Sarı renk henüz toprağa düşmedi; ekim ayının ikinci yarısından sonrasını bekleyeceğiz gibi. Olsun ne yaz günlerinin sarı sıcağı, ne sonbaharın hışır hışır sarı yaprakları; eylül öylesine, ne olduğu belli olmayan bir ay. Aniden Ankara’lara, İstanbul’lara akıveren boşalma, ıssız ve buruk, boynu bükük, terk edilmişlik duyguları içerisinde oluşan depresyonunu yenmeye uğraşan Bodrum’da iyice renksiz, kişiliksiz bir süreç başlıyor. Günler de kısalıyor. Yaz vaktinin o akşam dokuzlarda havanın kararmaya başlamasındaki hazzın lüksü çoktan gerilerde kaldı. Sergiler askıda. Gelecek mevsimi kapattığımız dolaplardan indireceğiz. Yeni esvaplarımızı cici cici giyeceğiz.
Yazın bunaltıcı sıcağında felsefe yapmak da dinlemek de beyni fokurdatır. Terk edilmiş güzel kızımız Eylülün imdadına felsefe yetişti. Denizden çıkıp dünyaya yerleşen su tanrısı EA gibi ya da istiridyeden doğan Venüs ablamız gibi biz de denizden çıkarak felsefenin uzayda kaybolan derinliklerinde belki de boşuna dolanıp durduk. Çünkü hakikat diye bir şey yoktur; hakikatın peşinde koşmak vardır.
YALIKAVAK BELEDİYESİ İHALE SALONU ve KUANTUM
Kapının üzerinde ‘ihale salonu’ yazıyor. İlk defa bir resmi dairenin ihale salonuna giriyorum. Sanki rüyadayım. Kendimi büyük ve ünlü bir müteahhit gibi hissediyorum.
Ne var ki salon sanat ve fikirseverlerle dolu. Nemalanacak bir şey yok. Tam aksi, ruhsal bir aleme girmiş olduğumu yavaş yavaş anlıyorum. Nemayı ruhum kapacak. Yedi kat arşa mı çıkacağım yoksa kuantum dünyasının içerisinde dalga boyutuna mı indirgeneceğim. Göreceğiz.
DÜZENSİZ SİSTEMLER ÇALIŞMA GRUBU
doğrusal olmayan düşünceler ve uygulamaları sempozyumu
19-23 eylüL 2018
Onbirinci yılını idrak eden ‘düzensiz sistemler çalışma grubu; onbirinci doğrusal olmayan düşünceler ve uygulamaları sempozyumu; 19-23 eylül 2018 ‘ . Bu işin yılmaz ve sebatkar mimarı Gediz Akdeniz; sempozyum koordinatörü. Osman Cavit İyigün; sempozyum yerel koordinatörü Bünyamin Pehlivan. Ekip böyle. Canla başla çalıştılar
Ülkemizde felsefe yok gibi bir şey. Dolayısıyla toplum gelişemediği gibi şizofrenik bir yapıya sanki hızla kayıyor gibi. Benim anne babamın devrinde felsefe kalın kitaplarla okunduğu gibi okullarda bir de yardımcı kitaplar okunurmuş. Benim ismim ‘monad’ mesela; annem ve babamın okuduğu bir yardımcı kitaptan, Leibnitz’in ‘monadoloji’ adlı eserinden esinlenerek alınmış. Bizim devrimizde biz de felsefe okuduk. Ancak kitabımızda ‘monadoloji’ ufak bir paragraf haline indirgenmişti diğer birçok felsefi düşünce sistemleri gibi. Şimdi felsefe de yok. Toplum ne yapacağını bilemez bir halde; şahısları putlaştırıp adeta tapmakla kendini kurtarmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda felsefi etkinliklere öncülük edenlere binlerce teşekkürden başka yapacak bir şeyimiz yok. Sağ olsunlar. Hiç menfaaatleri yok.
