Bugün köşede yazın dünyamızın bir emekçisi, bir tanığı var.
Anılar, yaşananların belleklerdeki izleridir; insan belleği de unutma özürlüdür; ama bir başka gerçek daha var: tarih kitaplarında yer almayan pek çok ayrıntıyı anılarda buluruz. Anılar, tarihi soyut olmaktan çıkarır, giydirir bir bakıma, o açıdan da tarihe can katar. Belgelerin eksik kaldığı durumlarda, tarih yazımı için vazgeçilmez bir kaynaktır. Batıda, “sıradan” bir insanın bile kişisel deneyimlerini başkalarına da yol göstersin diye yazdığını görürüz. Bizde ise, ne yazık ki, anıları aktarmak, paylaşmak sorumluluğu yaygın değildir.
Bu genel durumun dışında kalanlardan biri, ülkemizde yazıp çizen ama yaşça kendinden genç olan hemen herkesin “Remzi Abi” diye söz ettiği Remzi İnanç… “(…)artık aramızda olmayan dostlara ait anıların bir bölümünün olsun ölümün elinden kurtulacağını ümit etmek istiyoruz” diyerek “anı/portre ağırlıklı yazılar demeti” diye adlandırdığı kitapların üçüncüsünü yayınladı. İlki 1998’de Gün Gördüm Yüzler Gördüm adıyla yayınlanmıştı. 2002’de Kar Altında Güller Var kitabıyla buluştuk. Şu günlerde ise Ortak Belleğimizdir Dostlar çıktı.
“Remzi Abi”nin görüp geçirdikleri üç değil, on üç kitaba sığar mı acaba? Diyarbakır’da doğma… Yazınla iç içe bir öğrencilik yaşamı… Daha lisede Turan Erol gibi bir ressamın öğrencisi olma, Nurullah Ataç’ı tanıma… Türk Kültür Dernekleri Genel Merkezi, Türk Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonları, Türk Dil Kurumu gibi kurumlarda çalışma… Ardından 40 yıla yakın yayınevi ya da kitabevi yöneticiliği… Bir de sosyalist dünya görüşünü benimsemişse kişi, yayınladığı bir kitap nedeniyle 3 yıl kadar hapis yatmışsa, az buz bir yaşam deneyimi midir bu? İşte Remzi İnanç tüm bu yaşadıklarını ve daha fazlasını paylaşma sorumluluğu duyan ender insanlarımızdan biri…
Kimler yok ki bu son kitabında? Yazın insanları, ressamlar, eğitimciler, siyasal kişilikleriyle tanınanlar, farklı mesleklerden aydın sıfatı taşıyan nice insan… Onlardan söz ederken pek çok başka isme de yer veriliyor. Araştırmacılar için de değerli bir kaynak olacak kitabın tek kusuru, sayısız isme değinmesine karşın arkasında bir Kişiler Dizini olmayışı!... Yazarın yaşayıp duyduklarını okuduklarıyla birleştirerek anlattığı kişilerden bazılarını sıralamaya çalışayım: Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Muzaffer Buyrukçu, Mehmet Kemal, Cavit Orhan Tütengil, Turan Erol, Arif Kaptan, Cahit Sıtkı Tarancı, Şükran Kurdakul, Adnan Binyazar, Selahattin Hilav, Erdal Öz, Orhan Pamuk, Şiar Yalçın, İsmail Beşikçi, Hikmet Kıvılcımlı, Berin Taşan, Erhan Bener, Emin Türk Eliçin ile Asiye Eliçin, Sabiha ve Zekeriya Sertel çifti, Halit Çelenk ile Şekibe Çelenk, Sıdıka ve Ruhi Su, Kemal Karpat, Hrant Dink, Metin Altıok, Nedim Dağdeviren, Niyazi Ağırnaslı, Rasih Nuri İleri, Sadun Aren, Vedat Günyol…
Kültür ve siyaset dünyamızın bilinen bu isimleri dışında çoğumuzun bilmediği önemli isimleri de tanıyoruz “Remzi Abi”nin sayesinde: Örneğin, ardından yazdığı “Bir Türkolog Öldü Diyeler” yazısıyla Hollandalı Türkolog Wim van den Munkhof’u… Nâzım’ı, Yaşar Kemal’i Hollanda diline çeviren, “Hollandaca benim ekmeğim, Türkçe ise katığım” diyen kişiyi…
“Avrupa’nın pek çok ülkesinde geçerli olan ‘Toprağa verilme sırasında birlikte olma’ diye düşüneceğimiz bir davetiye Wim’in de yakınlarına, tanıdıklarına gönderilmiş.(…) Tümü Hollandaca yazılı davetiyenin en üstünde Yunus Emre’nin ünlü deyişi önce Türkçe, sonra Hollandaca yer almış: “Biz dünyadan gider olduk/ Kalanlara selam olsun.”
