Gıda tüketmek! Ne kadar da rahatsız edici bir bakış açısıdır bu: Hem açlığı bastırırken gıdanın tüketildiğini yani azaltıldığını ifade etmekte, hem tüketme işleminin ticari bir kazanç kapısı olduğunu anımsatmakta, hem de güzelim yemek sofrası kültürünü bir tüketim mecrası olarak tanımlanmış olmaktadır. Dahası doğal bir gereksinme olan beslenmekten söz edilmemektedir. Hal böyle olunca basın ve sosyal medya mecralarında neyi yiyip neyi yemeyeceğimiz kerameti kendinden menkul kişilerce dikte edilebiliyor. Tehditli buyruklar altında “onu ye, bunu yeme, içeceğin şöyle, içmeyeceğin böyle”… Oysa Kızılderililerin "Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” sözlerinde olduğu gibi yaşamsal iştah ve beslenme maddi kazanç peşindeki beyaz adam veya kadının iradesine bırakılamaz1. Nefes almak, güneşte ısınmak, yıldızlara bakmak, çiçekleri koklamak, hayvanlara dokunmak, suda temizlenmek, dostla hasret gidermek nasıl doyurulması gereken ihtiyaçlarsa karnını doyurmak da aynı şekilde doğal bir ihtiyaç. Ve nasıl ki neyin kokusunun ve tadının alınacağı, neye bakılacağı, neyin işitileceği, neye dokunulacağı sipariş edilemezse ne ve nasıl yenileceği de buyrulamaz. Arkadaşlık tüketilmesi gereken bir iletişim biçimi olmadığı gibi beslenme de gıda tüketimi olamaz.
Malum “Marka Yönetimi” stratejilerinde bir ürünün satışı için konumlandırılması, ardından da tanıtılıp tutundurulması gereklidir. Ama bu aşamalara geçmeden önce piyasa araştırılmalıdır ki o ürünün alıcısı olup olmayacağı saptansın. Piyasa araştırmasında belirleyici olan hedef kitlenin kültür kodlarıdır. Bir ürünün toplumdaki kültür kodunu bulmak için toplumun o konuya dair en eski ortak anısını bulmak gerekir. Örneğin söz konusu ürün “Kahve” ise, onunla ilgili en eski anıların, o anıların neyi çağrıştırdığının, toplumsal bellekteki kodunun ne olduğunun saptanması ve konumlama için tanıtımında o bağlamın kullanılması ile kahve ürünü alıcı bulabilir. Bir zaman önce çokuluslu bir kahve firması Japonya’da kahve satmak (ya da güncel tanımlamayla “tüketilmesini” sağlamak!) amacıyla kolları sıvadığında, Japonların kahve “kültür kodunu” bularak satacakları kahveye ilgi duymalarını sağlamak üzere sosyal araştırmalarla işe girişmiş. Ama sonuç bir hüsran olmuş, çünkü Japon toplumunun kültür belleğinde kahvenin değil tadı, kokusu bile yokmuş. Neyse ki çay içme kültürlerinde bisküvi yeme geleneği de varmış. Bunun üzerine firma önce kahveli bisküvileri piyasaya sürmüş, ardından kahveyi… Kahve kokulu bisküvilerle çaya yabancılaşan Japonlar kahvenin esiri, tutkunu olmuşlar yani sonuç firma açısından büyük bir ticari başarı olmuş (1).
Günümüzde gıda tüketim alışkanlıklarını yöneten kanaat önderlerinin de stratejisi budur: Önce beslenmeyi iştah ve lezzetten uzaklaştırarak yabancılaştırmak, sonra insanlara yabancı gelen bu alanı yönetmek ve kendi istedikleri ürünleri konumlandırmak. Yönetirken ilk adımları yasaklar koymak, sadece dar bir alanı serbest bırakmak; sonra da bu dar alanı manipüle ederek insanları tedirgin etmek, telaşa vermek, aklını karıştırmak ve tabii en sonunda kendine bağımlı kılmak; “Tüketim trendi teistleri” yaratmak şeklinde. “Bu yıl şu meyve tü-ke-ti-le-cek, şu sebzeye do-ku-nul-ma-ya-cak”, ya da “yılın şu ayında şu tip protein caiz, şu tip protein zım-nen yassak-tır”! Böylece aç, iştahsız ve mutsuz toplumlara yeni ürünler dayatmak! Özetle beslenme guruları çağdaş yaşam biçimi olarak yasaklarla beslenmeyi benimsetmekte ve onlara tapanlar da bunu kabullenmektedir. İlginçtir ki 25 Eylül 1934 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan 2000’li yıllara dair öngörüler üzerine bir yazı şu cümle ile noktalanmış: “Cenabıhak’ka şükredelim ki biz bugün vitamin, protein vesaireyi hap halinde değil, âlâ pirzola, imam bayıldı ve ayva kompostosu olarak almaktayız.”. Dikkat buyurunuz “tüketmekte” değil, “almaktayız”!
