Her insan için kuşkusuz çok yönlü, çok açılı değerlendirmeler ve yorumlar yapılabilir. Bu durum değerlendirmeyi yapanların dünya görüşü, kültürü, insana bakış açısı, verileri yorumlama kapasitesi ve bunları kendisi ile olumlu ya da olumsuz ilişkilendirmeleri doğrultusunda anlam kazanır.
Bu bağlamda kimi nesnel, kimi öznel; kimi duygusal, kimi soyut-somut veriler çıkar ortaya. Hele hele belli yaşlara, belli birikim düzeyine gelmiş insanlar için bu değerlendirmelerin anısal-duygusal boyutu ön planlarda yer alır çoğunlukla. Çevremizde yaşayan, yaşamayan, uzak, yakın pek çok insan için böylesi duygularımız, düşüncelerimiz vardır mutlaka.
Bu değerlendirmelerin insanın yaşamını doğrudan etkileyen, yaşamına katkıları yüksek olan insanlar için başka başka izleri, anıları taşıması ayrı bir anlam yüklenir. Bu gibi insanlar her zaman sevgi, saygı ve minnetle anılmayı hak eder.
Adnan Turani böylesi bir insan, böylesi bir idol eğitimci-sanatçıdır, onun öğrencileri ve uzak-yakın öğrencisi olma şansı bulanlar için. Ben bu şanslılardan biriyim, 1960’lı yıllardan itibaren hayatının her döneminde bu kaynaktan beslenme olanağı bulanlardan...
Adnan Turani biyografisi yazmak değil amacım; iddialı, süslü, çetrefilli cümlelerle methiye değil. “Şurada doğdu, şurada okudu gibi” bilgiler hiç değil. 50 yılı aşkın bir yaşam diliminde doğrudan edinilen bilgi ve kazanımlara değgin bir duygu ve düşünce paylaşımı.
1960’lı yıllarda Çapa’da öğrenciliğimizden başlayarak adını sürekli duyduğumuz, eserlerini o günlerin olanakları içinde sınırlı yayınlardan, broşürlerden ancak siyah-beyaz görsellerinden izleyebildiğimiz bir sanat insanı olarak tanıdık Adnan Turani hocamızı. Sevgi ile andığımız öğretmenimiz Selahattin H. Taran’ın tanıtması, yönlendirmesi ile.
Varlığımızın temeli olan okuduğumuz okulların özelliği gereği; öğrenmeye, tanımaya, araştırmaya aç bir kuşak olarak yetiştirilmemiz, aynı zamanda bu alanın insanlarına büyük saygı ve sevgi beslememizin de kaynağı oldu her zaman. Bu nedenle Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri’ni daha bitirmeden başlayan ve Gazi Eğitim’i kazandığımızda ilk beklentilerimizden biriydi, Adnan Turani öğretmenin öğrencisi olabilmek. Çünkü en çok tanıma olanağı bulabildiklerimizden ve atölye hocası olarak bilindiklerinden. Ayrıca Adnan Turani öğretmenimizle aynı okuldan; İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun olmanın büyük etkisiyle. Gazi Eğitim’in o günlerdeki eğitim anlayışı atölye sistemi olmakla birlikte, bütün öğretmenlerin değişik derslere girdiği, öğrenci ile muhatap olabildikleri, bilgi ve deneyimlerini paylaşabildikleri bir sisteme dayanıyordu. Cengiz Kan, Hüseyin Fehmi Özcan, Veysel Erüstün, Kayıhan Keskinok, Turan Erol, Nevzat Akoral, Hamza İnanç, Nevide Gökaydın, Muammer Bakır, Mürşide İçmeli, Hidayet Telli gibi eğitimci ve sanat insanlarının bulunduğu bir eğitim iklimi. Tek kapılı, tek gözlü, sınırlı bir bakış açısı değildi. Bu nedenle onlarla aynı koridorda gezinebilmek, onların bir iki sözcüğünü duyabilmek; onların resimlerini, desenlerini izleyebilmek hepimiz için bulunmaz birer nimet durumundaydı. Elbette her öğrencinin aynı bilinç, aynı duyarlık ve aynı öğrenme açlığı içinde olmadığı söylenebilir, ama en azından önemli bir kesimin böyle bir yaklaşım içinde olduğu bir eğitim.
