradı, kutladı. Nasıl mutlu olduğumu anlatmam zor.(Bakınız.sanattanyansımalar.com)
Bizim için bu gibi insanlarla çok farklı yaş dilimlerinde, farklı görev alanlarında bir arada olabilmeyi büyük birer şans sayanlardanım. Yaşamının sonuna kadar sesini duyabilmenin de ayrı bir kazanım olduğu gerçeğiyle.
Kayıhan Keskinok Cumhuriyet’le doğmuştur. Bu nedenle de bu kavramın ne anlama geldiğinin bilinci içinde yaşamının sonuna kadar tavizsiz Cumhuriyet sanatçısı olmuştur. Gazi Eğitim’de öğrenciliği sırasında salt resim alanında değil; müzik, tiyatro, opera yanında spor, planör ve paraşüt etkinliklerine kadar pek çok alanda genç Cumhuriyet’in tüm dinamizmini yaşamına dahil etmeye çalışmıştır. Daha sonra bunları yurt dışında pekiştiren birikimiyle hem Anadolu’da hem de Gazi’de çok sayıda sanatçının ve eğitimcisinin önderlerinden olmuştur.
Refik Epikman (1906-1997)
Türk resim sanatı tarihini inceleyenler ve bizim gibi işi bu olanlar için Refik Epikman başlı başına bir tarih demektir.
1924’te Cumhuriyet’in daha ilk yılında sanat eğitimi için yurt dışına gönderilenlerden. Sadece resimleriyle değil, sanat yazıları ve eğitimciliğiyle de. Bizim açımızdan Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nün kuruluşundan itibaren eğitimci sanatçısı. Örneğin Adnan Turani’nin öğretmeni, ben de Adnan Turani’nin öğrencisiyim. Daha geniş açıdan bugün sanat camiasında adı geçen pek çok sanat insanının da öğretmeni.
Biz Gazi Eğitim’de öğrenci iken emekli oldu. Ama sık sık Veysel Erüstün Hocamızın atölyesine gelir, kendine göre bazı işler yapardı. Çok konuşmayan, kısa cümlelerle sohbet eden bir büyük ressamdı bizim gözümüzde. Onu hep anacağız, öncelikle Kurtuluş Savaşı, Devrimler, Büyük Millet Meclis önünde tablolarıyla.
Halit Doral (1906-1997)
Halit Doral’ın “Maskeli Balo” isimli Kübist dönemine ait bir resim
Sanayi-i Nefîse Mektebi’nin resim bölümündeki ilk yılında Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde eğitim alan sanatçı, 1927 yılından itibaren Namık İsmail atölyesine geçerek eğitimine burada devam etmiştir. Namık İsmail atölyesinde asistanlık da yapmıştır. Aynı zamanda Alman Profesör Weber’in Dekoratif Sanatlar atölyesinde de eğitim almıştır. Resim çalışmalarını ve müze müdürlüğünü bir arada yürütmüştür.(Görsel:Şenay Doral Köksal)
Hikmet Onat (1882-1977)
Hikmet Onat. Kurbağalı Dere
‘’İlk öğreniminden sonra, 1903’te Heybeliada Mekteb-i Bahriye’yi bitirdi. İlk resim eğitimini Mekteb-i Bahriye’de aldı. Daha sonra 1904 yılında İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Burada Osman Hamdi Bey ve Salvatore Valeri’nin öğrencisi oldu.
1910 yılında mezun olup, resim üzerine açılan bir yarışmaya katılarak Paris Güzel Sanatlar Akademisi’nde Fernand Cormon Atölyesi’nde dört yıl çalıştı. I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine yurda döndü ve Nişantaşı Sultaniyesi’nde öğretmenlik yapmaya başladı. Öğretmenliğine Güzel Sanatlar Akademisi’nde de devam eden Hikmet Onat, 1922 yılında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve Güzel Sanatlar Cemiyeti’ne kurucu üye olarak katıldı.’’
Kurbağalı Dere gibi İstanbul ve çevresinin doğasını betimlediği izlenimci eserleriyle resim sanatımızda yer aldı.
Eşref Üren (1897-1984)
Ankara Devlet Güzel Sanatlar Galerisi içinde yönetim odaları girişinde bir masa vardı. Eşref Üren Hocanın sohbet köşesi gibiydi 1970 ve1980’lerde. Orası sanat meraklıları, için büyük bir nimetti, Eşref Hocanın konuşmalarını, anlattıklarını dinlemekle. Kimini kendi konuşma tarzınca eleştirir, kimini de yüreklendirici sözlerle onurlandırırdı.