Kuşkusuz yemek ve içmek yaşamın devamı için şarttır. Kimileri yaşamak için yemek yerken, kimileri de yemek için yaşar ve hatta mutfağı bir sanat diyarı olarak ele alır. Yemek için yaşayanlara göre yemeği yapmak ve sunmak bir sanat iken (Gastronomi: Mide astronomisi), özellikli yemeği seçip yemekse bambaşka bir sanattır (Gurme). Basın gıda uzmanları gurmelere değil, asıl “gurman”lara (obur) söz geçirmeyi deneseler nasıl olur?
Yaşamın gerçeklerini son derece estetik ve ayrıntılı şekilde betimleyen, göze ve kulağa sunulan bir şölen olan opera sanatında, yeri geldiğinde zehir de olsa, yemek yemenin kendine göre bir yeri, bir gustosu vardır. Nitekim operada gıda tüketim trendlerinin şekillenmesinde beslenme gurularının rolü günlük basındakinden çok farklıdır; aşkla dolu mutlu son vadederler mesela. Gerçekten de bazı operalarda yiyecek veya içecekler karakterin seçimleri, davranışları üzerine etki gösterir. Örneğin aşk iksiri veya aşk göz damlası ya da zehirli bir yemek o kadar hızla etkisini gösterir ki sonucun ortaya çıkışı bir sonraki perdeye bile kalmaz.
O halde konuyu bir de opera sahnelerinden birkaç esere göz atarak irdeleyelim: Örneğin İtalyan besteci Gaetano Donizetti’nin Aşk İksiri adlı operasında işler günümüzden bir adım ileridedir ve özel bir iksir konumlandırılmıştır. Köylü Nemorino, âşık olduğu Adina’nın kendisini beğenmesini sağlayabilmek için şarlatan Doktor Dulcamara’dan aşk iksiri satın alır ve içer2. İksir işe yaramayıp Adina başkasıyla evlenmeye kalkınca Dulcamara’nın önerisiyle bir şişeyi daha kafasına diker. Nemorino’nun kendisi için bunca zahmete giriştiğini duyan Adina çok etkilenir ve onunla evlenmeye karar verir. Böylece iksir farklı bir açıdan işe yaramış olur. Doktor cebinde kazandığı paracıklarla köyden hızla ayrılırken mutlu sonucu gören başkaları da peşinden koşup iksir talep ederler. Buyurunuz günümüz hünerbaz gıda tüketim kanaat önderleri, sizden asıl aşk iksiri beklerdik!
Fransız besteci Georges Bizet’nin Dr. Miracle (Dr. Mucize) adlı operasında ise genç subay Silvio tam bir gıda tüketim uzmanıdır. Silvio, âşık olduğu belediye başkanı kızı Laurette’e kendisini beğendirmek için önce sorun çıkaran uşak, ardından da mucizeler yaratan besin uzmanı hekim kılığına girer3. Uşak kılığındayken belediye başkanının ailesine omlet hazırlar. Omleti çok beğenen aile, uşakla beraber ünlü “Omlet dörtlüsü” şarkısını söylerler (Voici l’omelette). Ancak omlet midelerini bulandırır ve onları hasta eder. Tam bu sırada Silvio başka bir adla omletin zehirli olduğu yazılı olan bir telgraf gönderir. Çok korkan ailenin mucizevi doktora, yani yine Silvio’ya sarılmaktan başka çaresi yoktur. Laurette ile evlenmesine izin verilmesine karşılık onları tedavi etmeyi kabul eder, ardından da omletin zehirli olmadığını, sadece tadının kötü olduğunu ilan eder. Böylece zararsız bir omlet karşılığında sevdiğine kavuşur. Hani bize omlet yasaktı, kolesterol mu önemli, aşk mı?