Kura sistemi ile belirlendiğini sandığımız bir uygulamayla atölye öğretmenim oldu Adnan Turani, aynı yıldan başlayarak. Genel bir ifade ile “çok şey öğrendik ondan” kalıplaşmış sözünü sevmeyenlerdenim. Böyle diyenlere “peki neler kattı öğrendikleriniz, bilim, bilgi, sanat, kültür dağarınıza? Yaşamınızı ne kadar değiştirdi? Konunun daha özel yanı ile sanata ve hayata bakışınızı etkileyip, bir yaşam biçimi haline getirdi mi?” sorularını sorarım. Sevgili Adnan Turani hocamız ve onunla birlikte bütün öğretmenlerimizin her biri kendi alanlarında yaşamı anlamamızı ve yorumlamamızı değiştirecek çabalar içinideydi. Her şeyden önce salt bohem bir yaşam biçimi gibi bir algıya inat; sanat denen olayın ciddi bir uğraş olduğunu; tutku, özveri, mücadele, okuma, inceleme, araştırma, karşılaştırma, bulunanlarla yetinmeme, ustaları tanıma, iyi analiz edebilme, devamlılık içinde, daima daha ileriye bakabilme gibi niteliklerin önemini ve gerekliliğini kavrattılar. Desen denen en önemli sanat dalını, modelden çalışma denen disiplini, alana saygıyı, modele saygıyı onlardan kazandık.
“Bunu yaşamımıza ne kadar dahil edebildik” ayrı bir sorgulama konusu. Ama bunun için çok çalıştığımız, mücadele ettiğimiz, onlara ihanet etmediğimiz iyi bilinir sanat camiasında. Öğretmenliğimizin, üniversite yaşamımızın ve eğitimciliğimizin her aşamasında bu birikimin büyük izlerinin bizi tanıyanlarca değerlendirildiğini biliyoruz en azından.
Sanat yaşamımızda yine bulunduğumuz yer her zaman tartışılabilir ama sanata verdiğimiz değer, sanat insanlarına olan ilgimiz, saygımız, sevgimiz; sanat kültürü kazanmak için yaptığımız özverili çabalarımız yine bu insanların önemli katkıları sayesindedir.
Adnan Turani, sanatın eylem boyutuna hakimliğinin yanında sanatın teorik boyutuna da kafa yoran; düşünen, yazan, çizen sanat insanı geleneğinin temsilcilerinden biri. Hocası Refik Epikman’ın, Cumhuriyet’in daha ilk yılında Atatürk’ün isteğiyle yurt dışına gönderilen sanatçılardan biri olarak genç Cumhuriyet’in sanat politikalarında sanat örgütçülüğü, sanatın teorik yönü, yazıları, makaleleri ve sanatçılığı ile katkısı yadsınamaz. Bu geleneğin çok başarılı temsilcilerinden biridir onun öğrencisi olan Adnan Turani. Sanat denen en önemli insani etkinliğin çok geniş bir altyapı ile mümkün olabileceği, yurt içi ve yurt dışı sanat kültürü, görsel ve düşünsel kültür yanında yaratıcı çabaların, mücadele gücünün gerekliliği gibi dinamik bir yaşam tarzının temsilcisi.
Pek çok sanat kitabının yanında onun sanat eğitimi açısından en önemli eserlerinden biri “Sanat ve Sanatçılar Dergisi”dir. Geçenlerde değerli yayıncı ve Adnan Turani hocamızın kitaplarını günü gününe basarak bizlere kazandıran Remzi İnanç ağabeyimizle konuşurken “birkaç sayfa olmasına rağmen bu kadar etkili, bu kadar işlev üstlenen yayın az bulunur” demiştir, bu dergi için. Sanat öğrencileri, sanat eğitimcileri, Anadolu’da görev alan resim öğretmenleri ve özellikle sanat yazısı yazma eğilimliler için bir nimet durumundaydı “Sanat ve Sanatçılar Dergisi”. Her sayısını günü gününe takip edebilmek, okuyabilmek için beklediğimiz.
Sanat kitapları ayrı bir araştırma ve makale konusudur Adnan Turani’nin. Her biri alanında araştırılmış, özümlenmiş ve yaratılmış kapsamlı ilk örneklerdir. İlk çıktığı saatlerde sahip olduğumuz, okumaya başladığımız, matbaa kokusu içindeki kitaplar. Atölyemize dışarıdan giren birinin bile yeni kitap kokusunu hemen hissettiği bir sanat ortamı.
Ben kendi payıma her öğretmenimden kesinlikle öğrenilmesi, kazanılması gereken birkaç “izi” takip edenlerdenim. Bu “iz”leri de hiçbir zaman unutmam. Bir anımı kısaca özetlemek istiyorum bu kapsamda.