Sempozyumun ana konusu ülkemizde fazla yaygın olmayan ama Batıda üzerinde pek çok makaleler kaleme alınan ‘kaos ve düzen’ sorunsalı. Bu öyle yaygın ki örneğin evangelistlerin dünyayı karıştırmak için kullandıkları bir metod da ayrıca. Latince ve bilimsel adıyla ‘ab kao ad ordo’; yani kaostan düzene. Bunu bir toplumu önce karıştırıp sonra efendilerin istedikleri düzeni o topluma kabul ettirmek olarak okuyabiliriz.
Felsefi ve bilimsel anlamda düzenin kaostan doğduğu fikrine gelince; felsefe, bilim ve metafizik kuantum fiziğinin gelişmesinden sonra birbirlerinin içine girdikleri gibi bir durum çıktı artık. Bilimin felsefe ve metafiziğe hafif bir tebessümle tepeden bakma lüksü kalmadı. Hala da yobaz diyebileceğimiz bilimcilerin can çekişerek de olsa özellikle metafiziğe direndiklerini görüyoruz.
Ben fakirin düşüncesine göre ise, ne kaos ne de düzen vardır. Her ikisi de zihnimizin uydurmalarıdır. Kaos ve düzen diye iki zıtlık içerisinde evreni döndürüp duruyoruz. Kaostan karmaşıklık anlaşılıyor genelde. Değil.
Diyelim ki sadece kaos var bize göre; düzen yok. Eninde sonunda bu kaotik durumu zihnimiz olağan yani düzen olarak görmeye başlayacaktır. Bu düzensizlik düzeni de bir süre sonra yıkılacak ve yeni bir düzensizliğe, diğer bir ifadeyle bir önceki düzen evresine dönülecektir.
Sonuçta zihnimiz bir kaos bir düzen halinde akıp giderek zıtlıklarla kendi varlığını korur diyebiliriz. .
Murphy yasaları da bu zihin oyunundan başka bir şey değildir. Alışılmış beklentilerimizle alay eder. Bu tebessüm ettirici yasalar; bir nevi kaos yaratırlar. Demek ki kaosun bir tanımı da ‘alışılmış beklenti ve sonuçların bozulması’ şeklinde olabilir. Zihnimiz bizi bu yasalarla uyarır; ‘hey kendine gel; hiç bir şey senin her daim olmasını istediğin gibi olmayacak! Öyle olsaydı sen de ben de var olamazdık!’
Varlık ve varoluş ancak ve ancak zihnimizin yarattığı bu iki sanal zıtlık arasında sarkaç gibi sallantılarla sağlanır.
Sempozyumun diğer bir teması olan ‘realite’ye gelince… Kuantumun adeta Murphy yasaları gibi beynimizle dalga geçmesinin anlaşılmasıyla hiçbir şeyin sandığımız gibi elle tutulur bir gerçekliğinin olmadığı farkındalığı ortaya çıktı. Bu da ezeli ve ebedi bir kaosa işaret etmekte. Bildiğimiz hiçbir şey reel, nesnel değil. Hepsi zihnimizin bir uydurması. Hiçbir şeyi tam tamına tesbit edemiyoruz, sabitleyemiyoruz. Bütün yasalar gelip geçici. Heisenberg’in ‘belirsizlik ilkesi’ de bunlarıa işaret ediyor zaten.
Şimdi, şimdilerde moda bir söylemle yani ‘bakın burası çok önemli’ diyerek şu hususu belirteyim. Bu tamamen benim fikrim; diğer bir ifadeyle bilimsel kökeni yok. Sadece bir spekülasyon: Zihnimiz realiteyi ‘zaman, mekan ve determinizm’ üçlüsüyle kuruyor. Kurgusal olan bu realiteyi mutlak ve değişmez olarak gördüğümüzde zihnimiz buna baş kaldırıyor ve muzip Murphy’i devreye sokuveriyor. Çünkü her şeyin sabitleşmesi, var olmak için çırpınan içimizdeki zamansız, mekansız hissiz bir boşluk olan kendi asıl benliğimizin (sfenks) varlığının sonu demek.