Keiko Nonaka adını kaçımız biliriz? O, Remzi İnanç’ın yabancı dostlarından bir Japon… Ankara’da tanıştıktan sonra Türkçe mektuplaşmayı sürdürmüşler… Türkiye’deki dostlarının “Keko” diye çağırdıkları 1965 doğumlu Nonaka, İngiliz Dili ve Edebiyatı öğreniminin ardından Türklerin Almanya’ya göçü konusuna duyduğu ilgi nedeniyle Türkçe ve Almanca da öğrenmiş. 1992’de yazdığı bir mektupta: “Nihayet muradıma ermiş oldum. (…) Kitabıma ‘röportaj: Almanya’daki Türkiye- Göçmen Toplumunun Ağzından’ adını koydum” muştusunu veriyor. Kitap 1993’te Tokyo’da basılmış. Yazının yazıldığı 2004’te ise henüz Türkçe’de yayınlanmamış.
Keiko Nonaka, Remzi İnanç’a Japonya’dan gönderdiği bir mektupta, arkadaşlarıyla bir toplandıklarında, ‘Eğer cinsiyetiniz farklı olsaydı, ne olmak isterdiniz?’ sorusunun atıldığını yazmış: “Şu oldu cevabım: ‘Devrimci olmak isterdim!’ Güldüler arkadaşlar. Oysa ki ciddi söylemişimdir. Bir kere devrimci olmak, ille de siyasete adanmayı gerektirmiyor bence. Evet’i varsa evet demeyi, ‘hayır’ı varsa hayır demeyi bilmek, yaşadığından bilinçli ve emin olmak, üstüne gidilmesi ya da hayata geçirilmesi için girişilmesi gerektiğinde yeterince cesur olabilmek, bunda hesapların kuşkuların peşine teslim olmamak, devrimci ruhunu oluşturan unsurlardan sayılabilir. Bunları benimseyip erkeğe özgü güçlülüğe daha çok boyut katmak isterim… Bunu ifade edecektim.” Bu mektubu yazdığı sırada bekâr olan “Keko”nun şimdi evli ve anne olduğunu öğreniyoruz.
Bu kitapla tanıdığımız değerli insanlar arasında yazarın Diyarbakır’da ortaokul öğrencisiyken Türkçe öğretmeni olan Sedat Günay da var. Remzi İnanç’ın onunla ilişkisi öğretmeni yaşadıkça sürmüş.
“Okula gitmeden okumayı sökmüştüm. İlkokulu bitirinceye dek masal, çocuk dergisi ve serüven kitaplarıyla, taş baskı cenk kitapları… Elime ne geçerse okuyordum. Son sınıfta Server Bedii (Peyami Safa bu takma adla ilginç polisiye romanlar yazıyordu), Oğuz Özdeş, Kerime Nadir v.b. yazarlarla tanıştım.
1946-47 ders yılında ortaokula başladım. Henüz dönemin birinci ya da ikinci haftası idi. Türkçe öğretmenimiz sordu bir gün:
‘İçinizde hiç roman okuyan var mı?’
Parmak kaldırmıştım sevinçle, coşkuyla ve ‘aferin’ alacağım garantisiyle.
‘Ben okudum öğretmenim’ diyerek yazar adlarını saymaya başladım.
‘Otur yerine’ demişti sevecen bir yüzle. ‘Okuyacak başka bir şey bulamadın mı?’”
Aynı yıl, Sedat Günay, “öğrencilerine Sait Faik, Orhan Veli ve Orhan Kemal’le birlikte kimi yeni edebiyatçılarımızın ürünlerini” tanıtmış!
1916’da Diyarbakır’da doğup büyüyen, Konya Muallim Mektebi’ni bitirdikten sonra Muğla köylerinde ilkokul öğretmeni olarak çalışan Sedat Öğretmen, daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’ne girmiş. Mezun olduktan sonra Zonguldak Lisesi’nde öğretmenliği sırasında Behçet Necatigil’le ev arkadaşlığı yapmış; Oktay Rifat’la dost olmuşmuş.
Türk Dil Kurumu’nun eski bir üyesi olduğunu belirttiği öğretmenini anlattığı yazısındaki şu sözler “Remzi Abi”nin duru dilinin de gizine ışık tutmuş oluyor:
“Onca hoşgörülü ve ‘kalender’ Sedat Günay, dangalaklığa, haksızlığa, çirkinliğe, hele hele Türkçe’nin yanlış kullanılmasına hiç dayanamazdı.”
Remzi İnanç, Vedat Günyol’u konu alan yazısında onunla anılarından başka Günyol’un kendi Anılar’ının önsözünden bir alıntı yaparak bu sözler için “tastamam Vedat Günyol’un en güzel tanımıdır” diyor:
“(…) Bense, kendimi, ömrüm boyunca, hiçbir vakit ön plana almamaya çalışmışımdır. Sabahattin Eyüboğlu’nın imece adını verdiği ortak çalışma, bu doğrultuda güzel bir örnektir. Ben ben yerine, biz biz demenin erdemi yatar bu uğraşta.”
Anı-portreleri vefa duygusuyla kayda geçirirken Remzi İnanç’ın “kendini ön plana almamaya çalışması”nı da pek az anı yazarı başarabilir. Kitabı kapattığınızda, o portrelerle anıların ardında belki 60-70-80, belki de 90 yıllık bir Türkiye panoraması izlemiş oluyorsunuz.
Değerli katkısı için “Remzi Abi”ye teşekkür borçluyuz.