Atölyemizde bir erkek arkadaşımız vardı, ilk kez ailesinden ayrılan, evinde “el bebe, gül bebe”. Bu nedenle yatılı okulun kendine özgü havası, gurbet duygusu içinde biraz hırçın, kırıcı tavırları olan bir arkadaşımız. Bu nedenle de fazla arkadaş edinemeyenlerden. Bir gün bu arkadaşımızı model durdurdu Adnan Turani öğretmenimiz; portre çalışması için. Bir çizim, iki çizim, üç çizim. İnceliyoruz, çiziyoruz, siliyoruz, çiziyoruz, yüzünü gözünü ezberlercesine bir çalışma. Adeta bu arkadaşımızın yüzünü, gözlerini, dudaklarını, kulaklarını, burnunu, saçını, sakalını yeniden keşif. Benim için de itici bir tip olan bu arkadaşımızı sevmeye başladık neredeyse hepimiz, bir süre sonra. İlk başlardaki olumsuzluklar hem onun için, hem bizim açımızdan yok oluverdi. Dahası benim en yakın arkadaşlarımdan biri. Benzer uygulamayı bu kez bir kız arkadaşımız için de yaptı öğretmenimiz. Fazla arkadaşı olmayan bir kız arkadaşımızı portresini çizmek üzere sık sık model durdurarak. Bir süre sonra o da sınıfın sevilenlerinden, arkadaş çevresi genişleyenlerinden biriydi.
Bunu neye bağlamak istiyorum? Biz genellikle yüzeysel bakıyoruz her şeye ya da “bakar gibi” yapıyoruz. “Gibi yaşamak, gibi algılamak”. Özüne, gizine işlemeyen bir bakış. Bir anlamda “bakar körlük”. Demokrasiden, politikadan, çağdaşlık anlayışından insan denen, sözde en gelişmiş canlıya bakışımıza kadar. Sanat işte bu yüzeyselliği özüne, gizine inme çabasına taşıyan, farklılıkları, ayrıntıları sezebilen, sezdirebilen, görme eğitiminin ve onun somutlaşan ifadesi demektir. Adnan Turani öğretmenimizin uygulaması gibi yöntemlerle bir insanın, portresini desen ya da boya olarak çalışırken inceleme, gözlemleme, farkına varma gibi kazanımlar yaşanıyor, keşif denen şey. O zaman değer yargıları değişiyor; güzel, çirkin, iyi kötü kavramları yer değiştirmek zorunda kalıyor farkına varmadan. Bu derslerde sadece portrelere değil, bütün nesnelere, doğaya, insanlara, olaylara dair; bakmak ve görmek arasındaki bağı sorguladığımız gibi. Bu kazanım ön yargıları yıkmak anlamına da gelir kuşkusuz. Şablonlara karşı çıkmayı, ezberleri bozmayı, kalıplaşmaları kırmayı da kapsayan. Adnan Turani öğretmenimizin amacının da bu olduğunu zaman içinde daha bilinçle değerlendiiyoruz.
Bu birikimle bugün bile “güzel ve çirkin” tanımlarını öncelikle birer kavram olarak düşünmeyi, neden ve niçinlerini araştırıp, didiklemeden karar vermemeyi ilke edindiğimizi söyleyebilirim. Bu ve buna benzer kazanımlarımı Adnan Turani öğretmenime borçlu olduğumu da.
Öğretmenlik ve eğitimcilik zaman içinde en çok erozyona uğrama tehlikesi olan alanlardan biridir. “Bir zamanlar” kavramı içinde “biz ne kadar büyütmüşüz bu adamı gözümüzde” sözleri acımasızca kullanılabilir. Bir eğitimci açısından aradan onlu, yirmili, otuzlu, kırklı, ellili yıllar geçtiği halde hala ilk günkü gibi dimdik durabilmek; bilgi, birikim ve sanat abidesi olabilmek; yarım yüzyıllık eski-yeni öğrencileri açısından da hala yeni bir sözcük, yeni bir kavram, yeni bir cümle öğrenebilme isteği duyurabilmek bu erozyonun kimileri için işlemediği anlamına gelir. Cumhuriyet eğitimi böyle eğitimci yetiştirmeyi ilke edinmişti. Pek çok öğretmenimiz bu ilkelerle hocalık yaptılar bize.
Yarım yüzyıldır birlikteyiz; aynı camia içinde. Ne mutlu Adnan Turani gibi böyle bir eğitimci-sanatçı profili çizebilmek. Bunun öğrencilerinde, toplumunda, sanat ve kültür alanında sevgi, saygı ve ödüllendirmelerle değer bulduğunu yaşarken görebilimek. Ne mutlu bize, her biri bir cevher olan böyle bir eğitimci-sanatçı kuşağının öğrencisi olabilmek.