Madde kuantum dalga boyutunda oluşuyor. Maddeyi dalgaya bakarak biz yaratıyoruz. Çünkü dalga nötr, renksiz, şekilsiz. Ayni içimizdeki asıl ‘ben’ olan sfenks gibi. Oysa, işte burası önemli; dalga boyutu diye de bir şey yok. Dalgayı görebildiğimize göre dalga da realitemiz içerisine giriyor. Dalga ve fenomenal dünya birbirini tamamlayan, birbirinin varlığını doğrulayan öğeler. Dalgayı da hiçten yaratan biziz.
Kendimizi kendi yarattığımız bir matriks içerisinde esir tutuyoruz. Kurallarını kendimizin koyduğu bir oyun içerisinde oyun kurduğumuzu unutarak debelenip duruyoruz.
Peki dalga ve madde boyutu dışında ne var? Ahmet Haşim’den bir dize alayım; ‘bu bir lisanı hafidir ki ruha dolmakta, kızıl havaları seyret ki akşam olmakta’!.... (bu bir gizli dildir ki ruha dolmakta…)
Enternasyonal düzeyde bir ‘matriksten çıkma grubu’ kurulduğunu bu sempozyumda öğrendim. İncelemekte yarar var.
Sempozyum değerli bilgiler veriyor. Bu bilgiler yeni ufuklar açabiliyor. Ancak bu bilgiler neden, niçin sorularına henüz yanıt vermiyor. Bunu da ben bu yazımda tamamlamaya uğraşıyorum. Ayrıca yine enternasyonal düzeyde fizikçiler ve matematikçilerin bulunduğu bir simülasyon grubunun varlığından haberdar oluyorum. Bu grupta Gediz Akdeniz de yer alıyor.. Tabii aklımın hiç ermediği matematik ve fizik formülleriyle uğraşıyorlar. Çok hoş.
Sempozyumun diğer bir teması da hologram.
Hologram, lazerden de yararlanılarak elde edilen üç boyutlu imgeler. Bizler hologramik sanal yaratıklardan başka bir şey değiliz. Giderek daha fazla fizikçi bu kanıyı paylaşıyor. Sanallığa itiraz edenler diyorlar ki, ‘yav kafama bir şey düştüğünde canım acıyor; nasıl sanal olabilirim?’ Rüyanızda da kafanıza bir şey düştüğünde çok canınız yanıyor hem de ayıkken olandan daha da fazla acıyor aslında.
Benim naçiz kanaatim, evet bir hologramik matriks içerisindeyiz ancak bu hologramları kendimiz yaratıyoruz zihnimiz marifetiyle. Sonuçta kendimizi kendimiz yaratıyoruz; sanal bir kendilik!... Buna da realite diyoruz. Sanal gerçeklik!
FRAKTALLER
Bir hiç iken kendi kendimizi yaratma nasıl oluyor? Hiçlik hiç olduğu için bildiği bir şey yoktur. Kendisini tekrar etmekten başka bir şey gelmez elinden. Tekrarların belli bir sayıya varmasıyla bir nitelik oluşur (niceliğin niteliğe dönüşmesi). Örneğin 1 rakamının tekrarı 2’ dir. Bu tekrarlar 12’yi bulunca nitelik kazanır ve adı ‘düzine’ olur.
Demek ki fenomenal dünya (içerisinde bulunduğumuz matriks) kendi kendimizin tekrarlarıyla nitelik değiştire değiştire varlık kazanmakta ve giderek sonsuz bir şekilde genişlemektedir. Belki de evrenin genişlemesi olayı budur. Fraktaller bunun şekil olarak görülmesidir.