1978 yılıydı, Ankara sanat ortamına kendimizi kabul ettirebilmek için didindiğimiz yıllar. Bir gün ben de bu gruba iliştim, sessizce dinliyordum anlattıklarını, konuşmalarını. Bir ara beni gördü ve ‘’Pekmezci, resimlerini takip ediyorum, iyi bir yoldasın’’ dediğinde kulaklarıma inanamadım. Beni tanıdığını düşünmediğim için adımla hitap etmesine çok şaşırdım, ne diyeceğimi de bilemedim, heyecandan.
Elbette çok iyi tanıdığımız bir eğitimci-ressamımızdı. Ankara’da sanat olaylarını izleyen, kendi çaplarında küçük-büyük koleksiyon yapan insanların önemli bir bölümü araştırıldığında Eşref Hocanın Kurtuluş Ortaokulu’ndan öğrencisi olduğu görülür. Kurtuluş Parkında öğrencilerle birlikte resim çalışması, resimlerini öğrencilerine bile hediye etmesi zaman zaman anlatılır öğrencilerince, sanat ortamlarında.
Bir gün Güzel Sanatlar Galerisi’nde sevgili Osman Zeki Oral Beyle otururken o günlerin ve hala bu günlerin de önemli şarkıcılarından Erol Evgin geldi galeriye. Geliş nedenini hatta Ankara’ya geliş nedenini söyledi. ‘’Eşref Üren Hocanın atölyesini ziyaret etmek istiyorum. Bana yardımcı olur musunuz; ondan resim almaya geldim.’’ Osman Zeki Bey ilgiyle karşıladı; evi-atölyeyi bilen görevlilerden birini çağırdı ve görevlendirdi.
Eşref Üren. Karadeniz Kadınları. Ankara Devlet Resim-Heykel Müzesi
30 yıla yaklaşan zaman dilimi içinde bazı koleksiyonlar üzerinde çalışma olanağı buldum, her koleksiyonda onun içten, anlatımlı natürmortlarını, doğa betimlemelerini daha yakından inceleme fırsatı benim için ayrı bir kazanç oldu.
Eşref Üren Beyi yad ederken ona yaşamının son yıllarına dek destek olan ressam İmren Erşen Hanımı da anmak gerekir diye düşünenlerdenim. Sağ olsunlar.
Melih Soley
Melih Soley, Çocuk Bahçesi.60.5x80cm.ARHM
Yaşamı ile ilgili yeterli bilgiye ulaşılamadı ama Adana’da yaşadığı, renkli tabelalar üzerinde çalıştığı biliniyor. Bir anlamda Adanalı bir sanatçı. Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’nde bir eseri yer almaktadır.
Mürşide İçmeli (1930-2014)
Sevgili öğretmenimle ilgili ilk yazımı sağlığında 1984 yılında yazmıştım ve Artist Sanat Dergisinde yayınlanmıştı. Elbette hakkında çok şey yazılan-yazılabilecek ve söylenen-söylenebilecek eğitimci-sanatçı idi. Hem öğrenciliğimiz, hem de birlikte çalıştığımız öğretmenlik yıllarında devamlı öğrencisi; uzun süreli öğrencisi olmak çok yönlü tanımamızın da nedenlerinden. Ben bazı sanat insanlarımızı tanımlarken onun eğitimci yönünün en az sanatçılığı kadar önemli olduğuna da dikkat ederim. Sanat boyutu elbette önemli; ama bu ülke gençlerine neler verebildiği, neler kazandırdığı, nasıl önder olabildiği de önemli.
Gravür-Ağaç ve Linol baskı konularında ne kadar titiz bir çalışma disiplini içinde olduğunun tanıklarındanım. Alanında 1950’li yılların olanaklarını zorlayarak uluslararası eğitim gören, uluslararası başarılar kazanan özgün sanat dili vardı. Yaşamının sonuna kadar baskı alanında çalışmalarına devam etti. Eğitimci olarak devamlı ‘’evladım’’ diye hitap ettiği öğrencilerine karşı sorumluluğunu bir gün bile aksatmayan, sevgi ile öğreten bir anlayış içindeydi. Öğrenim sürem içinde benim maddi sıkıntı çektiğimi bildiği için Sümerbank’tan bana iş bulmuştu, Halı-kilim motifleri üreterek harçlığımı kazanabilmiştim.