İngiliz besteci Benjamin Britten’ın Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı operasında da benzer bir öykü söz konusudur. Perilerin kudretli ve hilebaz kralı Oberon, gizli planı nedeniyle peri Titania’nın gözüne uyandığında ilk göreceğine aşık ettirecek sihirli bir damla damlattırır4. Ancak zavallı Titania uyandığı anda yanlışlıkla bir eşek görüp ona tutuluverir. Ardından yanlış periye âşık olma buhranı başlar. Oberon bu duruma da el atıp, herkesin doğru periye âşık olmasını sağlayacak meyve yedirilmesi emrini verir ama o meyveleri de yanlış periler yer. Neyse ki sonunda Oberon aklını başına toplayıp tüm karışıklıkları düzeltmeyi başarır, damla da meyve de doğru perilere servis edilir ve periler diyarının duyguları yoluna girer. Sayın gıda tüketim kanaat önderlerimiz, madem bilime önem vermiyorsunuz hiç değilse Oberon’dan irfan edinseydiniz; tılsımlı bir göz damlası, sihirli vitaminli bir meyve bile önermediniz ki mutlu mesut yaşayalım, size tümden duacı olalım!
Engelbert Humperdinck’in Hansel ve Gretel adlı operasında yoksul bir ailenin çocukları olan Hansel ile Gretel annelerinin muhallebi yapacağı sütü içip bitiriverirler5. Evde yiyecek kalmadığı için kızan anneleri onları ormana çilek toplamaya gönderir. Ormanda yiyecek bulmak için dolaşan çocuklar bir cadının türlü türlü rengarenk çöreklerden yapılmış, çatısı lokum kiremitli evi ile karşılaşırlar. Açlığa dayanamaz ve haliyle evden parçalar koparıp yemeye başlarlar. Aniden ortaya çıkan çağdaş beslenme gurusu misali cadı onları yakalar ve kendi istediği şeyleri yemelerini sağlamak üzere onları kafese tıkar. Asıl amacı onları fırında pişirmek ve afiyetle yemektir. Neyse ki çocuklar kurtulmayı ve cadıyı fırına atmayı başarırlar. Cadı yanınca, büyüyle evinin duvarlarındaki kurabiye haline soktuğu diğer tüm çocuklar doğal hallerine geri dönerler. Elbette, çocuk beslenmesi son derece önemlidir, onlar sağlıklı beslenmeli ve onlara sağlıklı beslenme alışkanlığı edindirilmelidir, bu konuda müttefikiz. İşte tam da bu nedenle cahil cadıları fırına atıp “tüketmek” ve masum çocukları onlardan kurtarmak gereklidir!
Pınar Aydın O’Dwyer
Kaynak (1). Rapaille C: The Culture Code, Broadway Books, 2006
1 https://www.gencufuk.com/kizilderili-sefinin-beyaz-adama-sozleri/ Erişim: 01.01.2022
2 L’elisir d’amore (Aşk İksiri, 2 perdelik opera. Beste: G. Donizetti (1797-1848), Metin: F. Romani (DFE. Auber ve E. Scribe’den esinle), 1832
3 Le Docteur Miracle (Mucize Doktor), 1 perdelik opera. Beste: G. Bizet (1838-1875), Metin: L. Battu, L. Halévy (Sheridan’dan esinle), 1857
4 Midsummer Night Dream (Bir Yaz Gecesi Rüyası), 1 perdelik opera. Beste: B. Britten (1913-1976), Metin: P. Pears (W. Shakespeare’den esinle), 1960
5 Hansel ve Gretel, 3 perdelik opera. Beste: E. Humpredinck (1854-1921), Metin: A. Wette (Alman peri masallarının Grimm Kardeşler’in uyarlamasından esinle), 1873
Not: Psikeart Dergisi, Sayı 80, Mart-Nisan 2022’de yayımlanmış ve izinle kullanılmıştır.