FİBONACCİ VE ALTIN ORAN
Keza Fibonacci sayıları da sıfırdan (hiçten) türeyen 1’in tekrarıdır; 1,2,3,5,8,13…. Bunların arasındaki oran bir sabit verir bize : 1,618. Bu sabit şu ünlü altın orandır. Özetle evreni şekillendiren bir kod olan altın oran da bir’in yani kendi kendimizin tekrarından oluşan bir şeyden ibarettir.
SİMÜLASYON
Simülasyonu anlamanın en basit yolu bilgisayar oyunlarıdır. Burada baştan kurgulanan bir oyun vardır; ancak butona bastığımızda ekrana gelir; varlık kazanır. Dolayısıyla her şey bizim fenomenal dünyamızda zihnimizde kurguladığımız oyuna göre şekillenir. Bakmadığım zaman (bilgisayar oyunu açmadığım zamanı örnekleyelim) çevremde hiçbir şey yoktur. Arkamda hiçbir olay ya da nesne yoktur. Arkamı döndüğüm zaman zihnim anında eski dekoru bana sunar. Her şey anında kurulan bir tiyatro dekoru gibi yeniden kurulur. En sevdiğimiz kişiler bir kuruntudan başka bir şey değildir.
Simülasyon bir kurgu, bir tasarımın uygulamaya sokulmuş halidir kısaca. Temelde düzgün olan bir şey yoktur. Her şey kaotiktir. Zihnimiz bu kaotikliğe tahammül edemediği için kaosun içerisinde derhal bir simülasyona giderek ortamı kabul edebileceğimiz bir hale getirir. Böylece hayat devam eder. Taa ki mevcut düzen monotonlaşana kadar. Her şeyin bilindik şekilde ve bunun da hep böyle olacağı inancı yerleşip de sonunda hayat durma noktasına geldiği zaman zihnimiz yeniden durumu ele alır ve bizi şaşırtacak hamleler yapar. Şaşırmak, durma eylemine karşıt bir eylemdir; hayatın akışını sağlar.
Bulutları örneğin bir süre seyrederken ayırdında olmadan onlardan bir şekil çıkartırız; simüle ederiz. Doğada da rastladığımız insan, hayvan şeklinde taşlar, kayalar, ağaçlar, meyveler, çiçekler (örneğin saat çiçeği; passion flower) yaşamın bizim bildiğimiz şekilde olmadığını ve olamayacağını bildiren zihnimizidir. Oyunbaz zihnimiz; kozmik şakacı.
SERGİ VE SİMÜLATİF OLAY
PESCADO sanat galerisinde sempozyumun konusu olan ‘düzensiz sistemler’ le ilintili olarak bir karma sergi düzenlendi. Sempozyum çıkışlarında hep beraber yakınlarda bulunan bu galeriye yürüyerek gidildi. Her akşam katılımcı sanatçılardan biri eserlerinin başında haziruna (orada hazır bulunan kişiler) kendini, eserlerini ve karmaşık yapılarla ilgili fikirlerini anlattı. Hoş ve latif eylül akşamlarını böyle değerlendirdik.
Katılımcı sanatçılardan ve galeri sorumlusu Serap Değişmez Efe bana heyecanla, ‘yorumladığım tablomdaki figürün, enstalasyonunu Gediz Akdeniz’le kuran seramik sanatçısı Semra Nak’ın balık ağlarında dikkatlice bakıldığında seçilebilen figürüne ne kadar benzediğini şaşkınlıkla gördük’ dedi. Ve gittik baktık; hak verdim. Sempozyumun konusuna uygun olarak kendiliğinden oluşmuş. Kozmik Şakacı yine devreye girmiş…
Semra Nak balık ağlarına yakalanmış insan kafalı kefal balıkları yapmış. Ağa yakalanan bir de kitap var: ‘Kara Kefali’. Deniz Akdeniz’in karmaşık sistemlerle ilgili kitabı.