1978’de Gazi’de göreve başlayınca yukarıda değindiğim gibi bu kez hoca olarak başka bir boyutta tanıma olanağı bulduk. Biz saygımızı, sevgimizi sunmak için elimizden geleni yaparken o da bize verdiği değeri her davranışıyla gösteriyordu.
Nüzhet İslimyeli (1913-2005)
Önce onu Ankara Sanat Dergisi ve dergiye bağlı Ansiklopedik kaynak çalışması ile tanıdık. O günlerin sınırlı olanaklarıyla bu dergiyi yaşatmaya çalışıyordu. 1960’ların sonlarında dergi ile fasikül halinde verilen ansiklopedi sayfalarından birinde benim ‘’Sergilerdeki büyük boyutlu çalışmalarımda umut vadedenlerden olduğumu’’ yazıyordu. Bir genç resim tutkunu için bunun ne anlama geldiğini anlatmak elbette zor. Bu birkaç küçük sözcüğün ne denli önemli olduğunu, bizi bu günlere taşıyan önemli motivasyonlardan biri saydığımı içtenlikle belirtmeliyim.
İzmir Caddesinde, Parkın karşısındaki binada bulunan ofisini birkaç kez ziyaret etme şansı yaşamıştım. Yazı, kitap, suluboya onun beslenme kaynaklarıydı; Ankara sanat ortamında onun bu alanlardaki önderliği ve katkıları elbette her zaman sevgi ve saygıyla anılacak.
Şükrü Erdiren (1914-1991)
Şükrü Erdiren. Halkbank Koleksiyonu
Ankara’da öğrencilik yıllarımızda çok sınırlı olan sanat etkinliklerini günü gününe izleyebilmemizde Devlet Güzel Sanatlar Galerisi önde geliyordu. Elbette Gazili olduğunu bildiğimiz ressamların sergilerini başka boyutlarda takip etme duygusuyla.
Şükrü Erdiren’i ve eserlerini bu yıllarda tanımıştık açtığı sergisiyle. Daha sonraki yıllar bana çeşitli koleksiyonları inceleme, envanterini düzenleme, kataloğunu hazırlama ve biyografilerini yazma görevinde bulunma fırsatı verdi. Bu nedenle çok sayıda eserini inceleme olanağı yaşadım. Halkbank Koleksiyonu gibi. Elbette bam başka duygular içinde.
Fethi Arda (1934-1996)
Tevazu elbette en önemli insani değerdir, ama ben sevgili Fethi Arda için ‘’çok fazla tevazu sahibi idi’’ diyeceğim. Bizim toplumumuzda bazı kesimlerin bu kadar duyarlı insanları yeterince anlayacak düzeyde olup olmadığı da ayrı bir konu. Çok az konuşan ama çoğu zaman o simsiyah gözleriyle sevgisini, içtenliğini belli ediveren bir özgün insan. Örneğin, pastelin yumuşak geçişli olanaklarını çok güzel kullandığı, içten betimlenmiş çiçek resimleriyle, konularının vurucu ifadesi renk seçimleriyle boyanan gecekondularıyla koleksiyonların özel isimleri arasında.
Onun adına açılan çok başarılı sanat galerisiyle yıllardır adını yaşatma çabasında olan oğlu Övgü ve paydaşı Ender Başaran’ı vefalı tutumları için özellikle anmak istiyorum, ana-baba için örnek bir vefa örneği olarak.
Naciye İzbul (1912-2002)
Ankara sanat ortamı onu her zaman tam bir Cumhuriyet kadını kimliği ve tavrı ile tanıdı. Şapkası, gözlüğü, dikkatli giyimi, konuşması, sevgisi ve saygısıyla. Ne zaman karşılaşsak sevgi ile karşıladı bizi.
Çalışmaları içinde özellikle Ankara Kalesi ve Göreme resimleri her zaman dikkatimi çekmiştir. Kadın Ressamlar örgütlenmesindeki öncülüğünü de ayrıca kaydetmek gerek.
Nermin Pura (1923*)
Eşi Numan Pura ile birlikte Galeri Müdürü Osman Zeki Oral’ı ziyaretlerinde sergilerden, Devlet Resim Heykel sergilerinden tanıma olanağı bulduğum sanat insanlarımızdan.