CAZ
Sempozyumda karmaşık sistemlerle ilgilendirilen caz sanatı konusunda “Özgür Caz ve Cecil TAYLOR” ‘u tanıtan Korhan Argüden’i dinledik. ‘Özgür Caz (free jazz) terimi genelde bana ters geliyor. Çünkü caz zaten özgür bir müzik türüdür; caz doğaçlamadır. Özgür olmayan doğaçlama olmaz. ‘Kakafonik Caz’ dense daha iyi olur sanki; uyumsuz akorlar vs… Bu tip müzik, çağdaş denilen klasik müzikte de var. Kafa karıştırıcı. Ben bu türü çok severim. Cecil Taylor kakafonik cazın müthiş bir temsilcisi. Çok etkilenmişim ki onun evde bir parçasını internetten dinlerken gözlerimi kapayarak tuvalde fırça salladım. Çok keyifli bir süreç yaşadım. Ortaya acayip bir tablo çıktı. Biraz da alkol alsaydım keşke diye sonradan düşündüm ama Taylor’ın ‘özgürlüğü’ zaten alkol almışlığın etkisini kat be kat geçmişti.
ŞİİR
Rengin Özesmi ile Gediz Akdeniz birlikte bir sunum yaptılar hazan yaprakları başımıza arada sırada düşerken Pescado’nun bahçesinde. Minik bir kitap hazırlamışlar. Hepimize dağıttılar;’Ece Ayhan Yazılarında Kaotik Farkındalık’.
Bize okudular, anlattılar. Ece Ayhan’ın kaotik bakışına odaklanan bir görüşü anlatıyorlar. Benim çıkarımım şöyle; Ece Ayhan tüm özentilere, moda akımlara karşı. Aslında ‘karşı’ bir kişilik; fıtratı belki de. Özellikle modern dünyanın modernist mahalle baskıcılığına da karşı çıkıyor. Bu karşı çıkış için belirlediği biçem (üslup, tarz) ‘dolambaçlı dil oyunları’. Karmaşayı böyle kurguluyor. Normlara meydan okuyor ve bir anlamda mevcut baskıcı kültür ve düzenle bir nevi alay ediyor. Farkındalıkla yani bilerek ve kasten kaos yaratıyor. Yukarıda ‘free jazz’ da anlatıığım gibi bir nevi çağrışımlı kakafoni.
Mısralarını tekrar tekrar okumak gerekiyor ki hazmedilebilsin. Lirizm yok. Oysa bence şiirde ve tüm sanat dediğimiz eserlerde müzikteki gibi ‘crescendo’lar, forte, soupire, es, vs vs. olmalı ki duyguların kalbine oklar saplansın. Dolayısıyla E. Ayhan’dan yüksek sesle bir şiir okurken şiirsel ses tonu tınıları ve müzikaliteyi kolay veremezsiniz. Kaotik anlatım bir bilmeceye dönüşür dinleyende. Bunun için önce kafa yormadan olduğu gibi dinlemek gerekir. Yavaştan gizli hazine size görünmeye başlayacak, kaotik düzenin üstü örtülü tınıları ruha yayılacaktır.
Ece Ayhan’ın büyüsü de burada zaten.
Ece Ayhan özelikle İstanbul’a odaklanıyor ve bu kentte kaosun hasını buluyor. Ve İstanbul’u çok seviyor. Rica üzerine ben de kendi bir İstanbul şiirimi kalkıp okudum. Benimki kaotik değildi ama İstanbul’du.
Ece Ayhan’dan kısa bir İstanbul alayım size: ‘en cumartesili bir İstanbul düşünerek bu kantoları, düşünüyorsun, İstanbul orospuları sendikasının böğründe meşrutiyetten saklı’.
Şimdi ben de şu anda bir İstanbul kaotiği becerebilir miyim bakalım: ‘bağrından koptum bulut inmiş minareler, gelip geçen tramvay muhteremleri, yokuş aşağı, Pera’nın padişahı bir sinek kanadıyla…’ gibi. Nasıl?
‘Kaotik farkındalı şiiri’ sanırım ilk Ece Ayhan yaptı. O nedenle haklı bir ünü var. Benimkisi ‘aşırı esinlenme’ ye giriyor. O nedenle ben bu tarz şiirlerimle kitaplar döktürsem nafile. Kaotik farkındalığa ancak Ece Ayhan’ı okuduktan sonra ayılmış biri olmaktan öte bir şey sayılmayacağım. Bu farkındalığı bana, bize iletenler ise Özesmi ile Akdeniz.
Bahçe sunumlarında müzikle ilgili olarak Osman Alp Bayraktar ilginç ve teknik bilgiler verdi. Müziğin evrende yansıması, astrolojisi, nümerolojiyle ilgisi, Atatürk ve 19 sayısı konularında ayrıntılı bilgiler aldık. Bir oktavda yedi sayısı; renklerin, rakamların notalara dönüşmei; her bir rengin psikolojide, metafizikteki anlamı…
SERGİ
19 eylül-4 ekim 2018
Cuma Altıntaş, Hamza Arslan, Serap Efe, Sevestet, Burhan Ersan, Filiz İnce, Nazlı Kelebek, Semra Nak/Gediz Akdeniz, Bünyamin Pehlivan, Ayfer Türkmen, Yusuf Tarım. Resim ve Heykel sergisi sanatçıları. Kaotik ortamın kaotik sanatçıları. Düzenli bir sergide kaotik eserler.
Bodrum da Ece Ayhan’ın şiirlerindeki İstanbul gibi kaotik bir kent. Bindokuzyüzzaltmışlarda burjuvalar tarafından keşfedildiğinde kaotik havasından ötürü benimsenmişti. O zamanki Bodrum, görünümüyle hiç de kaotik değildi. Ancak içinde barındırdığı kültürel karmaşa, zıtlıklar, kaotik farkındalıksız içerisindeki bizlerin zihninin altına altına vurmuş demek ki. Bu konuyu daha bir ayrıntılamayacağım. Çünkü ayrı bir yazı konusu.
SONUÇ:
Bu yazıyı sempoyum ve sergiyi anlatmak, katkım olsa diye de kendi görüş ve fikirlerimi aktardım. Kaos ve düzen hikayesini, “bozulalım, yeniden dizilelim” söylemiyle özetleyebiliriz. Benim felsefemde matriksin bir yaratıcısı yoktur; matriksi biz kendimiz bir hiç iken kurgulayıp içine girerek oynuyoruz. Oyun oynadığımızı ise unutuyoruz. Bu oyunun nedeni hiçliğimizi varlığa kavuşturmak. Benim ötevaroluşum ise bu varlıktan kurtulup matriks oyununa da girmeden varoluşu ezelen ve ebeden hissetmek. Nokta.
ÖDÜL
Aslında ödül mödül yoktu programda. Ancak Pescado’da son akşam, yapılan son konuşmalardan sonra Gediz Akdeniz bir ödül verileceğini anons etti. Sürpriz oldu. Efendim ödül sahibi olacak kişi bendenizmişim. Sempozyumu başından sonuna kadar hiç sektirmeden sadık bir bende olarak ve de yapıcı katkılarda, fikir beyanlarında, aydınlatıcı fikir jimnastiklerine yol açmaya çalışmış olmam nedeniyle Gediz Akdeniz’in piyasada tükenmiş olan kıymetli kitabı ‘Kara Kefali’ ni almaya hak kazanmışım. Çok duygulandım. Hayatımda hiçbir alanda ödül almış bir kişi değilim. Akdeniz benim bu ödül orucumu bozmuş oldu ve hayatımda bir ilki yaşadım. Mutluluğun resmi bu mu acaba?
Veda, duygulu oldu. Hepimiz uzun uzun kucaklaştık. Seneye Kozmik Şakacı bir oyun oynamadığı takdirde tekrar buluşmak ümidiyle evlerimize buruk bir mutlulukla dağıldık.
MONAD BALKAN
Eylül/Ekim 2018, Bodrum/Ankara