Ressam, şair ve yazar, ressam kimliğiyle tanındı. Yurtiçinde yirmi üç kişisel resim sergisi açtı. Kadın Ressamlar Derneği kuruluşunda görev aldı. Eşi Numan Pura ile birlikte sanatçı aile örnekliği de ayrı bir özellikleri.
Nermin Pura. Manzara. TÜYB.
Nermin Pura (1923.) ve Numan Pura (1907-1989)
Numan Pura.Natürmort.TÜYB.
Numan Pura (1907-1989)
Asıl mesleği maliye olup sanat alanında kendini yetiştirenlerden.
Devlet Resim ve Heykel sergilerine ara vermeden 35 yıl katıldı, ödüller aldı. Sulu Boya Topluluğu'nun kurucularından olan sanatçı, Devlet sergilerinde de jüri üyeliğinde bulundu. Ressamlar Derneği ve Güzel Sanatlar Birliği’ne katıldı. Ankara ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Mezunları Dernekleri tarafından kendisine Onur Belgesi verildi.
Turan Erol (1927)
Turan Erol Lüksemburg Bahçesi.
Eğitimci, yazar, sanatçı şiir ve müzik tutkunu, sanat ve edebiyat çevresinde çok geniş bir seveni olan idol insanlardan. Hepimizin kendisinden çok şeyler öğrendiğimiz hocamız. Bunları daha önce Sanattan Yansımalar’da yazdım, anlatmaya çalıştım.
Bir küçük anımı da eklemek istiyorum.
Onun Resim Bölümü Başkanlığı sırasında çok başarılı yurtiçi geziler yaşadık; yurt ve doğa sevgisini, bir çiçeğe, bir böceğe nasıl bir gözle, nasıl bir duyarlılıkla bakabildiğinin tanığı olduk, öğrenci ve öğretmenler olarak. Bir Anadolu gezimiz sırasında çok uzaktan gördüğümüz bir halı hakkında, belki yarım saat sadece o halı hakkında bilgi verdi bize; bir resim analizi gibi. Yine bir Antalya Bölgesi gezimizde ‘’Döşeme Altı halılarımızı onun anlatımıyla tanıdık. Bir gezide rahmetli İsmail İlhan’ın söylediği ‘’Karahisar Kalesi yıkılır gider’’ türküsüne nasıl duyarlılıkla eşlik ettiğinin de tanığıydık. Bu fotoğrafta yaşayan tek sanatçı olarak özel bir yere sahip.
Adil Doğançay (1900-1990)
‘’Eyüp Rüştiyesi’nde okurken Şerif Renkgörür’den, Harita Mühendislik Mektebi’nde okurken Diyarbakırlı Tahsin Bey‘den ders alan Doğançay, 1920 yılında bu mektebi bitirmiş ve İstiklal Savaşı’na katılmıştır.’’ Meslek hayatı boyunca sanattan kopmayan sanatçı, çoğu zaman tabiattan çalışmıştır. Görevli olarak Amerika’ya da giden sanatçı, oradaki sanat akımlarını yakından izlemiş ve Amerika’daki çalışmalarının büyük bir kısmını orada bırakmıştır.
Oğlu Burhan Doğançay’ın İstanbul’da adlarına kurduğu müzede kendisine önemli bir yer verilmiştir.
Adil Doğançay-Sahilde Tekneler-1957.17x29cm.TÜYB
Hikmet Duruer (1925-2004)
Hikmet Duruer, Portre.
‘’Atatürk Lisesi'nde okurken Ankara Halkevi'nin açtığı resim yarışmalarında başarı ödülleri, 'Kore Şehitleri Anıtı' yarışmasında ikincilik kazandı. Dünya Gençlik Teşkilatı WAY'in İstanbul toplantısı anısına hazırlanan pul yarışmasında birinci oldu. Üniversite eğitimi sırasında başta Doğan Kardeş dergisinde olmak üzere, çeşitli yayınlarda resimli romanlar çizdi. Bazı çocuk hikâyelerini ve kitap kapaklarını resimledi.’’ Katıldığı Devlet Resim ve Heykel Sergilerinde Lavi ve suluboya çalışmalarıyla başarı ödülü kazandı.
Asıl mesleği olan mimarlık dışı sanat tutkunlarından saydığım bir ressamımız.
Nuri Abaç (1927-2008)
Asıl mesleği mimarlık olan Nuri Abaç, temelini Anadolu tarihi ve geleneklerine dayandırdığı sanat anlayışında Hitit rölyeflerinden, mitolojiden, masallardan, Hacivat ve Karagöz tasvirlerinden, gerçeküstücü ögelerden yararlandı.
Tarihsel ve geleneksel konuları ve ögeleri fantastik bir dünyanın imgeleriyle birleştiren sanatçının Yandan Çarklı Motor Sefası, Kırk Kahveleri, Pazar Yerleri, Karagöz, Telli Gelin Oyunu, Köyde 23 Nisan. Kuğulu Deniz motorları, Balonla Seyahat gibi konuları ele aldığı resimleriyle yurt içinde ve dışında dikkat çeken eserler verdi.
Kendisiyle ilgili pek çok anımız içinde yurt dışı sergilerde yaşadığımız anılarımızda resimlerinin ne denli ilgi gördüğünün de tanıklarıyız. Onun tevazu, koruyucu, kollayıcı, her zaman genç sanatçıları onurlandırıcı tavrı unutulmaz.
Osman Zeki Oral (1925-2012)
Bedri Rahmi Atölyesinden eğitim gördü. Dönem arkadaşları ile Onlar Grubu üyesi olarak sergilere katıldı. Uzun yıllar Bolu’da öğretmen ve galeri müdürü olarak görev aldı ama asıl etkili görev yaptığı yer Ankara Zafer Çarşısı Devlet Sanat Galerisi müdürlüğü göreviydi. Bu galeriyi her yaştan insanın uğrak yeri haline getirdi. Çok önem verdiği Çocuk sanatı üzerinde başarılı çalışmalar yaptı. Kurslar düzenledi.
Karadeniz tutkunu bir ressam olarak Ereğli, Hisarönü, Filyos kıyı ve kayıklarını resimledi.
Onunla birlikte Ulusal ve uluslararası çocuk resimleri yarışmalarında görev yaptık. Onun gözünde çocukların elinin değdiği her resim çok önemliydi. O yıllarda çok başarılı ve uluslararası alanda prestijli etkinlik olan Uluslararası Çocuk Resimleri Yarışmaları ve İslam Ülkeleri Atatürk Çocuk Resimleri Yarışmalarında önemli sorumluluklar üstlendi.
Lütfü Günay (1924-2021)
Akademide Zeki Kocamemi atölyesinde eğitim gördü. 1951’de Ankara’ya yerleşen Lütfü Günay uzun süre, Türk-Amerikan Derneği’nde amatör genç ressamların izlediği resim kurslarını yönetti. Çok sayıda resim tutkunu yetiştirdi.
Buradaki çalışmaları paralelinde sanat çalışmalarını aksatmadığı gibi sanatsal örgütlenmelerde bulundu. 1950’de İstanbul’da Türkiye Ressamlar Cemiyeti’nin, 1958’de Ankara’da Ankara Ressamlar Birliği’nin, 1961’de Siyah Kalem Grubu’nun, 1970’te gene Ankara’da Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı.
Lütfü Günay. Soyut döneminden
İlk sergisini, ressam Adnan Çoker‘le 1953’te Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi salonunda “Orijinal Sergi Öncesi” adıyla düzenleyen sanatçı bir yıl sonra, gene Adnan Çoker’le Ankara Helikon Derneği’nde ikili bir sergi daha açtı. Aynı yıl bu sergiyi, İstanbul’da Maya Sanat Galerisi’nde yineledi.
1960’larda yaygınlaşan soyut resim çalışmalarında önemli çalışmalarda bulundu. Daha sonraları tüm sergilerinde Natürmortlar, Gecekondular, Doğa resimleri, Deniz ve tatil beldeleri konularını betimledi.
Son sözümüz;
Her anı, her bir görsel belge, yaşandığı anlarda bir anlam ifade etmez gibi görülebilir. Ama zamanın acımasız çarkı içinde bir görselin, bir cümle anının ne denli önemli olduğunu, olabileceğini düşünme bilinci elbette bir toplumda başka başka bilinçlerle paralellik gösterir. Bu konuda sanat insanları ve sanat yayınlarına büyük görevler düşmektedir. Çünkü her bilgi ve belgenin yeri ve zamanı geldiğinde birer bireysel ve toplumsal tarih değeri olabilecektir.
HASAN PEKMEZCİ
7 Ocak 2023, Ankara